"1944 KIRIM SÜRGÜNÜ, AYNI ZAMANDA DİLİN SÜRGÜNÜDÜR..."
NEDEN KIRIM TATARCASI?
NEDEN KIRIM TATARCASI?
Kırım Tatarcasının kökeni nedir; nereden geliyor, sorularının yanıtını tartışmadan, bu yanıtın içinde etnolojik anlamda ‘ırk’ ve ‘dil’ ilişkisine dokunmadan, ‘milliyet duygusu’nun kaynağına inmeden Kırım Tatarlarının uzun soluklu varlık mücadelesini, dil ve kültürünü koruyarak varlık gösterme iradesini anlayamayız, anlatamayız.
(Başlıkta yer alan +ca eki, yazı dilini ifade etmektedir.)
TARİHÎ MİRAS VE KIRIM TATARCASI
Sekizinci yüzyılda Orhun Vadisi’nden/Ötüken’den başlayarak birbirini takip eden asırlarda Turfan, Hoço, Kaşgar, Balasagun gibi kültür merkezlerinde bir edebiyat meydana getirildi. Bu eserler, farklı din muhitlerinde (Budizm/Maniheizm, İslam) farklı alfabelerle (Runik, Soğd, Arap alfabeleri) ve doğal olarak her dini muhite dayalı söz varlığıyla gelişen ve şekillenen bir edebî dille kaleme alınmıştı. Kırım Tatarcası, 19. yüzyıla kadar Türk tili, Türk Uygur tili, Türkçe ve Türkî adlarıyla edebî dil düzeyinde kesintisiz devam eden bu edebî dilin yani, Türk dilinin Kıpçak koluna mensuptur. Kaşgarlı’nın Dîvânu Lugâti’t-Türk’te (1077) Türk boylarının konuşma dilleri/diyalektleri anlamında kullandığı lugâti’t-Türk yani, ‘Türk dilleri’nden biridir. Edebî dil, millî dilin işlenmesi ve diyalekt ötesi karakter, tür ve üslûp zenginliği kazanması, demektir. Orhun Anıtları’ndaki şiirsel ve tahkiyeli ifadeler, ihtişamlı hitabet ve nasihat üslûbu, mecazlar, deyimler, tekrarlar ve veciz sözler, bu işlenmiş dilin tanığıdır. Bu veciz edebiyat ve bozkır ozanlarının hafızalarında yaşayan destanlar, Türklerin o dönemde özgün dünya görüşüne, felsefe, tarih ve coğrafya bilgisine sahip olduklarını gösterir. Sekizinci yüzyılda kültür anlamında çağdaşlarından geride olmadıklarına işaret eder. Bugün Kırım Tatarcası da dahil bütün Türk yazı dillerinin kaynağı bu edebî dile dayanır.
OĞUZ-KIPÇAK DİL KARDEŞLİĞİ VE KIRIM OSMANLICASI
On üçüncü yüzyıl itibarıyla Anadolu, İran ve Azerbaycan’ın Türk yurdu hâline gelmesi, Türk yazı dilinin Doğu ve Batı Türkçesi olmak üzere iki koldan gelişmesi, Türk dili tarihi bakımından önemli dönüm noktasıdır. Kırım, Osmanlı Devleti’nin coğrafi sınırlarını Karadeniz’in kuzeyine kadar genişletme planının, dil sınırlarına da yansıması örneğidir. 1475’te Osmanlı Türkçesinin Kırım’da özellikle Kefe’de hayat bulması ve 450 yıl bu bölgede edebî dil olarak kullanılması, Kuzey/Kıpçak Türkçesinin konuşulduğu Kırım’da özellikle güney sahillerinde Kırım Osmanlıcasını beraberinde getirmiştir. Kırım toprakları, daha sonra siyasi olarak Osmanlı’nın elinden çıksa da Osmanlı Türkçesi, bu topraklarda bir süre yaşamış; fakat, bazı dil özelliklerini miras bırakmak suretiyle edebî dil hüviyetini bu coğrafyada kaybetmiştir. Kırım Osmanlıcası, aynı ‘ana dil’e sahip olan, fakat tarih ve coğrafyanın, daha doğrusu Rusya’nın uzun süreçte birbirinden ayırdığı iki Türk boyunun ortak yaşamına, yani etnolojik anlamda ‘ırk’ ve ‘dil’ ilişkisine tipik örnek teşkil eder.
