2021 ve yönünü arayan Türkiye’nin jeopolitiği
Erdoğan’ın Moskova ziyareti ile Kuzey Suriye’de yeni bir statüko ortaya çıkmıştı.
2021 ve yönünü arayan Türkiye’nin jeopolitiği
Taha Özhan, “Trump’ın Amerikan kurumsal yapısını iptal eden yaklaşımlarına uygun bir şekilde ilişkileri kişiselleştirmeyi başaran Ankara’nın, Biden’la tekrar dirilmesi beklenen Washington kurumsal aklıyla pozitif bir gündem oluşturmak istemesi doğru bir strateji olacaktır” diyor.
Türkiye 2020’yi dış politika, güvenlik ve jeopolitik başlıklarında COVID-19 pandemisine rağmen oldukça yoğun bir şekilde geçiren ender ülkelerden birisi oldu. Sene başında, Şubat ayının sonunda, Rusya’nın İdlip’te TSK’ya hava saldırısı sonucu başlayan Ankara-Moskova-Şam hattında oluşan yüksek geriliminde Türkiye oldukça yoğun ve etkili bir askeri cevap verdi. Sonrasında Erdoğan’ın Moskova ziyareti ile Kuzey Suriye’de yeni bir statüko ortaya çıkmıştı.
COVID-19 salgını ortaya çıkmasaydı belki de Erdoğan-Putin arasında sağlanan ve Türkiye’yi tatmin etmeyen son Suriye uzlaşmasının ve zemininin korunması mümkün olmayabilirdi. Neredeyse bütün jeopolitik başlıklarda radikal bir zıtlık içerisinde olsalar da Ankara-Moskova arasındaki kırılgan ve akışkan ittifak 2020’yi de atlatmış oldu.
***
Türkiye açısından ikinci güvenlik ve dış politika başlığı ise 2019’da ciddi bir gündem oluşturan Doğu Akdeniz’deki enerji ve jeopolitik mücadelesiydi. Doğu Akdeniz’de devam etmekte olan gerilim Türkiye’nin BM tarafından da tanınan Trablus hükümeti ile deniz anlaşması imzalamasıyla Libya’yı; Amerika, Rusya, Fransa ve AB’nin Yunanistan’a destekleriyle de Ege’yi de içine alan bir tartışma ve gerilim alanına dönüştü. 2020’yi tamamlarken Azerbaycan ve Ermenistan arasında başlayan çatışmalara Türkiye dolaylı bir şekilde müdahil olarak Bakü’ye destek sağladı.
Türkiye 2020’yi aynı anda Washington ve Brüksel’den gelecek yaptırımlar tartışmasıyla tamamladı. Ancak bütün gerilime rağmen Washington’da oldukça düşük yoğunluklu bir yaptırım uygulaması kararı çıkarken Brüksel’de yaptırım tartışmaları ertelendi.
ABD ile geçen dört yıl içerisinde ilişkileri doğru bir strateji ile Erdoğan’la Trump’ın kişisel münasebetlerine indirgeyen Türkiye, Amerikan seçimleri sonrası yeni bir sayfa açmak için çaba göstereceğini açık bir şekilde ilan etti.
Trump’ın Amerikan kurumsal yapısını iptal eden yaklaşımlarına uygun bir şekilde ilişkileri kişiselleştirmeyi başaran Ankara’nın, Biden’la tekrar dirilmesi beklenen Washington kurumsal aklıyla pozitif bir gündem oluşturmak istemesi doğru bir strateji olacaktır. Ancak Biden yönetimiyle ilişkilerde bazı kırılganlıklar bulunmaktadır.
İkinci husus ise Biden’ın Türkiye içerisinde tartışmalı bir iç siyasi gündem unsuruna dönüşmüş olması. Bu nevi gelgitlere ve gereksiz adımlara rağmen, Ankara-Washington münasebetlerindeki bu türden pürüzlerin soğukkanlı bir ilişki ile aşılması zor görünmemektedir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan bu ihtimali güçlendiren adımlar atmaya hali hazırda başlamış durumdadır. Üçüncü sorun alanı ise Washington’da oluşacak yeni dış politika ve güvenlik ekibiyle yaşanacak görüş ayrılıklarıdır. Biden ekibi neredeyse baştan aşağı Obama döneminden isimlerin tekrar göreve getirilmesiyle oluşturuldu.
Yeni Amerikan yönetiminin dış politika ve güvenlikten sorumlu isimleri, Ankara’nın endişelerini ve bölgenin şartlarını oldukça dar ve esnek olmayan bir bakış açısıyla ele alan isimlerden oluşuyor. Yeni yönetimle Ankara’nın yaşayabileceği iletişim sorunları bir risk alanı olmaya devam edecektir.
***
2021’de ABD ile özellikle Suriye’deki YPG varlığı başta olmak üzere birçok başlıkta sorunlu dosyalar gündeme oturacaktır. An itibariyle tıkanmış bir soruna dönüşen S-400 meselesi, Türkiye’nin almak istediği F-35 uçakları, Mart ayı sonrası gündeme gelecek olan Halkbank tartışmaları ve FETÖ gibi başlıklar yeni sayfanın zorlu satırları olacaktır.
