​​​​​​​Suriye iç savaşının dokuz yıllık muhasebesi

İDLİB'DE NÜFUS SINIRA DOĞRU SIKIŞIYOR

​​​​​​​Suriye iç savaşının dokuz yıllık muhasebesi

Sedat Ergin

Sedat Ergin

sergin1@hurriyet.com.tr

Suriye iç savaşının dokuz yıllık muhasebesi

Geçen pazar günü Suriye iç savaşının 15 Mart 2011 tarihinde patlak vermesinin dokuzuncu yıldönümüydü.

Onuncu yılına girmesi, iç savaşın Suriye’ye dönük bir muhasebesini yapmak, genel bir döküm çıkartmak açısından önemli bir fırsat sunuyor.

Birleşmiş Milletler İnsani Yardım Koordinasyon Ofisi’nin (OCHA) bu vesileyle yaptığı açıklamada paylaştığı veriler iç savaşın insani maliyetinin bütün boyutlarını çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor.

Buna göre, 2020 yılı itibarıyla 5.6 milyon Suriyeli mülteci olarak yurtdışında yaşamaktadır. İçişleri Bakanlığı’nın 5 Mart tarihli tablosuna göre, bu toplamın 3 milyon 589 bin 289’u Türkiye’de ‘geçici koruma’ statüsü altındadır. Yani dünyadaki Suriyeli mültecilerin yüzde 64’ü Türkiye’de yerleşiktir.

OCHA’ya göre, savaş nedeniyle ülke içinde yer değiştirmek zorunda kalanların sayısı ise 6.1 milyondur. Her iki kategoriyi topladığımızda 11.7 milyon rakamına ulaşıyoruz. İç savaşın başlangıcı öncesinde Suriye’nin nüfusunun 21 milyon dolayında tahmin edildiği hesaba katılırsa, nüfusun yarıdan fazlası ya yer değiştirmiş ya da ülke dışına çıkmıştır.

Resmi bir rakam bulunmamakla iç savaşta ölenlerin toplamı 2016 yılında BM yetkilileri tarafından bir tahmin olarak 400 bin dolayında gösterilmişti. Toplam insan kaybı geçen süre içinde bu rakamın üstüne çıkmıştır.

OCHA raporuna göre, halen Suriye’de yaşamakta olan insanların 11 milyonu bir şekilde yardıma muhtaç durumdadır ve bunların 4.8 milyonu çocuktur. Ülkedeki hastanelerin yalnızca yüzde 64’ü tam kapasite faaliyet gösterirken, sağlık personelinin yüzde 70’i ülkeyi terk etmiştir. Ayrıca, 8 milyon insanın gıdaya erişimi güvence altında değildir.

İDLİB ÇEKİM MERKEZİ OLDU

Sahaya baktığımızda, iç savaşta dokuz yıl geride kalırken Fırat’ın batısı ve doğusu olmak üzere ikiye bölünmüş bir Suriye tablosu var karşımızda. Fırat’ın doğusundaki coğrafyada alan hâkimiyeti büyük ölçüde ABD’nin ve onun himayesindeki PKK/YPG’nin ana omurgasını oluşturduğu SDF’nin kontrolündedir. Bu durumun istisnası, sınır boyunca Türkiye’nin kontrolündeki 145 kilometrelik ‘güvenli bölge’ ve Türkiye ile Rusya’nın ortaklaşa denetlediği ve rejimin kısmen geri döndüğü sınıra bitişik topraklardır.

Suriye’nin batısında ise iç savaş 2016 sonundan itibaren rejimin lehine dönmüştür. Ülkenin batısında bulundukları şehir ve yerleşimlerde yoğun hava bombardımanı ve kuşatma baskısı altında kalan silahlı muhalif gruplar ile Esad rejimi altında yaşamak istemeyen toplum kesimleri geçen süre içinde partiler halinde kademe kademe kuzeye gelmiştir. Kuzeye gelenler ağırlıklı olarak İdlib’e yerleşmiş, sınırlı bir kesim de Afrin ve Fırat Kalkanı bölgelerine geçmiştir. Bu durumdaki silahlı grupların bir bölümü de bugün ‘Suriye Milli Ordusu’ çatısı altında Türkiye ile işbirliği içinde hareket etmektedir.

Bu demografik değişiklikte ana çekim merkezi Türkiye sınırına bitişik İdlib olmuştur. Ülkenin batısındaki bu göç hareketi sonucu öncesinde 1.5 milyon olarak tahmin edilen İdlib’in nüfusu bugün itibarıyla 3 milyona gelmiştir.