SÖZLÜ DİLDEN YAZI DİLİNE: KIRIM TATARCASI
İlk yazılı dil verilerinden yirminci yüzyıla kadar süreklilik gösteren bir Türkî ‘Türkçe’ terimi var. Çağatayca terimi ise Nevâyî’den beri var; ancak Nevâyî 100 kez Türkî til diyorsa bir kez Çağatay tili der. On dokuzuncu yüzyılın ortalarına kadar Çağataycanın Kazak ve Kazan ülkelerinin tamamında, bütün Batı ve Doğu Türkistan Türklüğü tarafından ortak edebî dil olarak kullanılması, dönemin aydınlarının bıraktığı edebî eserlerle takip edilebilir.
SÖMÜRGECİ ÇARLIK RUSYASI VE KAPALI BOLŞEVİK POLİTİKALARI TÜRK BOYLARININ ORTAK DİLİNİ PARÇALADI
Öyle ki on dokuzuncu ve yirminci yüzyıl Batı ve Doğu Türkistan şiirinde Türk ve Türkistan millî kodlarının yer aldığı pek çok şiir yazılmıştır. Bu yüzyıl, aynı zamanda Türkistan’ın Rus istilasına uğramasıyla birlikte ortak edebî dilin yerini konuşma dillerinin aldığı bir dönemdir. Tarih ve coğrafya, araya mesafe koysa da içinde Kırım Türklerinin de bulunduğu Türk boylarının konuşma dilleri, elbette ayrı bir dil olacak kadar birbirinden uzaklaşmamıştı; aynı ‘ana dil’in Kaşgarlı’nın belirttiği gibi diyalektleri durumundaydı; ancak, Çarlık Rusyası’nın sömürgeci ve dış dünyaya kapalılık politikası, Bolşevik rejiminin birey özgürlüğü ve millî kimliğe izin vermeyen anlayışı, bu anlayışla hayata geçirilen dil politikaları, Türk boylarının ortak edebî dilini ortadan kaldırdı.
‘TÜRKİ’ İFADESİ SOVYET DÖNEMİNİN AYRIŞTIRICI ÇABALARINDAN BİRİDİR
Bu süreçte Kırım Tatarcası da Doğu Türkçesinden oluşturulan on dört edebî dil/yazı dilinden biri hâline geldi. Sovyet döneminde bu ayrıştırma çabası, en temel kavram olan Türk sözüne yapılan müdahalede bile kendisini gösterir. Kapsayıcı Türk kavramından vazgeçilerek bu dönem itibarıyla Türk, Türkiye Türkleri ve eski Osmanlı tebaasını; Türki (Arabî, Farsî gibi dil ismini ifade eder) Sovyet hâkimiyetindeki Türk halklarını ifade etmeye başladı. (Maalesef, Türki Cumhuriyetler ibaresi, bu kullanımın mirasıdır. Doğrusu Türk Cumhuriyetleri’dir.)
MİLLİYET DUYGUSU, ANA DİL VE KIRIM
Türk dilinin bağrından kopan Kırım Tatarcası, Kıpçak yâdigârıdır; Kıpçakçanın ta kendisidir. Kırım/Deşt-i Kıpçak’ta Hristiyan Kıpçaklardan derlenen Codex Cumanicus’un dilinin (on dördüncü yüzyıl) ve Ukrayna’da Gregoryen Kıpçakların meydana getirdiği yazılı mirasın (on altıncı-on yedinci yüzyıl) modern devamını temsil eder. Kırım Tatarcasının bu zengin tarihî arka planı, ‘milliyet’ ve milleti teşkil eden temel unsurların başında gelen ‘ana dil’ meselesini akla getiriyor.
