3 Kasım sonrası ABD İran ilişkilerinin geleceği

BIDEN YÖNETİMİNİN BELİRLEYİCİ UNSURLARI 

3 Kasım sonrası ABD İran ilişkilerinin geleceği


3 Kasım sonrası ABD İran ilişkilerinin geleceği

İstanbul Medeniyet Üniversitesi’nde akademik çalışmalarına devam eden İran araştırmacısı Gizem Aslantepe, Biden döneminin Washington ile Tahran ilişkilerini ne yönde etkiyeceğine dair değerlendirmede bulunuyor.

Kuruluşundan itibaren Amerikan yaptırımlarıyla mücadele eden İran İslam Cumhuriyeti, Donald Trump döneminde de ağır yaptırımlara maruz kalmaya devam etti. Trump’ın görev süresi boyunca giderek kötüleşen ilişkiler Amerika’nın 2018 yılında Nükleer Anlaşma’dan çekilmesiyle tamamen koptu. Bu sebeple ikili ilişkilerin geleceği açısından 3 Kasım seçimleri İran için de en az Amerikan halkı kadar önemli bir hale geldi. İran’da seçim öncesi ve seçim sonrası konuyla ilgili basın organlarında çeşitli spekülasyonlara yer verilirken Biden yönetiminin iktidara geldiği takdirde İran’a karşı alacağı tavır ve izleyeceği politikalar hakkında çokça konuşuldu ve konuşulmaya da devam etmekte. Peki Biden yönetiminin İran’a yönelik politikaları nelerdir? İran, Nükleer Anlaşma’nın diriltilmesine nasıl bakıyor? Olası müzakere süreçlerindeki tutumu ne olacak? İran’daki 2021 Cumhurbaşkanlığı seçimleri bu süreci ne derece etkileyecek?  

Amerika’nın İran İslam Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren, hatta geçtiğimiz 4 Kasım’da İran’da yıl dönümü kutlanan “Elçilik Baskını ve Rehine Krizi”nin meydana geldiği tarihten bu yana, sürdürdüğü yaptırımlar 2016 yılında seçilen Cumhuriyetçi Başkan Donald Trump döneminde de katlanarak devam etti. Bu doğrultuda Trump yönetiminin 2018 yılında Nükleer Anlaşma’yı tek taraflı feshi ve ilerleyen süreçte İran’a karşı “maksimum baskı” stratejisini devreye sokması Amerika’nın oldukça agresif bir dış politika izlendiğini gözler önüne serdi. Bu politikalardan İran ile ekonomik ve askeri iş birliğini sürdürmek isteyen ülkeler de etkilendi. Trump yönetimi silah ambargosunun uzatılması için elinden geleni yapsa da Rusya ve Çin gibi ülkeler kesin bir dille bu karara karşı çıktı, AB ülkeleri ambargonun kesin bir çözüm olmadığı konusunda ortak bir duruş sergiledi. Neticede istediğini elde edemese de Trump yönetimi hala yeni yaptırımlarla “giderayak” İran’ı kıskaca almaya kararlı olduğunu gösterdi.  

Kampanya sürecinde de İran’a yönelik politikalarını dile getiren Biden, İran’ın Nükleer Anlaşma taahhütlerine yeniden uyum sağladığı takdirde Amerika’nın da müttefik ülkelerle bir araya gelerek anlaşmaya yeniden dahil olacağını belirtti. Burada “müttefik ülkeler” kilit bir kavrama işaret etmekte. Zira Biden’ın Dış Politika Danışmanı, eski Dışişleri Bakan Yardımcısı ve Ulusal Güvenlik Danışman Yardımcısı Antony Blinken, Temmuz ayında Amerika’nın önemli düşünce kuruluşlarından biri olan Hudson Enstitüsü’ne verdiği röportajda İran ile müzakere süreçlerinde müttefik ülkelerle yeniden bir araya gelmenin ve İran konusunda ortak adımlar atmanın gerekliliğini vurguladı. Ayrıca Trump yönetiminin kurumları işlevsiz hale getirerek tarihsel-stratejik müttefik ülkelerle ters düşmesinin, İran’ın eskiye oranla nükleer kapasitesini arttırmasına ve bunun da en başa dönülmesine neden olduğuna dikkat çekti. Bu açıdan anlaşmanın müttefik ülkelerle arayı düzeltmede de önemli bir fırsat olacağını ima etti. Blinken’ın taraflar açısından bu anlaşmanın, İran’ın hoşlanmadıkları “eylemlerini” ve “provokasyonlarını” kısıtlamak için uygun bir zemin hazırlayacağı düşüncesine sahip olması ise Biden’ın önümüzdeki süreçte izleyeceği İran politikasına ışık tutan bir cümle oldu.  

Öte yandan Biden’ın ajandasında şuanda her ne kadar İran ile diplomatik ilişkileri yeniden tesis etmek ve İran’ı müzakere masasına oturtmak yer alsa da bunu, ilişkileri “normalleştirmek” adına değil İran’ı daha “kontrol edilebilir” bir güç haline getirmek adına yapacağını söylemek daha yerinde olacaktır. Zira İran’ın silahlanması ve son günlerde sıkça karşılaştığımız askeri tatbikatlarına (Müdafayan-e Asman-e Velayet 99, Fedayan-e Harim Velayet, Zülfikar 99) hız kazandırması Amerika tarafından hala tehdit olarak algılanmaktadır.  

