Yorum: "Suriyeliler Defolsun" eşittir "Türken Raus"

Misafirperverliğiyle, hayırseverliğiyle övünen bir toplumun sosyal medyadaki profili iddia edilenden ancak bu kadar farklı olabilir.

Yorum: "Suriyeliler Defolsun" eşittir "Türken Raus"

"Savaştan kaçmış bir topluluğa karşı böyle bir nefret söyleminin hiçbir bahanesi olamaz. Yine de bu söylemi besleyen yalanları ifşa etmek de şart." Banu Güven Suriyeli mültecilere dönük nefreti yazdı.

 

Twitter'a "Suriyeliler" yazın, ilk sırada #SuriyelilerDefoluyor etiketini göreceksiniz. Sonra #Suriyelileriİstemiyoruz geliyor.

Misafirperverliğiyle, hayırseverliğiyle övünen bir toplumun sosyal medyadaki profili iddia edilenden ancak bu kadar farklı olabilir.

Şükür arada bir tane #SuriyelilerYalnızDeğildir başlığı var da, teselli buluyoruz.

Bizim kuşak Almanya'daki yabancı düşmanlığı ve ırkçılık hikayelerini dinleyerek büyümüştü oysa ki. Mağdur olan hep Türkiye'den gidenlerdi. Meşhur "Türken Raus" (Türkler dışarı) sloganını duymuşsunuzdur. Almanya'da faşist bir müzik grubunun 1981'de yarattığı bu slogan on yıllar sonra "Suriyeliler Defolsun” şeklinde, Türkiye'de hortlamış durumda. İşin kötüsü bu sloganın/etiketin altına yorum yazanlar sadece aşırı sağcı cenahtan değil. Çok geniş bir yelpazeden aynı ses yükselebiliyor.

Sinop'ta bir işletmecinin astığı "Vatanı için savaşmayanlar plajımıza giremez. Türk ırkı varolsun" pankartını övenlere bir bakın, sadece aşağıya sarkık bıyıklar, Bozkurt selamları, Göktürk alfabesiyle Türk yazan profiller görmeyeceksiniz. MHP'lisinden CHP'lisine, kendini solcu zannedenden, mezhebi ya da cinsel yönelimi nedeniyle türlü ayrımcılığa uğramış bireylere uzanan çok geniş bir yelpaze var. Bazıları Suriyeliler'den sırf AKP'nin kendine seçmen yaratma projesinin parçası oldukları şüphesiyle nefret ediyor.

İşin acayip tarafı, bu kişiler ırkçılık ve yabancı düşmanlığı yaptıklarının farkında bile değiller, bu gerçeği şiddetle inkâr etmekteler. Hiç araştırmadan inanmayı tercih ettikleri bazı iddiaları öne sürerek sizinle kavgaya tutuşabilirler. Kaynakları, binbir tevatürün zehir gibi hızla yayıldığı Facebook ya da WhatsApp grupları çoğunlukla.

İstanbul Valiliği kentte kayıtlı olmayan Suriyeliler'in kayıtlı oldukları illere gönderileceğini açıkladığında da bu kitle #SuriyelilerDefoluyor etiketinin altında aynı iddialarla buluştu yine. İnsanı utandıran, çok kırıcı şeyler yazıp çizildi. Öfkeyle ve zevkle yazıldığı belli küfür ve hakaretler vardı. Türkiye'nin politikalarını  mültecileri önüne katmış canavar dişli bir hilalle eleştiren Suriyeli sanatçıya, "Ben size katılmıyorum. Türkiye'ye teşekkür etmeliyiz" diyen başka bir Suriyeli'ye "Onu otobüsle, seni uçakla geri göndereceğiz" diye karşılık veren gördüm.

Savaştan kaçmış bir topluluğa karşı böyle bir nefret söyleminin hiçbir bahanesi olamaz. Yine de bu söylemi besleyen yalanları ifşa etmek de şart. Bıkmadan, ısrarla.

"Suriyeliler'e maaş bağlandı" yalanı

Bu belki en sık duyduğunuz yalan. Suriyeliler'e devlet maaş falan vermiyor. Söz konusu para, Avrupa Birliği'nin (AB) özel olarak Türkiye'deki Suriyeliler için çıkardığı, henüz 4,2 milyar Euro'su kullanıma açılan 6 milyar Euro'luk hibeden damlalıkla verilen sosyal yardım. Bu para AB'den Dünya Gıda Programı'na (WFD), oradan da Kızılay'a aktarılıyor.

