100. yılında Lozan Antlaşması tartışmaları sürüyor

Lozan’ın gizli maddeleri var mı?

100. yılında Lozan Antlaşması tartışmaları sürüyor




100. yılında Lozan Antlaşması tartışmaları sürüyor

İsviçre’nin Lozan şehrindeki Rumine Sarayı’nda 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması, Birinci Dünya Savaşı’nın son antlaşması olarak tarihe geçti.

“Düvel-i muazzama” olarak da tanımlanan itilaf devletlerinin savaşta yenilgiye uğrayan diğer ülkeler Almanya (Versailles), Avusturya (Saint Germain), Trianon (Macaristan) ve Bulgaristan (Neuilly) ile yaptığı antlaşmaların üzerinden 20 yıl geçmeden çıkan İkinci Dünya Savaşı ile bozulsa da, Türkiye ile imzalanan Lozan Antlaşması kısmi tadilatlara uğramasına rağmen hala büyük ölçüde tasarımını koruyor.

Ancak Türkiye’de bu antlaşma üzerindeki tartışmalar bitmek bilmiyor. Kimileri Lozan’ı “zafer” kimileri “hezimet” tanımlarken son yıllarda bu tartışmaya bir yenisini eklendi. Bu da ‘Lozan imzalandıktan 100 yıl sonra yürürlükten kalkacak ve gizli maddeleri ortaya çıkacak’ tartışması.

Lozan’ın gizli maddeleri var mı?

Tarih Vakfı Başkanı ve İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi Mehmet Ö. Alkan, “gizli madde” iddialarını trajikomik buluyor.

VOA Türkçe’nin konuştuğu Prof. Alkan, “Gerçekten çok gülünç bir mesele. Çünkü böyle bir şeyin olma ihtimali yüzde sıfır. Neden sıfır olduğunu söyleyeceğim size. 1917 yılında Bolşevikler Rusya’da devrim yaptıklarında Çarlık döneminde yapılan gizli anlaşmaları dünyaya ilan ettiler. Hemen hemen o tarihten itibaren uluslararası anlaşmaların, devletler arasında yapılan uluslararası anlaşmaların yürürlüğe girebilmesi için parlamentolardaki onay geleneği uygulaması geldi. Bizde de antlaşma Türkçe’ye çevirilip alenileştikten sonra Meclis’te oylandı. Aslına bakarsanız Mustafa Kemal Atatürk özellikle de İnönü ‘Milli Şef’ döneminde doğrudan eleştirilemediği için onun kazanılmasında büyük rol oynadığı Lozan Antlaşması’nı itibarsızlaştırarak, bunun üzerinde dolaylı bir saldırı şeklinde kullanıldı” dedi.

Kültür Üniversitesi öğretim üyesi Hazal Pabuççular ise Türkiye’de bilgiden çok inancın öğrenme sürecinden etkili olduğuna dikkat çekiyor.

VOA Türkçe’ye röportaj veren Doçent Pabuççular, “Herhangi bir gizli antlaşma gösterin ki 100 sene boyunca saklı kalmış ve hiçbir arşivde bulunamıyor. Bu iddiayı savunanlar ve Lozan’ı ‘hezimet’ olarak görenler genelde aynı çerçeveden, aynı kamptan geliyorlar diyebiliriz aslında Madenlerimizi kullanmamızın engellendiği söyleniyor. Ama işte daha 1935’te Eti Maden kurulmuş. İsteyen açıp bakabilir tarihçesine. Türkiye’de temel sıkıntılardan bir tanesi de öğrenmekten ziyade inanmak. Genel olarak baktığımızda başarılı bir antlaşmadır ve hezimet yoktur. Zaten Sevr Antlaşması’nı çöpe atmış bir antlaşma” ifadelerini kullanıyor.

Lozan Antlaşması’na giden yolda birçok kilometre taşı var ama en kritik konulardan biri hiç şüphesiz Sevr Antlaşması. Dönemin Osmanlı sadrazamı Damat Ferit Paşa tarafından imzalanan antlaşma İstanbul’daki meclis kapatıldığı için onaylanmadı. Ve Ankara’daki Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde büyük tepki gördü. Birinci İnönü Savaşı ile başlayan İkinci İnönü Savaşı sonrası toplanan Londra Konferansı da itilaf devletleri yine Sevr antlaşmasını gündeme getirmişse de, İstanbul hükümetinin davetiyle oturumlara katılan Ankara delegasyonu TBMM’nin uluslararası meşruiyetinin ilk kez tanınmasını sağlamış oldu.