Yine bu noktada, konjonktürün 2015’ten bu yana oldukça değiştiği bir dönemde, Biden’ın İran ile ilişkilerini yeniden tesis etmek istemesi, yüksek katılımlı bir seçimin ardından kutuplaşan ve artık dış politika ile daha ilgili hale gelen Amerikan halkına pek makul gözükmeyebilir. Dolayısıyla iç politikanın da bu sürece hazırlanması gerekebilir. Değişen dünya düzeninde popülist liderlerin hızla ivme kazandığı göz önünde bulundurulacak olursa, Biden’ın izlediği politikalar kadar bu politikaları halka sunuş biçimi de daha önemli hale gelecektir. 

TAHRAN’IN OLASI MÜZAKEREYE YAKLAŞIMI 

Tahran yönetiminin, yaptırımların kaldırılması ve buna bağlı olarak dolar karşısında günden güne değer kaybeden İran Riyalinin (Tümen) toparlanması, yaşanan ekonomik krizin sonuçlarının hafifletilmesi gibi sebeplerle Biden yönetimine sempati duyduğu bilinmekte. Fakat bu sebepler İran’ın Biden’ı bir çare gibi gördüğü, bir kurtuluş yolu olarak addeddiği çıkarsamasını yapmak için yeterli değil. İran’da muhafazakarlar da reformistler de Biden’ın göreve gelmesiyle yaptırımların hemen kaldırılacağını ya da  müzakere sürecinin tamamen kendilerinin lehine sonuçlanacağını düşünmüyor Ardı ardına yapılan askeri tatbikatlar ve her fırsatta militarizasyona harcanan ödenekler bunu destekler nitelikte. Dolayısıyla İran’ın tehdit algısı Biden geldiğinde de değişmeyecek fakat yön değiştirecek. 

Öte yandan bu sene İran’da yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimi, ilişkilerin nereye evrileceği noktasında yalnız yeni Amerikan başkanının değil, Haziran 2021’de İran’da göreve  gelecek yeni cumhurbaşkanının da etkili olacağını göstermekte. Bu bağlamda cumhurbaşkanının asker kökenli biri olması – ki aday olacağı düşünülen isimlerin çoğu muhafazakar/askeri kanattan- ayrıca belirleyici olacak. 

Her halükârda Biden yönetiminin Trump’ın uzlaşmasız ve müzakerelere karşı mesafeli tavrını sürdürmeyeceğini düşünen İran için Amerika ile masaya oturmak içeride Amerikan karşıtlığı ile üzerine bina edilen direniş politikalarının meşruiyetini sarsacaktır. Tahran yönetimi açısından yaptırımların ortadan kalkması veya hafifletilmesi durumunda, günlük hayatında herhangi bir değişim hissedemeyen halkı konsolide etmek zorlaşabilir. 

Şu aşamada, uzun zamandır ağır şartlar altında ekonomisini ayakta tutmaya çalışan Tahran yönetimi için Biden ve ekibi karşısında güçlü durmanın ve masaya otururken daha az taviz vermenin önemli hale geldiği görülüyor. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Said Hatibzade’nin geçen pazartesi günü yaptığı konuşmada da Nükleer Anlaşma’ya tekrar dönülemeyeceği, İran’ın bölgesel aktörleri desteklemeye ve füze programını geliştirmeye devam edeceği yönündeki açıklamalara ve “tazminat” meselesine değinmesi Tahran yönetiminin masaya güçlü gelmek istediğini kanıtlıyor. 

Diğer taraftan olası müzakere süreçlerinde Ruhani’nin seçimlerden önce son bir başarı elde etmek istemesiyle ilişkilendirilebilir. 2003-2005 yılları arasında Nükleer Baş Müzakereci sıfatıyla görev yapan şimdi ise Cumhurbaşkanlığı görevini ifa eden Ruhani için bunun bulunmaz bir fırsat olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. ABD ile yeniden masaya oturmak ve eskisinden daha iyi bir anlaşmaya imza atmak veya mevcut şartları iyileştirmek hem Ruhani hem de reformist kanat için önemli bir avantaj olacaktır. Reformistler bu yolla mecliste kendilerine yöneltilen suçlamalara cevap verebilecek bir konuma erişebilir ayrıca 2017-2018 yıllarında patlak veren gösterilerde kentli işsizlerin sıkça dile getirdiği “Refomcu hikaye bitti” sloganına karşın içeride kullanabilecekleri siyasi bir koz da elde edebilirler.  

Fakat bu noktada da yine Dini Lider Hamaney’in konumu ve anlaşmaya ne derece yakın olduğu belirleyici bir faktördür. Son dönemde mecliste Cumhurbaşkanı Ruhani’ye karşı oluşan cepheye ağır eleştirilerde bulunan Hamaney, Ruhani’nin yeniden bir başarı elde etmesine imkân tanıyabilir. Bu bağlamda Ruhani ve Dışişleri Bakanı Cevad Zarif gibi açık bir şekilde anlaşmaya yeşil ışık yakmasa da hatta aksi yönde beyanlarda – Amerikan seçimlerinin  İran için hiçbir anlam ifade etmediği, Amerikan sisteminin çöktüğü gibi –  bulunsa da daha az taviz verilen bir anlaşma ile diplomatik kanalların yeniden açılmasını destekleyebilir. Fakat öte yandan Hamaney’in ilerleyen yaşı ve ardında incesinde de belirttiği gibi “daha genç” ve “Hizbullahî” bir lider bırakma arzusu durumu tam tersine çevirerek iç politikada dengeleri değiştirmesine neden olabilir. Yani kendinden sonra ülkenin yönetimini teslim edebileceği kadroyu ılımlı bürokratlar veya din adamları ile değil hem sahada hem masada aktif siyaset izleyebilen asker kökenli isimlerle doldurmaya çalışabilir ve bütün bunlar doğrudan İran-ABD ilişkilerinin dinamiklerini değiştirebilir. 

KARAR