Sosyal Uyum Yardımı diye anılan bu yardım kişi başına 120 TL. Geçici Koruma statüsünde olan en az 5 kişilik aileler veya yaşlı, öğrenci ve engelliler faydalanabiliyor. Beş kişilik aile toplam 600 TL alıyor yani. Bugün itibariyle Türkiye'deki 3 milyon 600 bin Suriyeli'den 1 milyon 400 bini bu yardıma hak kazanmış. Üzerinde KIZILAYKART yazan bankamatik kartlarıyla bu para çekiliyor ve kullanılıyor. Tüm operasyonun maliyeti de AB fonundan karşılanıyor.

Suriyeli mülteciler ne kadar maaş alıyor diye uykuları kaçanlara duyurulur! Olur da bir ATM'de, PTT'de ya da markette önünüze elinde banka kartı olan bir Suriyeli düşerse, bilin ki o para sizi ilgilendirmiyor.

Aynı şekilde Suriyeliler'e devletin bayram parası verdiği de yalan. Bayramda ATM kuyruğunda görüntülenenler de yukarıda anlattığım beş kuruşluk hibeden paylarına düşeni almak için bekleyen Suriyeliler.

İstenmeyen işlere koşulan işgücü

Eskiden Almanya'da Almanlar'ın yapmak istemediği işlere yabancı işçiler koşulurdu. Ama onlar da en azından sigortalı olurdu. Türkiye'de de kimsenin yapmak istemediği işler mültecilere, göçmenlere yaptırılıyor. Bu yazıyı yazarken bilgisine başvurduğum İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi İGAM Başkanı Metin Çorabatır, ucuz işgücü olarak kullanılan Suriyeliler'in bazen paralarını bile alamadıklarını, isyan ettiklerinde de kavgalar çıkabildiğini anlatıyor. TC vatandaşı bir kişi bir işte 80 TL yevmiye alıyorsa, Suriyeli'ye 30 TL uygun görülüyor. O da parasını alabilirse. Birçok Suriyeli kentsel dönüşüme gireceği için boşaltılan, henüz yıkılmamış binalarda ikamet ediyor. Evlerinin kirasını çok zor koşullarda çıkarmaya çalışıyorlar.

Çalışma izni almaları da kolay değil. Bir işyerinde bir Suriyeli'nin çalışması için işverenin neden bir Suriye vatandaşını istihdam ettiğini açıklaması gerekiyor. İkinci bir Suriyeli istihdam edebilmek için de o işyerinde en az 10 TC vatandaşının çalışıyor olması şart koşuluyor. Milyonlarca Suriyeli'den bugüne kadar izinle çalışabilen sayısı toplam 80 bin.

Küçük yerlerde istihdam imkanları da iyi değil. O yüzden çoğu Suriyeli diye İstanbul'a geliyor. Çorabatır, İstanbul'da kayıtlı olmayan Suriyeli sayısını 200 ilâ 300 bin olabileceğini söylüyor. Bu kişilerin İstanbul'da bulunmasına bugüne kadar göz yuman hükümet, şimdi kamuoyuna yönelik bir "jest" ihtiyacından olsa gerek, "20 Ağustos'a kadar kayıtlı olduğunuz şehre gideceksiniz" dedi.

Suriye'ye bugün dönemezler

"Artık Suriye güvenli, dönebilirler" diyenler; bu da doğru değil. Suriye'de halk cihatçılarla Esad yönetimi arasında sıkışmış durumda. Esad'ın kontrolü dışındaki topraklarda yaşayanlar için hala başlarına bir bomba düşmesi ya da çatışma ortasında kalma tehlikesi var. Daha birkaç ay önce, eski El Kaide'nin devamı olan Tahrir el Şam kontrolündeki İdlib'den, Suriye-Rusya bombardımanından kaçan 36 bin kişi Türkiye sınırındaki kamplara yığıldı. Türkiye yeni akınları önlemek amacıyla Suriye içinde güvenli bir bölge oluşturmak için çalışmakta. Amaç gelecekleri engellemek değil sadece, burada olanları da oraya göndermek. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu niyetini Ocak ayındaki bir konuşmasında belirtmişti: "İlk aşamada ülkemizde yaşayan 4 milyon Suriyeli'nin kendi evlerine dönebilecekleri güvenli bölgeler oluşturmayı hedefliyoruz." Kastettiği ev falan değil tabii, kamp ortamı.

Bununla birlikte Cumhurbaşkanı Suriye'ye güvenli dönüşün koşulları sağlanmadan 1 Suriyeli'yi bile geri gönderemeyeceğini gayet iyi biliyor. Yine de otobüse bindirilip zorla Suriye'ye gönderilen çok kişi var. Uluslararası norm ve yükümlülüklere aykırı şekilde "gönüllü döndüğüne" dair bir kağıt da imzalatılan bu Suriyeliler'in hayatı böylece ikinci kez kaymış oluyor.

