12 Eylül 1980 darbesinin bir projesi miydi; yoksa sivil direnişin son hamlesi mi: Turgut Özal (1)
Tarihte bugün, Turgut Özal 8. Cumhurbaşkanı olarak Çankaya Köşkü’ne çıktı.
Mehmed Mazlum Çelik, 8. Cumhurbaşkanı olarak Çankaya Köşkü’ne çıkışının yıl dönümünde Turgut Özal'ı Türkçe için yazdı
Tarihte bugün, Turgut Özal 8. Cumhurbaşkanı olarak Çankaya Köşkü’ne çıktı.
Özal, yaklaşık 30 yıl boyunca asker hakimiyetinde kalan Cumhurbaşkanlığı makamına tekrar bir sivil politikacının gelmesini sağladı.
Kaderin bir cilvesi ki, Turgut Özal'ın kariyer planlamasını şekillendiren Anadolu'nun bir kentindeki bir merkepti.
Turgut, kardeşi Korkut ve arkadaşlarının getirdiği merkebe şöyle bir baktı ve tekmeleyip tekmelemediğini sordu.
Henüz cevabı dahi dinlemeden merkebe atladığı gibi süvari misali ileri atıldı. Korkut’un korkulu bakışları arasında Turgut gözlerden kayboldu.
Korkut akşama doğru ağabeyinin merkepten düştüğü haberini aldı. Merkep, Turgut’u üstünden atmış ve sivri bir kaya parçasına denk gelen dirsek kemiğinde ciddi bir zedelenmeye sebep olmuştu.
Doktorlar, Turgut’u muayene ettikten sonra tek çarenin dirsekten kırılmış kolun kesilmesi olduğuna karar verdi. Turgut, bu haberi aldığında ailesine direndi ve şöyle dedi;
Beni öldürün, kolsuz yaşayamam!
Aile, oğullarını hastaneden çıkarttı ve çaresizce halk hekimlerini araştırmaya karar verdi. Önce Silifke, sonra Mersin’de karış karış bu biçare çocuğun kolunu tedavi edebilecek bir Yörük doktoru arandı.
Aranan doktor, Adana’da bulundu. Civar bölgede Beşir olarak ünlenmiş Yörük, Turgut’un kolunu kesmeden kaynaştırmıştı; ama bu kez kol yanlış kaynaşmıştı. Kırık kol, sağlam kola göre kısa kalmıştı.
Aile tekrar aramaya koyuldu. Bu kez Hacı Dede isimli hekim yanlış kaynamış kolu tedavi edebileceğini söyledi; lakin bunun için Turgut’un kolunu aynı yerden yeniden kırması gerekiyordu.
Çeşitli macunlar ile yumuşatılan kemik, buhar suyu ile iyice kıvama getirildi. Sonra büyük acılar içinde dirayet gösteren Turgut’un kolu aynı yerden ikinci kez kırılıverdi.
Kol kurtarılmıştı; ama bir pilot olmak isteyen genç Turgut, bu olaydan sonra kariyer planını değiştirmek zorunda kaldı.
İyi bir devlet adamı olacak Turgut, pilot olup gökyüzünde uçma hayallerine böylece veda etmişti.
Cumhuriyet kadını bir öğretmenin idealist oğulları: Turgut ve Korkut Özal
Turgut Özal, 13 Ekim 1927 yılında Malatya’da doğmuştu. Annesi Hafize ‘Genç Cumhuriyet’in yetiştirdiği idealist öğretmenlerdendi. Baba Mehmet Sıddık da devlet memuruydu. İki isim de oğulları Turgut ve Korkut Özal’ın eğitiminde önemli rol oynamıştı.
Baba Mehmet Sıddık; matematik ve dini ilimlerde oğullarının gelişimine önemli katkılar sunarken anne Hafize Hanım ise oğullarının her şeyiydi.