Diğer sorun ise Biden ekibinin Ankara ile müzakere edeceği başlıkların bir kısmını AB gündemiyle ilişkilendirmesi olacaktır. Avrupa ile yeni bir sayfa açmaya hazırlanan Biden yönetiminin, Ankara’nın müstakil olarak konuşmak isteyeceği bazı (Kıbrıs, Doğu Akdeniz, Ege, Libya ve Suriye gibi) başlıkları Avrupa’nın pozisyonunu fazlasıyla önemseyerek ele alma ihtimali bulunuyor. Türkiye 2021 başından itibaren AB ile yeni bir sayfa açmayı başarabildiği oranda buradaki riskleri de azaltabilir.
***
Libya ve Suriye meselesi Ankara-Washington ilişkilerinde ortak sorun alanlarının yanında iş birliği imkânı da sağlayan başlıklardır. Türkiye’nin Suriye politikasını salt terörizm tartışmasına indirgemediği oranda Washington ve Rusya ile Ankara’nın çıkarlarını daha fazla koruyacağı bir zemin oluşturma imkânı oluşacaktır.
2021’de İsrail’le ilişkilerin yeniden gözden geçirilmesi de bu imkânın genişlemesine yardımcı olabilir. Ancak akıldan çıkarılmaması gereken bir husus Tel Aviv’in Ankara’dan önce, tıpkı Körfez ülkeleri gibi Washington’la Trump dönemini kapatması gerekmektedir. Bu yönüyle bölgedeki bütün aktörlerin yeni ABD yönetimiyle temiz sayfa açma beklentileri Ankara için de bir imkana dönüşebilir.
***
İsrail’le ilişkileri normalleştirme arzusunu açık bir şekilde ilan eden Ankara, en üst ağızdan Türkiye-İsrail görüşmelerini teyit etmiş oldu. Her ne kadar Körfez ülkelerinin İsrail’le diplomatik ilişkilerini başlatmasına sert tepkiler göstermiş olsa da Türkiye’nin başta Doğru Akdeniz olmak üzere birçok başlıkta İsrail’le normal ve sağlıklı diplomatik ilişkileri arzuladığı görülmektedir.
Ancak Netenyahu yönetiminin kontrolsüz politikalarının ve retoriğinin ilişkilerin tekrar toparlanmasında aşılması gereken bir başlık olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Trump sonrası, Ankara ile benzer şekilde yeni yönetimle beraber çalışma hazırlıkları yapan Tel Aviv’in; Türkiye ile ilişkilerini “normalleştirmek” istemesi beklenmelidir. Ancak henüz bu tür adımlarda Filistin meselesinin ne olacağı ve nerede duracağı, Hamas angajmanının nasıl bir rol oynayacağı gibi başlıklar belirsizliğini korumaktadır.
***
Tel Aviv’in normalleşmeden anladığı resmi ilişkilerin tekrar tesisinden ziyade iki dinamiğe yaslanmaktadır. Bunlardan birincisi, Filistin meselesinin paranteze alınması veya İsrail’in vesayeti altında bazı belediyecilik sorunları yaşayan Arap nüfus meselesine indirgenmesidir. İkincisi ise İsrail’e dair bütün jeopolitik, tarihsel ve bölgesel bağlamın paranteze alınarak, Tel Aviv’e meşruiyet transferi sağlayacak şerhsiz bir ilişki biçimidir.
Bu türden bir yaklaşımın son dönemde zımnen Türkiye’de de rahatlıkla dillendirildiği görülüyor. Ancak Türk dış politikası tarihinde benzer bir yaklaşımın sadece 28 Şubat döneminde bir iki yıl bile sürmeyen kısa dönemde yaşandığı ve onun dışında bütün iktidarlar için Filistin meselesi merkezli bir İsrail politikası sürdürüldüğü akıldan çıkarılmamalıdır.
***
Türkiye açısından 2021’de dikkat çeken bir diğer başlık da Almanya, Irak, İran ve İsrail’de gerçekleşecek seçimlerdir. Başta Almanya olmak üzere bu ülkelerdeki seçim sonuçlarından Ankara’nın jeopolitik önceliklerinin ve ilişkilerinin farklı kapasitelerde etkilenmesi beklenmelidir.
AK Parti-MHP ittifakının 2021 içerisinde dış politika ve güvenlik alanında sürdürdüğü retorik ve politikanın, dış politika maliyetine rağmen iç siyasette tüketimi çizgisinin korunması Türkiye açısından ciddi bir kırılganlığı temsil etmektedir. COVID-19 ve Trump sonrası küresel düzeyde değişen atmosferi ve popülizmin gerilemesini yerinde değerlendirmesi Türkiye’nin lehine görünmektedir.
Trump’ın kaybetmesiyle bu yönde açık mesajlar da veren Ankara’nın, oluşan bu makasta geliştireceği tercihi 2021 boyunca dış politika ve güvenlik başlıklarında uzun vadeli çıkarlarını koruma katsayısını ve kalitesini belirleyecektir.
TAHA ÖZHAN KİMDİR?
Ankara Enstitüsü’nde araştırma direktörü olan Özhan, 2019-2020’de Oxford Üniversitesi’nde misafir akademisyen olarak görev yaptı. 2014-2016 yılları arasında Başbakan başdanışmanlığı, 25 ve 26. Dönem milletvekilliği ve TBMM Dış İşleri Komisyon Başkanlığı yapmıştır. 2005’te kurucu direktörlerinden olduğu SETA’nın 2009-2014 yılları arasında başkanlığını yürütmüştür. Doktorasını Siyaset Bilimi alanında yapan Özhan’ın yayımlanmış son kitabı “Turkey and the Crisis of Sykes-Picot Order” dır.
KARAR