2023’te bizi ne bekliyor?
Kılıçdaroğlu’nun Gül’e dair bir kaç sözü bile hayli tartışma yarattı.
CHP’nin muhalefetin ana gövdesini oluşturması, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin belirleyici rolü, ittifak siyasetinin kaçınılmazlığı ve 2014 seçimlerindeki Kılıçdaroğlu’nun desteklediği “Gül formülü” arka arkaya konunca, bu tartışma anlaşılır, hatta önemli hale gelir.
Önemin diğer nedenleri de ortada.
- İki turlu cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, normalleşme ve demokratikleşmeyi vadeden kısa bir ilkeler manzumesiyle bir isim üzerinde anlaşma partiler arası siyasi ortaklık arayışlarına nispeten daha kolaydır.
- Bu koşullarda Abdullah Gül, geçmişi, deneyimi ve vasıflarıyla, demokratik itirazı temsil etmesiyle, siyasi cephelerin iki ucunu bir araya getirebilecek özellikleriyle güçlü adaylardan birisi olmayı sürdürmektedir.
Cumhur ittifakının, özellikle AK Parti’nin bu ihtimalden daha şimdiden tedirgin olması bile, bir anlam taşır. Erdoğan’ın, 2014 seçimlerinde Gül’ü adaylıktan vazgeçirmek için Kayserili hemşerisi ve tanışı Genelkurmay Başkanını görüşmeye göndermesi de bu tedirginliğin bir sonucuydu.
Elbette tüm bunlar, Gül’ün adaylığı istediği, aday gösterileceği ya da İmamoğlu’dan Babacan’a kadar diğer muhtemel başkan adaylarını ihmal etmek anlamına gelmez. Ancak, eski cumhurbaşkanı mevcut siyasi koşullarda ciddi alternatiflerden birisi olmayı sürdürecektir.
Erdoğan karşısında kimin ortak aday olacağı (olabileceği) tartışması önemli olmakla birlikte, bu önemin bir sınırı da var.
Önümüzdeki seçimlerde, siyasi yarışın aday isimleri ve temsil ettiklerinden ibaret kalacağını sanmak büyük analiz hatası olur.
Karşımızda bugüne ve yarına dair, iki analiz çerçevesi, iki muhtemel denklem var.
İlk denklem, otoriter-keyfi-popülist-milliyetçi politikalar karşısına demokratik ve özgürlükçü seferberlik ve itiraz halini yerleştiriyor. Yarışın bu iki kutup arasında yaşanacağını, sonucu önemli ölçüde iktidarın (ekonomi, dış politika, Kürt meselesi, askeri alanlarda izlediği) otoriter ve irrasyonel politikalarındaki başarısızlığın belirleyeceğini varsayıyor. Buna göre muhalefetin gücü, esas olarak, yeni bir öykü üretme kapasitesiyle değil, organize olma, bir araya gelme kabiliyetiyle doğru orantılı.
İkinci denklem ise, iktidarın dar bir kimlik siyasetini değil, geleceğe ve ulusal varoluşa yönelik, başarıya dayalı yeni güçlü ve büyük Türkiye öyküsünü temsil ettiği varsayımından yola çıkıyor. Bu öykünün, Libya’da, Doğu Akdeniz’de, Suriye’de üretilen “askeri-siyasi durum ve duruşla” desteklendiği, ekonomik durumun ve özgürlükler rejiminin ötesinde bir alıcısı olduğunu söylüyor. Otoriterliğin rasyonalitesini, tek adama dayalı güçlü siyasi irade rejimi ve beka iddiası üzerine oturtuyor. Bu denklem ya da analize göre, siyasi yarışma bu çerçevede yaşanması kuvvetle muhtemel. Bu analize göre, muhalefetin gücünü yeni bir “hikaye” üretmesi kapasitesi belirleyecek. Diğer bir ifadeye muhalif güçler bakımından özgürlükler, dış ve ekonomik politika konusunda iktidara yönelik eleştirel anlam taşımakla birlikte, tek başına yeterli değil.
Bu denkleme ilişkin, Temmuz sonunda, bu köşede yayınlanan, “Bir tahterevalli: Demokratik ve otoriter akıl” başlıklı yazıda şunları dile getirmiştim:
“Erdoğan-Bahçeli ikilisi, bugün, muhafazakar seçmene içeride disiplinli, lider esaslı ve yerel değer sisteminin hükümranlığında, dışarıda ise fiili güç kullanımına, militarist tavır ve başarıya endeksli bir özgüven politikası yürütüyor. O zaman siyaset alanı sadece muhalif siyasi partilerin eleştiri, itiraz, çatışma karşıtı merkez, demokratik rasyonellik iddiasından, bunun meydana getirdiği sahadan oluşmuyor demektir. Özellikle başarılı-güçlü-özgüvenli devlet fikri, bunu taşıyan dış politika, bundan beslenen toplulukçu-milliyetçi dil önemli bir siyasi alanı ve siyasetin hala hakim unsurunu oluşturmaktadır.” Özellikle Davutoğlu ve Babacan, ama CHP için de karşılaşma yeri burasıdır. Ama asıl önemlisi, muhalefetin yeni koşullara uygun tutarlı bir hikaye ürütmesidir.
Evet, iki ayrı denklem...
Bizi bekleyen, muhtemelen, bu iki denklemin de etkileyeceği, ama birinin, galebe çalacağı gerçekliktir.
ALİ BAYRAMOĞLU / KARAR