İdealist öğretmen Hafize Hanım, Hasan Celal Güzel başta olmak üzere birçok önemli ismin de öğretmenliğini yapmış birikimli bir öğretmendi.
Turgut Özal'ın annesi Hafize Özal
Turgut Özal, yıllar sonra verdiği bir mülakatta annesi Hafize Hanım'a ait birçok kitabı hala kütüphanesinde muhafaza ettiğini söyleyerek kişisel birikimi ve gelişimindeki etkisini uzun uzun açıklamıştı.
Anne ve baba devlet memuru olması sebebiyle Turgut ve Korkut kardeşler memleketi diyar diyar dolaşmışlardı.
Üniversite yılları: Turgut Özal’ın elinden sigara düşmez
Turgut Özal, üniversite yıllarında da kardeşi Korkut Özal’dan ayrılmadı; fakat, kimsenin beklemediği bir şekilde Turgut Özal, Türkiye derecesi denilebilecek bir puan almasına rağmen İTÜ İnşaat Mühendisliği gibi rağbet edilen bir bölüm yerine İTÜ Elektrik ve Elektronik bölümünü okumaya karar verdi.
Bu durum, Süleyman Demirel’in de hocası olan ve Oğuz Atay’ın “Bir Bilim Adamının Romanı” isimli eserine de konu olmuş Mustafa İnan’ın dikkatini çekti.
Turgut Özal’ı yanına çağıran İnan, ona İnşaat Mühendisliğine geçmesini ve zekasını Elektrik ve Elektronik bölümünde heba etmemesini tavsiye etti.
Turgut, hocasına teşekkür etti; ama ısrarla bu bölümde kalmak istediğini söyledi.
Özal’ın üniversiteli yılları ekonomik açıdan pek parlak değildi. Ailesinin gelir durumu daralmış, Özal’a gelen tüm para ise sigaraya gidiyordu.
Özal’ın yıllarca kalbinden sorun yaşamasına neden olan sigara bağımlılığını şöyle anlatmıştı;
Ben üniversitede leyli meccani okudum. Ailem bana ayda beş lira para gönderirdi. Bazen bu da gelmezdi.
Benden az alanlar da vardı, çok alanlar da. Paramız bitince bazı şeyleri ortaklaşa idare ederdik. Pek borç olmazdı.
Mesela sigara içerdik. Para varken kalitelileri içerdik. Gelincik, Yenice...
Dolapta ‘Paşa Pantolonu’ dediğimiz asker sigarası olurdu. Para suyunu çekince dolaba hücum ederdik.
1947 yılında üniversitede sigara içmeye başlayan Özal, 1980 yılına kadar yaklaşık 33 sene sigara içmişti; fakat 1980 yılında kalbi teklemeye başlayınca düğmeye basılmış gibi sigara içmeyi bıraktı.
Turgut Özal, kardeşi Korkut Özal’ın aksine aktif politikadan uzak durdu. Üniversite yıllarında öğrenci hareketlerine katılmadı; ama Korkut’un tüm faaliyetlerini destekleyerek kardeşini çalışmaları konusunda cesaretlendirdi.
Sabancı’yı büyüme fikrine Özal teşvik etti
Turgut Özal, tartışmasız bir biçimde Süleyman Demirel’in devlet kademesindeki en önemli adamıydı. Demirel, henüz Devlet Su İşleri İdaresinde müdürlük yaparken Özal’ı keşfetmiş, siyasete atıldıktan sonra da onu yanından ayırmamıştı.
Demirel’in Özal’a verdiği en kritik görev ise 1 Şubat 1967 yılında onu Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) Müsteşarı olarak atamasıydı.
Sabancı, Adana’da kendi yağında kavrulan bir markayken İstanbul’a taşınıp büyük bir Holding olmasını sağlayan Turgut Özal’dı.