Sonrasında her ne kadar Kütahya-Eskişehir Savaşı’nda yaşanan bozgun sonrası Türk ordusu Sakarya Nehri’nin doğusuna çekilmişse de, sonrasında Sakarya ve Dumlupınar savaşları sonrası Yunanistan’ın Anadolu işgaline son verildi ve yeniden müzakere masası hasıl oldu.

İç siyasetteki çekişme Lozan’a nasıl yansıyor?

Peki bu müzakere masasında Türkiye’yi kim temsil edecekti? En kuvvetli adaylar olarak Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal (Tengirşenk) ve o dönem bir nevi başbakanlığını üstlenen TBMM İcra Vekilleri Heyeti Reisi Hüseyin Rauf (Orbay) öne çıkıyordu.

Mehmet Ö. Alkan buradaki tercihin Cumhuriyet elitinin kendi içindeki rekabetini de gözler önüne serdiğini şu sözlerle aktarıyor: “Lozan’a kim gidecek? Rauf Bey’in arzusu aslında kendisinin gitmesi şeklinde. Rauf Bey’in gitme amaçlarından bir tanesi 30 Ekim 1918’de Limni Adası’nın Mondros Limanı’nda demirli Agamemnon zırhlısında attığı imzanın izlerini silmekti. Böylelikle Mondros Antlaşması’nı hükümsüz kılmak istiyordu. Bu bir tarafı. Diğer tarafında ise eğer Lozan’a giderse döndüğünde alternatif liderliğini ya da lider adaylığını pekiştirecekti. Mustafa Kemal Paşa’ya karşı liderlik yarışında bir güç elde etmiş olacaktı.”

Kurtuluş Savaşı’nın ilerleyen aşamalarında eski arkadaşları ile yaşadığı sorunların farkında olan Mustafa Kemal Paşa ise Rauf Bey’in başmurahhas olmasına karşıydı. Onun aklındaki isim ise 11 Ekim’de Mudanya Mütarekesi’ni imzalayan Garp Cephesi kumandanı İsmet Paşa’ydı. Mustafa Kemal Paşa, Yusuf Kemal Bey’in istifasını sağlayarak İsmet Paşa’nın 30 Ekim’de Dışişleri Bakanı olarak seçilmesini sağladı. İlk kez askeri çizmesini çıkararak diplomat iskarpinini Lozan’da giyen İsmet Paşa’nın performansı merakla bekleniyordu.

“İsmet Paşa müzakereyi bazen İngilizler de çıldırtacak şekilde durdurabiliyor”

Doçent Hazal Pabuççular da iç siyasetteki gerilimin İsmet Paşa’yı öne çıkardığını söylese de, Mudanya dışında diplomatik bir deneyimi olmayan Lozan Antlaşması başmurahhasının beklentilerin üzerinde bir performans verdiği görüşünde.

Pabuççular, “Delegasyonun başına baktığınız zaman bir paşa. Görece deneyimsiz diyebileceğimiz bir ekip, bir delegasyon oraya gönderiliyor. Diğer taraftan da Osmanlı hariciyesi son dönemde aslında Avrupalılar’a karşı diplomaside ellerinde kazandıkları çok da bir şey yok. Bu açıdan baktığımızda Yeni Türkiye’nin aslında eski Osmanlı diplomasisini devam ettirmeyeceğini gösteren bir örnek. İsmet Paşa’ya gelince müzakereyi bazen İngilizler’i de çıldırtacak şekilde durdurabiliyor. Konu üzerinde çalışmak istiyor, talimat bekleyeceğini söylüyor. Bu tutumlarıyla zaman kazanmış oluyor. Karşısında Curzon gibi İngiliz dışişlerinin önemli insanlarından bir tanesi var. İngiltere gibi bir devletle uğraşmak hiç kolay değil. Bu bağlamda Curzon’ın istediği tempoda gitmektense o tempoyu bazen yavaşlatarak aslında meseleleri kendi lehine çevirmeye çalışıyor” diyor.