‘MİLLET OLMANIN GEREĞİNİ YERİNE GETİRMİŞ MİLLETLER SÖMÜRGE ALTINA GİRSE DAHİ SONSUZA DEK VARLIĞINI SÜRDÜREBİLİR’
Sadri Maksudi Arsal, milliyet duygusunu sosyolojik ve biyolojik kaynağa dayandırırken ve ayrıca bu duygunun psikolojik niteliğinden söz ederken millet olmanın şartlarını da net çizgilerle ortaya koyuyor. Milletin, uzak mazide, uzun bir zaman diliminde, belirli bir toprak parçası üzerinde, aynı devletin çatısı altında kalabalık nüfusla ve bağımsız olarak yaşayan; aynı hukuk anlayışıyla, aynı dil, kültür, inanç sistemiyle ve etnolojik anlamda ırki mensubiyetle şekillenen sosyal bir varlık olduğunu ifade ediyor. Hobsbawm’ın ‘millet’ anlayışında da aynı esaslara yer veriliyor: Belirli bir toprak parçası, ortak değerlere, çıkarlara sahip topluluk ve bu topluluğun sürekliliğini sağlama adına sorumluluk üstlenen merkezi otorite… Arsal’ın sunduğu özelliklere tekrar dönecek olursak; bu şartlar, millet olmanın gereğidir ve bunlarla teşekkül etmiş bir millet, sömürge altına girse dahi sonsuza dek varlığını sürdürebilir.
‘MİLLÎ KÜLTÜR VE DİLİN KÖYLERE HAPSEDİLMESİ MİLLETİ ASLA YOK EDEMEZ’
Millî kültür eserlerinin yok edilmesi, millî dilin yazılı eserlerden ve şehirlerden silinerek köylere hapsedilmesi, milleti asla yok edemez. Bununla ilgili verdiği Çek milleti örneği, oldukça ilgi çekicidir. Asillerin ve aydınların yok edilmesi; Çek dilinde yazılan kitapların ve kütüphanelerin yakılıp yıkılması; neşriyatın yasaklanması; bu baskılar sonucunda aydınların vatanı terk etmesi; dilin resmî dil ve eğitim dili olmaktan çıkıp kırsal kesimde konuşma dili düzeyine indirilmesi; hatta aşağılanması; Çek milletinin Almanlaşması ve nihayet on dokuzuncu yüzyılda millî uyanış: Aydınlarının ana dillerine yönelişi; atasözleri, maniler, destanlar ve halk şiirlerinden yararlanmak suretiyle edebî dilin yeniden doğuşu; özellikle ana dil sevgisi ve millî şuurun şiirlerde ve eserlerde işlenmesi. Demek ki, köklü mazi, köklü devlet geleneğine sahip olan ve yukarıda belirtilen temel unsurlarla teşekkül etmiş toplumlar, esaret altında bile belirli bir ülkenin sınırları içinde yeterli nüfusla birlikte yaşıyorlarsa orada biyolojik ve sosyolojik esaslar gereği ‘millî kimlik’ asla kaybolmaz.
‘Millî kimlik’ arayışının en önemli unsurlarından biri ‘ana dil’dir. Arsal, bugün aramızda olsaydı Çek, Yahudi ve Fin örnekleri esasında açıkladığı milliyet duygusunu ve ‘ana dil’ anlayışını, günümüzde ana dilini koruma mücadelesi veren Kırım Türkleri için de ele alırdı. Arsal’ın 20 yaşlarında Gaspıralı İsmail Bey ile tanışması ve Paris’teki tahsili sırasında (1901-1906) Tercüman gazetesine yazılar göndermesi; Kırım ve Kazan Tatarlarıyla birlikte diğer Rusya Türklerinin istiklâl mücadelesi için görevler alması, onun Türk boylarının ortak kültür hayatı konusundaki hassasiyetini gösterir.
KIRIM’IN YÜKSELEN DEĞERLERİ
Kırım’ın 1880’li yıllarda Rusya Türklerinin millî aydınlanmasına hizmet eden merkez hâline gelmesi; Ceditçilik hareketinin öncüsü Gaspıralı İsmail Bey tarafından Rusya Türkleri arasında dil ve kültür birliğinin bu merkezde tesis edilmeye çalışılması; Usul-i Cedid adıyla eğitim reformunun ele alınması; bu reformla okullarda temel derslerin Rusça ve Türkçe yani, modern dillerde okutulmaya çalışılması; kültür faaliyetlerinin, Bahçesaray’da çıkan Tercüman/Perevodçik (1883-1917) gazetesiyle yürütülmesi; Tercüman’ın Türk Dünyası aydınları tarafından ciddi anlamda okunup takip edilmesi; Tercüman aracılığıyla Doğu ve Batı Türkistan’da Gaspıralı’nın fikirlerine destek veren aydınların günden güne artması ve bu hareketin yirminci yüzyılın ilk yıllarında Alaş Hareketi’ne ve 1926 Bakü Kurultayı’na zemin olması, Kırım’ın yükselen değerleridir.