Sakıp Sabancı ile Turgut Özal
Sakıp Sabancı, yakın arkadaşı Turgut Özal’ın DPT’nin başına gelmesini şöyle açıklamıştı;
O zamana kadar Yarabbi ne formaliteler, inim inim inleyen insanlar, sanayiciler vardı; onlardan biri benim.
Turgut Özal Planlama’ya gelince sanki bir rüya gördük, bir rüya gerçekleşti. Çünkü inim inim inliyorduk.
Türk siyasetine Turgut Özal’ın kazandırdığı, önemli devlet adamlarından Ekrem Pakdemirli, Özal’ın DPT’deki çalışmalarını şöyle aktaracaktı;
Özel teşvikleri çok önemliydi. Ford, TOFAŞ, Renault fabrikalarının kurulma kararı alındı.
Teşvikler verilerek dayanıklı malların imalatı öne çıkarıldı. Sol düşünce bu gelişmelerden rahatsız olmuştu.
Özel sektöre ‘ÖZAL’ sektörü diyorlardı ve Turgut Bey’e de ‘Takunyalı müsteşar’ lakabını takmışlardı.
Turgut Özal, sıra dışı bir müsteşardı. Birçok devlet memurunun dini hassasiyetlerini sakladığı dönemlerde o, oldukça normal bir durummuşçasına seccadesini eline aldığı gibi namazını kılardı.
Özal’ın bu rahatlığı ve cesareti birçok memur tarafından hayretle karşılanan bir durumdu. Sol ona bu yüzden ‘Takunyalı müsteşar’ diyordu.
‘12 Mart 1971 Muhtırası’ Turgut Özal’ın ülkeden ayrılmasına sebep oldu
12 Mart 1971 askeri muhtırası Süleyman Demirel’i iktidardan düşürüp yerine bir teknokrat kabinesi olan Nihat Erim hükümetlerini getirdi.
Darbecilerin yasaklılar listesine koydukları isimlerden birisi de Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarı olarak görev yapan Turgut Özal’dı.
Yeni hükümet, Turgut Özal ile çalışmak istemediğini kesin bir dille kendisine iletti.
Türkiye’de aktif bir çalışma yapamayacağını anlayan Özal, Dünya Bankası’nın kendisine yaptığı iş teklifini kabul ederek Türkiye’den ayrılma kararı aldı.
Havalimanında oldukça kötü bir muameleye uğrayan Özal’ın yurt dışına çıkışına izin verilmedi; daha sonrasında hükümet Özal’ın gitmesine izin verdi.
Özal yıllar sonra DPT’den ayrılmak zorunda kalışını şu şekilde açıklayacaktı;
Eğer 1970 senesinde o hadiseler olmasa idi çok muhtemel Türkiye 1980’de yaptığı büyük değişikliği, büyük hamleyi 1970’lerde yapardı.
10 sene önce yapardı. 10 sene geciktik. Kore ile mukayese ettim, aramızda tam 10 sene fark vardır.
Turgut Özal ağabeyi Demirel’e ihanet mi etti?
Turgut Özal ABD’de yaklaşık 2,5 sene kalmıştı, bu süre zarfında Amerikan serbest piyasası ve demokrasisine hayran kalmıştı.
Bilgisi, birikimi artan ve ufku genişleyen Özal’ı yurda döndüğünde eski arkadaşı Sakıp Sabancı, Sabancı Holdinge transfer etti.
Sabancı kardeşlerden başka kimsenin giremediği yönetim kurulu toplantısına sadece Özal dahil olabiliyordu.
Sabancı, Turgut Özal’la büyüdü; fakat Özal daha sonra buradaki görevinden ayrılarak kendisinin de ortaklığını yaptığı bir demir-çelik işine girdi. Burada da önemli başarılar elde etti.
Özal’ın bu sektördeki başarıları sürerken ağabeyi olarak gördüğü Demirel, siyasette tekrar ipleri eline almayı başardı.