İtilaf Devletleri, Lozan görüşmeleri için İstanbul hükümetine davetiye çıkarınca Ankara hükümeti bir taşla iki kuş vuruyor. TBMM 1 Kasım 1922’de saltanatı kaldırarak Osmanlı ailesinin Türkiye üzerindeki hegemonyasını sona erdirirken kendisini de uluslararası meşruiyete sahip tek merci haline getiriyor.

Lozan görüşmelerinin ilk safhası

Güvenlik görevlileri de dahil olmak üzere 48 kişilik heyetiyle 13 Kasım’da Lozan’a varan ancak konferansın bir hafta ertelenmesi üzerine Paris’te temaslarda bulunan İsmet Paşa, 20 Kasım’da açılış toplantısına katılığında elinde sadece İcra Vekilleri Heyeti’nin imzalamış olduğu 14 maddelik bir talimatname var. Üstelik Ankara ile kurulabilecek iki telgraf hattından biri İngilizler’in diğeri Fransızlar’ın kontrolunda.

TBMM hükümeti üç konuda çok hassas: Sınırlar, kapitülasyonlar ve Boğazlar. Özellikle “Ermeni yurdu” konusu ve kapitülasyonlar Ankara’ya başvurulmadan heyetin Lozan’ı terk etmesini mecbur kılıyor. Trakya sınırları konusu çözülüyor. Ermeniler’e toprak verilmesi konusu da çözülüyor. Ancak kapitülasyonlar ve Musul-Kerkük konusunda ilerleme sağlanamıyor. İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon’un “Bundan iyi anlaşma yapma imkanınız olmaz” sözlerine rağmen İsmet Paşa “Ben memleketimi esaret eden bir vesikaya imza koyamam” diyerek imzayı reddediyor. Bunun üzerine önce Lord Curzon, ardından diğer heyetler Lozan’dan ayrıldıktan sonra 4 Ocak 2023’te Türk delegasyonu müzakere şehrinden ayrılıyor.

“Musul için savaşmayı tercih edebilirsiniz ama onu sonuçlarına da katlanmak zorundasınız”

Meclis’teki bazı üyelerin yalnız petrol kaynakları menbaı değil aynı zamanda “Türkiye’nin güvenliği” olarak gördükleri Musul meselesi için Türkiye’ni askeri hazırlık yaptığı biliniyordu. Peki bu mümkün müydü ya da askeri bir harekat olmadan Musul, Lozan’da Türk topraklarına katılabilir miydi?

Doçent Pabuççular, “Şu sorular hep konuşuluyor: ‘Geri dönmesek ne olacak? Savaşacak mıyız yoksa devam mı edeceğiz?’ Bu çok büyük bir sorunsal. Gerçekten ‘savaş olabilirdi’ diyebileceğimiz bir durum yok ortada. Kapitülasyonların kaldırılması çok önemli. Bunun için de müzakerelerin sürmesi gerekiyor. Ayrıca gidip savaşmadan Musul’u almanın çok imkan dahilinde olduğunu düşünmüyorum o dönemde. Evet sonuç olarak Musul ve Kerkük’ün İngiltere mandası bir ülke olması adil değil çünkü 30 Ekim 1918’den sonra İngilizler tarafından işgal edilen bir bölge. Meclis’teki gizli celselerde Meclis’teki çoğu insan ‘Musul kaybedilirse Türkiye’de bir güvenlik problemi olacak’ görüşünü savunuyor. Bu konuda eleştiriler de getiriliyor. Savaşmayı tercih edebilirsiniz ama onu sonuçlarına da katlanmak zorundasınız” diyor.

Lozan görüşmelerinde Kürtler tartışması

İngilizler Musul meselesini gündeme getirdiğinde, bölgedeki nüfusu öne koyunca İsmet Paşa’nın nasıl bir tezle çıktığını Mehmet Ö. Alkan şöyle anlatıyor: “İngiltere şu tezi sunuyor; diyor ki ‘Musul ve Kerkük’e baktığımızda üç baskın nüfus var: Araplar, Türkler ve Kürtler. Araplar en çok nüfusa sahip dolayısıyla ‘Araplar’a ait olmalı’. Tabi Araplar’a verilmesi bölgenin İngiliz yönetimine geçmesi demek. Türkiye heyeti ise ‘Hayır orada çoğunluk Türkler’dedir’ diye bir tez ileri sürüyor. İngilizler bu teze itiraz edince İsmet Paşa, ‘Türkler ve Kürtler Turani kavimdir yani her ikisi de Türkler ve Kürtler Türkleri temsil eder’ diyor. Bu tez aslında Kürtler’in Türk olduğu yönündeki tez ilk kez resmen dile getiriliyor. Ki İttihat ve Terakki 1916’da ‘Kürtler’ diye bir kitap yayınlanmıştı. Onların Türklüğü ilk orada iddia ediliyordu. Bundan altı yıl sonra Lozan görüşmeleri sırasında Kürtler’in Türklüğü, Turani bir kavim olduğu İsmet Paşa tarafından iddia ediliyor.”

