2020'de yeni bir resesyon ihtimali tahminleri ne kadar gerçekçi?
Gittikçe artan sayıda ekonomist ve yorumcu dünya ekonomisinin bir viraja geldiğini, 2020 yılının bir kırılma noktası olabileceğini düşünüyor. Bu endişenin arkasındaki nedenler neler? Resesyon ihtimali sanıldığı kadar yakın mı? İktisatçı Ergin Yıldızoğlu'nun analizi.
Gittikçe artan sayıda ekonomist ve yorumcu dünya ekonomisinin bir viraja geldiğini, 2020 yılının bir kırılma noktası olabileceğini düşünüyor. Bu beklentilerin arkasında biri seküler, diğeri en azından şimdilik ideolojik iki gelişme var.
Birincisi; 2007 mali krizi ve "büyük resesyon" dünya ekonomisini ve siyasi dengeleri, hatta kültürel ortamı şiddetle sarsmıştı.
Bu sarsıntıların yankıları, krizin anıları, "büyük resesyonu" izleyen, düşük oktanlı da olsa, uzun büyüme döneminde giderek sönmüştü.
Bu dönemin artık sonuna geliniyor, ufukta yeni bir resesyon, buna bağlı bir finansal krizin olasılığı beliriyor. ABD ve Çin arasındaki "ticaret savaşı", Brexit, Hong Kong krizleri bu olasılığı daha da güçlendiriyor.
İkincisi, öncelikle ABD olmak üzere küresel çok uluslu şirketlerin yönetimlerinin zirvelerinde, Financial Times'tan Janan Ganesh'in deyimiyle 'Bilderberg sınıflarında', adeta telaşlı bir "sürdürülebilir kapitalizm" arayışı var.
"Büyük resesyon" yerini düşük de olsa büyümeye bırakırken, genel bir rahatlama havası içinde kimi yorumcular, "sağ popülist" akımlardaki yükselişe bakarak, "liberal düzenin bir finansal krizlik canı kaldı" diyerek uyarıda bulunuyordu.
İş çevrelerinin dergisi Fortune'un CEO'su Alan Murray yakın zamandaki bir yorumunda bu 'Bilderberg sınıfları' için "resesyonda patlak verebilecek devrimlere, kitlelerin baltalarını bileyip, hesap sormaya kalkmasına" ilişkin bir korkudan söz ediyordu.
New York Times'ta Farhaad Manjoo'nun yorumunun başlığı da "Genel Müdürler (CEO) resesyondan korkmalı; devrim getirebilir" diyordu.
Belli ki önümüzde çok kritik bir iki yıl var.
Resesyon beklentisi artıyor
2019'a, bu yıl, olmazsa gelecek yıl patlak verecek bir küresel resesyon, hatta finansal kriz beklentisi tartışmalarıyla girmiştik.
World Financial Review 1 Aralık 2018'de yayımlanan bir derlemede özetlemişti; J.P Morgan analistlerine göre, "2020'de, özellikle otomatik borsa işlemleri sisteminden kaynaklanan bir finansal kriz yaşanacaktı". Forbes dergisi, "2020'nin küresel bir finansal krizin bulaşmasıyla, ABD'nin tarihindeki en kötü yıl olabileceğini" düşünüyordu.
Moody's Analitics'in baş ekonomisti Frank Zandi, "2020 yılının gerçek bir kırılma noktası" olacağına inanıyordu.
Kanada Merkez Bankası eski başkan yardımcısı William White'a göre "gelecek resesyonun maliyeti çok daha yüksek olabilirdi".
Roubini'ye göre de "2020 yılında ekonomik koordinatlar bir küresel resesyon için olgunlaşmış" olacaktı.
Bu beklentilerin arkasında yalnızca 10 yıldır yaşanan düşük büyüme döneminin sonuna gelinmiş olmasına ilişkin kaygılar yoktu. Bu 10 yılda, küresel borç hacminin 140 trilyon dolardan 250 trilyon dolara, dünya toplam hasılasının 300 katına, yükselen piyasalarda da finans dışı özel sektör borcunun, bu ülkelerin toplam hasılalarının yüzde 105'ine ulaşmış olması, gelecek yıl bir kırılma olasılığını artırıyordu.
Yılbaşından sonra yatışmaya başlayan bu tartışmalar Ağustos ayında, ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşının sertleşmesi, ABD'de ve kimi Avrupa ülkelerinde bono faizlerinin uzun dönemli verimliliklerinin negatif alana geçmesi, ABD'de Dow Jones sanayi indeksinin 15 Ağustos'ta, bir günde 800 puan sert bir düşüşle sarsılmasıyla yeniden canlandı.
Ağustos ortasında ABD'de 10 yıllık hazine bonolarının verimliliği (yield) 2007 yılından bu yana ilk kez 2 yıllık bonoların verimliliğinin altına indi - verimlilik eğrisi tersine döndü.
Standard&Poors, 15 Ağustos'ta yayımladığı raporda gelecek 12 ay içinde ABD'de bir resesyon olasılığını % 35 olarak öngörüyordu.
J.P. Morgan'a göre bu olasılık yüzde 40.
140 milyar dolarlık fonu yöneten DoubleLine yatırım bankasını genel müdürü Jeffrey Gundalch bu olasılığı yüzde 75 düzeyinde tahmin ediyor.
ABD'de son imalat sanayii verileri sektörel bir daralmaya işaret ediyor.
Zayıf istihdam verileri ve Amerikan Merkez Bankası FED'in faiz indirme hazırlığı resesyon olasılığının ciddiye alındığını gösteriyor.