1 MİLYON KİŞİ KUZEYE GEÇİNCE

Bu genel fotoğrafın ardından şimdi İdlib’deki duruma daha yakından bakalım. Geçen mayıs-ağustos ayları Rus savaş uçaklarının desteğiyle Esad ordusunun İdlib’de yürüttüğü birinci harekâtın yol açtığı ilk göç dalgasında, BM raporlarına göre 400 bin kişi İdlib’in güneyinden kuzeye doğru hareket etmiştir.

Buna karşılık, sonbahardaki ateşkes döneminden sonra Rusya-Esad ikilisinin geçen aralık ayında yeniden başlattıkları ve 5 Mart’ta Moskova’da imzalanan ateşkes anlaşmasıyla durdurdukları ikinci harekâtta bu kez 1 milyona yakın insan İdlib’in güneyinden kuzeye geçmiştir.

İşte dokuz yıldır devam etmekte olan iç savaşın Türkiye’ye dönük maliyetinin bir boyutu bugün ülke sınırları içinde yaşayan yaklaşık 3.6 milyon Suriyeli mülteci ise önemli bir diğer boyutu göç dalgasıyla sınıra bitişik bölgeye yığılmış nüfusun yarattığı basınçtır. 

GÖÇÜN BİR BÖLÜMÜ HALEP'İN KUZEYİNE YÖNELDİ

BM İnsani Yardım Koordinasyon Ofisi’nin 12 Mart tarihli Kuzeybatı Suriye’deki duruma ilişkin ‘güncelleme raporu’ndaki veriler son göç dalgasının coğrafi istikametlerine de ışık tutuyor. Bu rapora göre, rejimin 1 Aralık tarihinde başlayan askeri harekâtıyla birlikte bulundukları yerleri terk ederek göç etmek zorunda kalan insanların sayısı 960 bindir.

Bunların 550 bini doğrudan İdlib içinde yer değiştirmiştir. Bu ifadeden yer değiştiren bu grubun Türk sınırına yaklaştığını anlamalıyız. Bu raporla ortaya çıkan ilginç bir ayrıntı, 410 bin kişinin de İdlib’den Halep’in kuzeyindeki bölgeye geçmiş olmasıdır. OCHA raporunda bu grupların Azez, El Bab, Afrin ve Cinderes’e geçtikleri belirtiliyor.

Bu tespit, Türkiye’nin kontrolündeki Zeytin Dalı (Afrin) ve Azez ile El Bab’ın bulunduğu Fırat Kalkanı bölgelerinin İdlib’den kaynaklanan göç dalgasının azımsanmayacak bir bölümünü içine çektiklerini gösteriyor. Bu yönüyle Türkiye sınırındaki göç baskısının kısmen bu bölgelere kanalize olduğunu söylemek mümkündür.

İDLİB'DE NÜFUS SINIRA DOĞRU SIKIŞIYOR

Şimdi toplam rakamlara geliyoruz. OCHA raporu, İdlib ve Kuzey Halep bölgelerinin toplam nüfusunu 4 milyon olarak veriyor. Buna karşılık OCHA için saha çalışması yapan ‘İnsani Yardım Değerlendirme Programı’nın 6 Mart tarihli daha detaylı çalışması ise bu rakamı daha kesin bir rakamla 4 milyon 179 bin olarak kayda geçiriyor. Bu toplamın 2 milyon 802 bini İdlib’de, 1 milyon 377 bini ise Halep’in kuzey bölgesinde yaşıyor.

Her iki bölgenin toplamı içinde en çarpıcı rakam, ‘yerinden olan’ kişilere ilişkindir. Toplam sayı 2 milyon 849 bindir. Bunların 873 bini Halep’in kuzeyinde, 1 milyon 975 bini ise İdlib’de yaşamaktadır.

Altını çizmemiz gereken nokta, son anlaşmayla birlikte, İdlib’deki nüfusun büyük ölçüde M-5 otoyolunun batısında ve M-4 otoyolunun kuzeyinde kalan Türkiye sınırına bitişik bölgeye sıkışmış olmasıdır.

Burada Türkiye sınırına doğru yaşanan sıkışma yalnızca siviller değil, aynı zamanda sahada faaliyet gösteren silahlı muhalif gruplar, radikal örgütler açısından da geçerlidir. Bunlar arasında söz konusu bölgede geniş bir alan hâkimiyeti olan Heyet Tahrir eş Şam’ı (HTŞ) da saymalıyız. Meselenin bu boyutu ayrı bir değerlendirmeyi gerekli kılıyor.

https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/sedat-ergin/suriye-ic-savasinin-dokuz-yillik-muhasebesi-41471309

SEDAT ERGİN / HÜRRİYET