Demirel, 1979 yılında Özal’ı süper yetkilerle donatılmış bir müsteşar olarak tekrar göreve getirdi. Bu atama Özal’ın Cumhurbaşkanlığına kadar yükselecek yolda kaderini değiştirmişti.
Özal’ı sürekli kollayıp destekleyen Demirel, Turgut Özal ile ilişkisini şu sert ifadelerle dile getirmişti;
Gücümün yettiği her yerde kendisini korumuşumdur. 1965’ten 1980’e, 12 Eylüle’e kadar devlette her yere ben getirdim onu.
1979 sonrası 3 Aralık’ta göre çağırmasam kim tanıyacaktı?
Hem de neye rağmen çağırdım onu? MSP’den aday olmasına rağmen göreve çağırdım onu.
Demirel bu konuda haklıydı. 1977 yılında Turgut Özal, kardeşi Korkut Özal’ın teşvikiyle Necmettin Erbakan’ın partisi MSP’den İzmir milletvekili adayı olmuştu.
Oysa Süleyman Demirel’in karşısında aday olan Özal, Demirel’in siyasi zekası karşısında silinip gitmişti.
Özal, girdiği kahvehanelerde matematiksel tablolarla ekonominin inceliklerini anlatmaya çalışıp ülkenin battığını söylerken Süleyman Demirel meydanlarda “Kim ne veriyorsa ben iki katını vereceğim” diyerek kitleleri peşinden sürüklüyordu.
Özal yenilmişti; ama bir kez siyasetin tadını almıştı ve bu zehir kanında dolaşmaya başlamıştı.
Demirel, Özal için sözlerinin devamında çok daha ağır ifadeler kullanarak şunları söylüyordu;
Bu zatı yeniden sahneye çıkarmakla vicdan azabı çekiyorum. Sadece bu olan bitene değil; tıynete, karakter yapısına baktıkça...
Mazide siyasi rakibimiz değil, maiyetimizde... AP var olsa siz burada var olmazdınız zaten.
1977’de milletvekili seçilemiyorsunuz; 1983’te öyle bir zemin elinize geçiriyorsunuz ki... Neden?
1980 öncesi bütün kadrolarını biçmiş 12 Eylül kadroları. Tesadüflerin getirdiği bir kişi...
1977’de seçilememiş bir adamın 1983’te Başbakan yapılması... Hak etmediği bir şeyin üstünde duruyor.
Şuuraltında bunun rahatsızlığı vardır. Bunun doğurduğu bir kompleks... Benden, DYP’den müthiş gıcık alması bundan herhalde.
Süleyman Demirel haksız değildi, Turgut Özal’a Başbakanlık yolunu gerçekten de 12 Eylül 1980 darbesi aralamıştı.
Özal ise bu durumu şöyle değerlendiriyordu;
Benim Türkiye’de askeri rejimlerle izdüşümü girişim, iki hadisede ele alınabilir.
Birincisi 1967-71 yılları arasıdır. Ben o dönemde çok etkili bir Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarı idim.
O günkü şartlara göre hemen bütün yenilikler, bizim planlama müsteşarlığımız döneminde getirildi.
Mesela plan uygulama kanunu, teşvik sistemleri ile özel sektörün teşviki gibi yenilikler...
O zamana kadar planlama sadece devletle ilgiliydi. Ondan sonra özel sektörle ilgilenir hale geldi.
12 Mart 1971 askeri müdahalesi ile gelen askeri idare bizi devam ettirmedi. Bambaşka politikalara sahip kadrolarla çalıştılar.
Benim 12 Eylül öncesi durumum 12 Mart 1972 öncesi gibiydi. Süleyman Demirel’in sağ kolu gibiydim.
Bakanlar bizim söylediğimizin dışında ekonomik bir hamle yapamazlardı.
12 Eylül’de askerler sade beni yerimde bırakmadılar. Bakanlık verip yetkilerle donattılar.
Bunun sebebi 1978-80 yılında ülkenin ekonomik durumu fevkalade kritikti.