Almanya resesyona girdi. Avrupa Birliği (AB) çapında büyüme hızının 2019'da yüzde 1.8'den 2020'de yüzde 1.2'ye gerilemesi bekleniyor.
ABD ve AB'de en büyük 12 yatırım bankasının gelirlerinin bu yılın ilk 6 ayında önceki yılın ilk 6 ayına göre, son 13 yılda ilk kez yüzde 11 gerilemesi resesyon ve finansal kriz olasılıklarının güçlenmekte olduğunu gösteriyor.
Gerçekten de Schoereder yatırım bankasının baş ekonomisti ve stratejisti Keith Wade'in küresel ekonomi büyüme hızını bu yıl için yüzde 2.6, gelecek yıl için yüzde 2.4 olarak hesaplaması, küresel ekonomide resesyon sınırı olan yüzde 2.5 büyüme hızının gelecek 12 ay içinde geçilebileceğini düşündürüyor.
Bu resme ticaret savaşlarını, Brexit ile gelecek sarsıntıları ve diğer jeopolitik kaza olasılıklarını ekledik mi bir küresel finansal kriz riskinin giderek arttığını söyleyebiliriz.
Zirvede Korku
"Büyük Resesyondan", meydan işgal olaylarından sonra dünyanın "yüzde 1" olarak da anılan en zengin kesimlerinde, Janan Ganesh'in deyimiyle 'Bilderberg sınıflarında", küreselleşme sürecinin tersine dönmeye, milliyetçiliğin yükselmeye başlamasıyla birlikte bir gelecek kaygısı oluşmaya başlamıştı.
Bu kaygının en ilginç dışavurumlarından biri, yine bu kesimden Nick Hanauer'in 2014'te Politico dergisinde yayımlanan "Yabalar (harman küreği) geliyor… Biz plütokratlar (para babaları) için" başlıklı yazısıydı.
Hanouer, "My Fellow Zillionaires" (benim multi-milyarder yol arkadaşlarım) diye başladığı yazısında, "ben de sizden biriyim" dedikten sonra özetle, halk çok kızgın, kapitalizmi yaşam koşullarını iyileştirecek biçimde yeniden biçimlendiremezsek, "yakında ellerinde yabalarla kapımıza dayanacaklar" diyordu.
O günlerde kimi araştırmacı yazarlar, bu "zilyonerlerin" dünyanın ücra köşelerinde, Yeni Zelanda'da korunaklı barınaklar inşa etmekte, ıssız adalar satın almakta olduklarını aktarıyorlardı.
"Resesyonun nedeni fakirler değil"
Son yıllarda, bu korku yatışmış, ilgi gerilemişti. Bu yıl Nisan ayında Aspen Institute Economy Strategy Group'un, iş çevrelerinde liderlik konumunda olan 60 kişinin, ekonomistlerin ve siyasi liderlerin katılımıyla düzenlediği konferans ardından yayımlanan "Expanding Economic Opportunity for More Americans Bipartisan Policies to Increase Work, Wages, and Skills" ( Daha fazla Amerikalı için fırsatları, istihdamı, ücretleri ve vasıfları arttıracak bipartizan politikalar) başlıklı rapor, hedge fonu yöneticisi milyarder Ray Dalio'un toplantıdan bir kaç gün önce yayımlanan, "Why and how capitalism needs to be reformed" (Kapitalizmi neden ve nasıl yeniden şekillendirmek gerekiyor?) başlıklı denemesi bu korkunun ve ilginin yeniden canlandığını gösteriyordu.
Dalio denemesine, sağ ve sol popülizmin 1930'ları anımsatan biçimde yükselmeye başladığını, kapitalizm için seçeneğin giderek "evrim geçirmek ya da ölmek" arasında şekillendiğini savunuyordu. Dalio'ya göre daha "sürdürülebilir" bir kapitalizm gerekliydi.
Ancak, tartışmaları esas olarak, ABD'de Business Rountable (iş çevreleri yuvarlak masası) olarak bilinen Amazon, Apple, BlackRock, Bank of America, Walmart gibi 200 dev şirketi temsil eden örgütün yayınladığı yaklaşık 300 sözcüklü "Statement on the Purpose of a Corporation" başlıklı belge alevlendirdi.
Bu manifesto türü belge aslına çok soyuttu, pratik bir önerisi yoktu ama şirketlerin yalnızca hissedarların çıkarına öncelik vermesinin doğru olmadığını, toplumun sorunlarını da göz önüne alması gerektiği gibi çok genel bir önerisi vardı. "Manifestoda" kâr amacının ikinci plana ya da en azından toplum çıkarıyla aynı düzeye konması ortalığı karıştırdı, kapsamlı bir tartışma alanı yarattı.
Bu manifestonun esas ilginç yanı, 1970'lerin ortasında New York borsası mali krizinde Amerikan kapitalizmini savunmak için kampanya açan, finans kesiminin çıkarlarına öncelik veren, toplumu kâr dürtüsüne göre ve serbest piyasa eliyle yeniden örgütlemeyi öngören neoliberal politikaların formüle edilmesinde belirleyici rolü oynayan iş çevrelerinin refleksini örgütleyen bir örgütün elinden çıkmış olmasıydı.
Gerçekten de kapitalizm bir dönemeçte, bir paradigma değişikliğinin eşiğinde olabilir ve 2020-21 yıllarında ekonomik olduğu kadar bir ideolojik kırılma da gündeme gelebilir.
Kırılmanın hangi yönde olacağını ise kestirmek kolay değil.