“Her sorunumuzu böyle homojenleşmeyle çözeceksek zaten dünya yaşanmaz bir hale gelir”

Mehmet Ö. Alkan, tarafların anlaştığı “mübadele” konusuna da dikkat çekiyor ve “Lozan heyetine verilen önemli emirlerden bir tanesi mübadele konusu idi. Bu mübadele büyük bir trajedidir. Biliyorsunuz hala daha o trajedinin bu kuşaklara kadar gelmiş etkisini görüyoruz. Bana zaman zaman sorulur ‘Mübadele olmasaydı çatışma çıkmaz mıydı Anadolu’da?’ diye. Her sorunumuzu böyle homojenleşmeyle çözeceksek zaten dünya yaşanmaz bir hale gelir. Evet farklılıkların birarada bulunması bir çatışma konusu olabileceği gibi bir uzlaşma konusu da olabilir. Burada bir homojenleştirme olduğunu Ermeni tehcirinden beri görmemiz gerekiyor. O homojenleştirme Lozan görüşmelerinde Batı Trakya’daki Müslümanlarla Türkiye’deki İstanbul hariç Ortodokslar’ın mübadele edilmesi olarak yansıdı. Bunun neden dini olarak tanımlandığına gelince, etnik diye bir tanım yaparsanız Kürtler’e de azınlık hakları vermeniz gerekebilir. Bunu bertaraf etmek için mübadelede esas özellik dini oldu.”

Ege adaları neden alınmadı?

Türkiye’de uzun yıllardır karasularına yakın olan adaların neden Lozan’da alınmadığı tartışılıyor. Söz konusu edilen adalardan Meis ve Kos içinde yer aldıkları 12 Adalar gibi Uşi Antlaşması’yla İtalyanlar’a, Midilli ve Sakız gibi adalar ise Balkan Savaşları ile Yunanistan’a kaybedilmişti. Doçent Hazal Pabuççular, o günün koşullarında adaların çok önemli bulunmadığını söylüyor.

Kültür Üniversitesi öğretim üyesi, “Meis dışında adalar Lozan’da çok tartışılmamıştır. Ama bir taraftan da Misak-ı Milli sınırlarını geri almayı hedef almış bir delegasyon için bana kalırsa adaları çok tartışmaya açmak çok da ihtimal dahilinde değil. Yani adalar Türk delegasyonunun önceliği değil. Mesela Türkiye Meis meselesi üzerine gittiğinde İtalyanlar farklı meselelerle Türkiye’nin üzerine geliyor. Türk delegasyonu diğer meseleleri daha çok önemser halde. Barış yolunun kapanacağının farkında oldukları zaman bazı sınır meselelerinde geri adım atılabiliyor. Bunun Türkiye’nin gelenekleri ile de alakalı olduğunu düşünüyorum. Yeni Türkiye devletini kuranlar genellikle askerler ama bunlar çoğunlukla karacı askerler. Örneğin Karağaç’ı daha önemli görüyorlar stratejik olarak adalardansa. Meselenin böyle bir boyutu var. Bir de İzmir’e girildiğinde neden adaların alınmadığı da sorgulanır ama donanmanın ne durumda olduğu konuşulmaz?” diyor.

İsmet Paşa’dan Mustafa Kemal Paşa’ya: “Her dar zamanda hızır gibi yetişirsin”

Düyun-u Umumiye’yi kaldıran, Osmanlı borçlarının yüzde 35’ini bu ülkeden kopan 15 ülkeye bölüştüren Türk delegasyonunun en başarılı olduğu konulardan biri kapitülasyonlar olsa da bu borçları Yunanistan’ın savaş tazminatına saydıramaması Rauf Bey ile İsmet Paşa arasında ciddi bir meseleye dönüştü.