‘DİL ANCAK KENDİ VATANINDA GURURLA HAYAT SÜRER’
Dil, ancak ve ancak kendi vatanında gururla hayat sürer. 1944 Kırım sürgünü, aynı zamanda dilin sürgünüdür; hatta yok edilişidir. Kırım Tatarcasının, 2009’da UNESCO tarafından ‘Tehlikedeki Diller’ kapsamına alınması da bunun kanıtıdır.
EDEBİYATTA SOSYAL YARAR VE ‘ANA DİL’ ŞİİRLERİ
Türk Dünyası’nda Ceditçilik, Milliyetçilik, Millî bağımsızlık hareketleri, tarih boyunca sanat ve edebiyata yön vermiş; hatta edebiyatın temel motivasyonu hâline gelmiştir. Bu kapsamda Gaspıralı İsmail Bey’in Ceditçi fikirlerinin kapsamına giren ‘ana dil’ kavramı, Bekir Çobanzade’nin (1893-1937) ‘Tuvğan til’, Abdullah Tukay’ın (1886-1913) ‘Tuğan til’, Mağjan Jumabay’ın (1893-1938) ‘Kazak tili’, Abdulhamid Süleyman Çolpan’ın (1893-1938) ‘Güzel Türkistan’, Abdurehim Ötkür’ün (1923-1995) ‘Uçraşkanda’, Bahtiyar Vahapzade’nin (1925-2009) ‘Ana dil’ şiirlerinde dramatik, fakat lirik tarzda vücut buluyor. Kırım Tatarı şair Çobanzade, dilinin geniş bir alanda kullanıldığını ifade ederken insanın yüreğindeki coşkuyu ve taşkınlığı en iyi kendi ana diliyle dile getirebileceğini vurguluyor. Kazak şair Mağjan, Kazakçanın köklü ve zengin bir dil olarak dünyanın her yerine dağılan Türk kardeşlerini kucaklayacak güce sahip olduğunu haykırıyor. Kazan Tatarı şair Tukay, dilini göklere çıkarıyor. Uygur şair Ötkür, ana dilin en büyük lezzet olduğunu, fakat ondan mahrum kaldığına hayıflanıyor ve Bahtiyar, kalpten kalbe yolun Fuzûlî diliyle mümkün olabileceğini söylüyor.
Çobanzade
Seni men Kırım’da Kazan’da taptım,
Cüregim kaynağan taşkanda taptım.
Mağjan
Taralğan Türki balaların bavrına,
Ak kolınmen tarta alarsın sen tilim.
Tukay
İy tuğan til, iy matur til, etken enkemnin tili,
Dönyada küp nerse bildim sin tuğan til arkılı.
Ötkür
Dedim şeker nedur? Dedi tilimdur,
Dedim bir ağzime, u dedi yak-yak.
Vahapzade
Ana dilim, sendedir halgın aglı, hikmeti,
Ereb oğlu Mecnunun derdi sende dil açmış,
Üreklere yol açan Fuzulinin sen’eti,
Ey dilim, gudretinle dünyalara yol açmış.
Kaynaklar
Arsal S. M. (1972/2018). Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları. İstanbul: Ötüken.
Ercilasun A. B. (1988/2011). “Sadri Maksudi’nin Milliyetçiliği”. Türk Dünyası Üzerine İncelemeler. Ankara: Akçağ. 323-335.
Ercilasun A. B. (2007). “Dilimizin Adı”. Makaleler Dil-Destan-Tarih-Edebiyat. Ankara: Akçağ. 15-38.
Gumilöv L. N. (2000). Hazar Çevresinde Bin Yıl, Etno-Tarih Açısından Türk Halklarının ve Çevre Halkların Şekillenişi Üzerine. İstanbul: Birleşik Yayıncılık Etnoloji/Tarih.
Hobsbawm H. J. (2017). Milletler ve Milliyetçilik – Program, Mit, Gerçeklik. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Klyashtorny S. G. /T. İ. Sultanov (2003). Kazakistan Türkün Üç Bin Yılı. İstanbul: Selenge.
Magocsi, P. R. (2014). This Blessed Land-Crimea and the Crimean Tatars/Şu Mübarek Topraklar-Kırım ve Kırım Tatarları. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Tenişev E. R. (1989). “Millî Döneme Kadarki Türk Edebî Dilleri”. Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten. S. 37, 301-307.
Ayyıldız Huri KAPTAN / QHA Ankara
qha.com.tr