Ekonomik kararlar alınmış, bazı düzenlemeler görülmüştü. Ama daha uzun bir süreye ihtiyaç vardı.
Tam bir nekahet devresini tamamlayıp ayakları üzerinde durabilmesi, daha uzun süreye bağlıydı.
Yani Turgut Özal’a göre asker ona bir noktada muhtaç olduğu için kendisini göndermemişti; hatta tıpkı Demirel’in yaptığı gibi onu özel yetkilerle donatmıştı.
Kenan Evren ve Turgut Özal ilişkileri
Askeri darbe gerçekleştikten sonra Turgut Özal, özellikle Kenan Evren ile yakından çalışma fırsatı buldu. Özal’ın ekonomide yaptığı hamleler Evren’in takdirini toplamıştı.
Özal, 24 Ocak kararları ve devamında gereken ekonomik uygulamaları başarıyla hayata geçirmişti.
Özal, siyasete atılmaya karar verdiğinde ise Kenan Evren, MHP ve MSP’lileri partisine yaklaştırmama sözünü vermesi şartıyla parti kurmasına izin vermişti.
Aslında ordu içindeki gruplar, Özal’ın barajı geçemeyeceğini ve kontrol edilebilir bir kişi olduğunu düşündükleri için siyasete girişmesini engellemediler; ama Özal’ın özellikle siyasete girmesini ise hiçbir zaman teşvik de etmemişti.
Özal yalnızca fırsatları değerlendiriyordu ve cuntanın başı olan Kenan Evren ile iyi bir diyalog kurmuştu.
İleride ise Kenan Evren, Turgut Özal’ın mütedeyyin duruşu ve irtica karşıtı faaliyetlere yönelik isteksiz tavırlarından rahatsız olacaktı.
Bu noktada harekete geçen Kenan Evren, Özal’ı dengelemek için Süleyman Demirel’i sahaya sürdü.
Demirel’in siyasi yasağını gevşetti ve Demirel’in aktif siyasete giremese bile meydanlara çıkıp konuşmasının önünü açtı.
Kenan Evren endişelerinde haksız da değildi; çünkü Turgut Özal, başörtüsü meselesi başta olmak üzere irtica karşıtı faaliyet olarak görülen birçok uygulamayı çağdışı olmakla itham ediyordu.
Bu yasaklara karşı olduğunu söylemekten de geri durmuyordu.
Özal 1987 yılında bir gazeteye verdiği demeçte şunları söylüyordu;
Açık söyleyeyim ben bu mevzuda çok üzülüyorum. Hiçbir taraf için inat meselesi haline gelmemeli.
Hatta genç kızlarımıza biraz daha sabırlı olmalarını tavsiye ederim.
İnanarak örtüyorsa, biz laik devletsek, insan haklarına inanan demokratik devletsek buna karışmamamız lazım.
Turgut Özal yalnızca başörtüsü meselesi değil, Kürt meselesi gibi kritik konular hakkında da 12 Eylül 1980 darbesini gerçekleştirenlerden oldukça farklı düşünüyordu.
Fakat, Özal artık 1977’de girdiği kahvehanelerde halka anlamadığı matematiksel grafiklerle bilinmeyen bir dilden konuşan politikacı değildi, boynuz kulağı geçmişti.
Özal hem miting meydanlarının rüzgarını arkasına almıştı hem de Ekrem Pakdemirli, Adnan Kahveci ve Hasan Celal Güzel gibi özgül ağırlığı bulunan sayısız ismi Türk siyasetine kazandırmış bir liderdi.
1987 yılı Özal için mutlak iktidarının başlangıcı olacağı gibi aynı zamanda çöküşünün de miladı olacaktı.
Devam edecek...
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Mehmed Mazlum Çelik @mehmedmazlumcel
The Independentturkish