İcra Heyeti Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey’le antlaşmanın imzalanması konusunda yaşanan anlaşmazlığı gidermek için TBMM Başkanı Mustafa Kemal Paşa’ya başvuran İsmet Paşa, ondan gelen “Hiç kimsede tereddüt yoktur” yazılı telgrafa “Her dar zamanda hızır gibi yetişirsin. Dört beş gündür çektiğim azabı tasavvur et. Büyük işler yapmış ve yaptırmış adamsın. Sana bağlılığım bir kat daha artmıştır” yanıtını yazdıktan dört gün sonra görüşmeler boyunca kaldığı Lozan Palas’tan imza töreninin yapılacağı Rumini Sarayı’na gitti.

Türk heyetinin başkanı, Mont Benon gazinosundan sonra, Uşi şatosunda yapılan Lozan görüşmelerine son şeklini veren 143 madde ve 7 eki bulunan Lozan Antlaşması’na imzasını attı.

“Lozan uluslararası tanınma ve bağımsızlık getirmiştir”

Peki yüz yıl sonra bu antlaşma ne anlama geliyor?

Prof. Mehmet Ö. Alkan, “Türkiye’nin bir barış ihtiyacı var günün sonunda. Kurtuluş Savaşı kazanılmış, Sevr Antlaşması’nı çöpe atmışız. Yeni bir anlaşma yapmak için Lozan’a gitmişiz ama on yıllık uzun bir savaştan çıkmış bir Türkiye var. Türkiye’nin yeniden savaşa girmesi tabii ki imkan dahilinde ama bu savaşın Türkiye’yi nereye götüreceği pek belli değil. Zaten Boğazlar Sözleşmesi Türkiye’nin istediği şekilde gitmediğinde, İsmet Paşa, ‘Sonradan revize edilebilecek bir şey için ben neden barışı çöpe atayım?’ diyor. Bence Cumhuriyet’e giden yoldur Lozan. Bir uluslararası tanınma getirmiştir. Lozan Antlaşması’nın içeriğine baktığımızda kapitülasyonların ilga edildiğini görüyoruz. Bu da Türkiye’nin bağımsızlığını kazanması anlamına geliyor” diyor.

“Esas olan zafer ya da hezimet değil uzlaşmadır”

Prof. Alkan, Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı sayesinde kalıcı bir uzlaşma sağladığının altını çizerken 1. Dünya Savaşı sonrasında yapılan diğer antlaşmalardaki sorunların bugünkü krizlerin ana çıkış noktası olduğu kanaatinde.

“Lozan bir ‘zafer miydi hezimet miydi?’ Bu tür çözüm süreçleri gibi bu tür anlaşmalar zafer üzerine kurulan süreçler değildir, uzlaşma üzerine kurulan süreçlerdir. Çünkü birinin zaferi bir başkasının hezimetidir. Dolayısıyla tarafların tatmin olacağı uzlaşacağı bir metin her şeyden evladır. Esas olan uzlaşmadır. Ben hep söylerim, Birinci Dünya Savaşı hala bitmiş değil. Bu savaşın o bitmeyen sorun ve sonuçlarını yaşıyoruz. Onların çatışmalarını yaşıyoruz. Suriye’de, Irak’ta, Musul’da, Kuzey Afrika’da, Balkanlar’daki çatışmalar ve uluslararası rekabet de aynı zamanda Ukrayna ile Rusya arasında yaşanan sorunlar buna dahildir, tümü Birinci Dünya Savaşı’nın ürünüdür.”

Özden Toker: “Biz Atatürk’ün sayesinde varız, Türkiye var hep var olacak”

Son sözü, Lozan Antlaşması’nı yıllardır sabırla doğru anlatmak için uğraşan bugün de (24 Temmuz 2023) Heybeliada’daki İnönü Müzesi’nde bir etkinlik düzenleyen İsmet Paşa’nın kızı Özden Toker’e bırakalım:

“Daha fazlasını istemiyoruz. Ne kimseye bir şey vereceğiz ne kimseden bir şey alacağız. Tamamıyla sınırımızla barışığız. Özgür bir Türkiye Cumhuriyeti idealine bütün gayretimizle inancımızla bağlıyız. Biz Atatürk’ün sayesinde varız, Türkiye var hep var olacak.”

Hilmi Hacaloğlu / VOA