Temmuz 2019 itibariyle ülkesine dönen Suriyeli sayısı İçişleri Bakanlığı verilerine göre, 333 bin 729. Bu kişilerin çoğu da Cerablus, El Bab, Mare, Azez, Afrin hattının ötesine geçmedi. Esad'ın kontrol ettiği bölgelere dönüldüğünde, gözaltına alınmak, hatta kaybedilmek riski de var. İnsan Hakları Örgütü HRW raporuna göre 2011'den yana kaybedilen Suriyeliler'in sayısı 90 bin!

Yine de Suriye'nin artık güvenli olduğu konusunda ısrar ediyorsanız buyurun, mesela iki günlüğüne Halep'e gidin. Yolda ya da mola verdiğiniz yerde nereye dağıldığı belli olmayan eski IŞİD'lilere, diğer cihatçı gruplara teğet geçin. Bir yıkıntının uzun zamandır olmayan çatısının altında yatın. Açık olmayan markete bir uğrayın alışveriş için. Bir şikayetiniz varsa, maazallah yaralanırsanız falan, bombalanan bir hastanenin artık yerinde olmayan acil servisine gitmeyi deneyin. Olmayan paranızla o iki günü geçirin. Çocuktu, eğitimiydi, işti güçtü, bu gibi şeylerle uğraşmadan iki güncük.

 

Bayram sefası değil, yılların cefası

Sınırdan fotoğraflar geldiği anda gazetecisi de dahil herkes "Bayramda ülkelerine gidenler mülteci olamaz" diye atlıyor ortaya. Sanki bu insanlar Suriye'ye sefa sürmeye gidiyor. Çoğunluk yıllardır görmekleri akrabalarıyla görüşme imkanı doğduysa, bunu değerlendirmek istiyor. Kimi yıkılmış ya da talan edilmiş evinin haline bakmaya, dönebilir mi diye fikir edinmeye gidiyor. Üç milyon 600 bin Suriyeli'den sadece birkaç bini izinli olarak bu ziyaretleri yapıyor bu arada. Sırf 7 bin kişi sınırın ötesindeki güvenli bölgeye geçip geri geldi diye bütün Suriyeliler'in dönebileceğini iddia etmek hangi akla sığıyor?

"Gitsinler savaşsınlar!"

Kimse savaşmaya zorlanamaz. Bu birinci kural. Hele yabancı güçlerin müdahilliğiyle büyüyen, karmakarışık bir savaşı sırtlamaya kimse kimseyi zorlayamaz. Suriyeliler de böyle bir savaştan kaçıp gelmişler. Orduya alınmamak için kaçmışlar, ne olduğu belirsiz cihatçı gruplardan kaçmışlar, ailelerini korumak için kaçmışlar. Kendilerini gittikçe büyüyen bir alev topunun içinden zar zor atmışlar. Bugün deniz kenarında insanca vakit geçirmesine tahammül edilmeyen 18-20 yaşındaki gençler mesela, Türkiye'ye geldiklerinde çocuktular. Ellerine hiç silah almadılar. Suriye'deki düzensiz savaş içinde kimle, nasıl savaşacaklar, bunun cevabı da yok aslında.

Onları nargile içerken gösteren fotoğrafların yanına iliştirilen Türk askeri fotoğraflarına gelince… Türkiye kendi çıkarları nedeniyle Suriye'de. Sahadaki hedefi de Rusya destekli Esad güçleri değil, IŞİD'den de öncelikli olarak Kürtler. Yani YPG'nin başını çektiği, IŞİD'e karşı en etkili savaşı vermiş olan Suriye Demokratik Güçleri. Şunu da hatırlatalım: Türkiye de ABD, Katar, Suudi Arabistan gibi, bu savaşın büyümesinin sorumlusu ülkeler arasında yer alıyor. Bu yüzden de Suriyeliler'in hayat mücadelesini kolaylaştırmak Türkiye için bir lütuf değil, yükümlülük.

Özetle, Suriyeliler'in neden istenmediğine dair iddiaların hepsi fos. Suriyeliler'e atfedilen taciz, hırsızlık gibi suçlar da Türkiye de dahil olmak üzere her toplumda var. Bu tür suçların faillerini göstererek tüm Suriyeliler'in "defolmasını" istemek iyi niyetle bağdaştırılacak bir tutum değil.

Bu satırları okuduktan sonra hala daha, "Bana ne, beni ilgilendirmez, defolup gitsinler" diyorsanız, yapacak bir şey yok. O zaman "Türken Raus" diyenlerden bir farkınız olmadığını da kabul etmek zorundasınız.

Banu Güven

© Deutsche Welle Türkçe