4 kadın 4 soru... Türkiye'de kadına yönelik şiddetle mücadele için ne yapılmalı, en büyük eksik ne?

Özgecan'ın katlinden bu yana Türkiye'de kadın cinayetleri devam etti.

4 kadın 4 soru... Türkiye'de kadına yönelik şiddetle mücadele için ne yapılmalı, en büyük eksik ne?


İstanbul Barosu Başkan Yardımcısı Nazan Moroğlu, avukat Aydeniz Alisbah, KAHDEM'den avukat Habibe Yılmaz Kayar ve Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu'ndan Gülsüm Kav'a göre en büyük eksiklik devletin şiddetle mücadele politikası olmaması

 

Adalet Bakanlığı tarafından açıklanan verilere göre 2002’de öldürülen kadın sayısı 66’yken bu rakam 2007’de bin 11’i buldu 

2015 Şubat’ında Özgecan Arslan’ın katledilişiyle sarsılan Türkiye’nin dört bir yanında kadın cinayetlerine karşı eylemler düzenlendi.

Özgecan'ın katlinden bu yana Türkiye'de kadın cinayetleri devam etti.

On binlerce kadın hayatını yitirdi.

2018'de 440 kadın erkekler tarafından öldürüldü.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu verilerine göre 2019 Temmuz ayında en az 31 kadın katledildi.

Türkiye'nin birçok kenti yine eylemlere tanıklık ediyor.

Cuma başlayan protestoların Salı gününe kadar süreceği belirtiliyor. 

Sebebi Kırıkkale'de eski eşi tarafından çocuğunun gözü önünde öldürülen Emine Bulut. 

Türkiye'de kadınlar en çok eşlerinden şiddet görüyor

Kadına yönelik şiddet sürüyor.

Hemen her gün bir başka haber, bir başka ülke gerçeği ile karşılaşılıyor.

Cinayet bahaneleri arasında “yeni elbise almak”, “patates-köfte yapmamak”, “tuzluğu uzatmamak”, “saçları kızıla boyamak” hatta sadece “gıcık olmak” gibi gerekçeler var.

Kimi zaman mahkemelerden çıkan kararlar da en az o gerekçeler kadar yüz kızartıcı olabiliyor.

16 bıçak darbesiyle öldürülen bir kadının katili için “Cinayeti aşırı sevgiden kaynaklı duygusallığın etkisi ile işledi” denilebiliyor.

Ya da başına taşla vurulup tecavüz edilerek öldürülen bir kadının katili “saygın tutum” indirimi alabiliyor.

Ya da bir kadını hortumla dövüp tecavüz eden bir kişiye beraat verildiği de oluyor.

Gerçek şu ki; Türkiye’de her gün ortalama beş kadın erkekler tarafından öldürülüyor.

Rakamlar ürkütücü.

Kadın cinayetleri 2002-2009 arası yüzde bin 400 arttı.

Belki şu anda bile Emine Bulut'un yaşadığına benzer bir olay yaşanıyor, bir nefret cinayeti işleniyor. 

Adalet Bakanlığı tarafından açıklanan verilere göre 2002’de öldürülen kadın sayısı 66’yken bu rakam 2007’de bin 11’i buldu.

Verilerin devamından bahsetmek ise zor. 

Çünkü kadın hakları çalışmaları yürüten bir çok sivil toplum örgütü ve platforma göre bakanlık uzun süredir Bilgi Edinme Hakkı Kanunu dâhil sorulara cevap vermiyor.

Türkiye, Dünya Ekonomi Forumu'nun Küresel Cinsiyet Eşitliği Haritası 2018 raporuna göre 149 ülke içinde 0.628 puan ile 130. sırada. 

Cinsiyet eşitliği listesi hazırlanırken, kadınların ekonomiye katılımı, fırsat eşitliği, eğitim imkanları, sağlık ve kadının siyasi güçlendirilmesi gibi kriterler gözetiliyor. 


 

BM rakamlarına göre fiziki şiddete maruz kalan kadınların oranının yüzde 38 olduğu Türkiye'de kadın cinayetleri lanetleniyor ama karanlık tablo maalesef bir fasit daireye dönüşmüş durumda.

Mor Çatı'nın 2018 faaliyet raporu, şiddet uygulayanların yüzde 91'inin  kadınların yakını olan, tanıdıkları erkekler olduğunu söylüyor. 


Grafik: Mor Çatı 2018 Faaliyet Raporu
 

Kadınların yüzde 61'i eşlerinin ya da eski eşlerinin şiddetine maruz kaldığını belirtiyor.

Tıpkı Emine Bulut'un yaşadığı gibi.


Türkiye'de sistem cinayetlerde kişinin ağırlaştırılmış müebbet ve ağır ceza almasına imkân tanıyor. 

Ama bunun için tasarlanmış olması, canavarca ve eziyet çekerek olması gerekiyor.

Independent Türkçe, Emine Bulut'un katledilmesi sonrası Türkiye'de kadına yönelik şiddeti, hukukçular ve Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ile konuştu.

Hukuk ne diyor, neyi öngörüyor?

Son günlerde tartışılan İstanbul Sözleşmesi kadına yönelik şiddeti nasıl değerlendiriyor?

Türkiye'de sadece kadınların sorunları ile ilgilenen bir bakanlık gerekli mi?

Toplumsal cinsiyet eşitliği neyi öngörüyor?

Hem bu sorulara yanıt aradık hem erkek şiddetinin nasıl önüne geçilebileceğini konunun uzmanlarıyla ele aldık.

 
Türkiye'de erkek şiddetinin hukuken önüne geçmek neden mümkün olamıyor?
Hukuki anlamda uygulamada neden güçlükler yaşanıyor? 
 

"İç hukuk normu niteliğindeki İstanbul Sözleşmesi uygulanmalı"

 

KAHDEM Kadınlara Hukuki Destek Merkezi Derneği'nden avukat Habibe Yılmaz Kayar'a göre iç hukuk normu niteliğindeki İstanbul sözleşmesinin uygulanması gerekiyor ancak sözleşmenin uygulanmasına atıf yapan 6284 sayılı yasa dahi Türkiye'de tartışmaya açılmış durumda:

Türkiye'de kadınlara yönelik erkek şiddetinin önlenmesi için yasal düzenlemelerın varlığı ile  amaca uygun uygulanması  farklılık gösteriyor. Yasalar yaşayan ve gerçekleşen metinler olmadığı sürece beklenen yararı sağlayamaz. Bilindiği gibi AY madde 90 / son gereği hak ve özgürlüklere ilişkin taraf olduğumuz sözleşmeler iç hukuk normudur ve doğrudan  ve öncelikli uygulanma özelliği bulunmaktadır. Yasa uygulayıcıları için her aşamada  bu sözleşmelerin amacını gerçekleştirmesi zorunluluktur. İç hukuk normu niteliğindeki İstanbul sözleşmesi uygulanması, sözleşmeden çekilme kampanyalarının olduğu dönemde kadının insan hakları ve yaşam güvencesini geliştiren sözleşmelerin bile güvencede olmadığı düşünülmeli. Yine İstanbul sözleşmesinin uygulanmasına atıf yapan 6284 sayılı yasa dahi  tartışmaya açılmakta ve adeta kadına yönelik şiddetin serbest bırakılması,şiddetin cezasız kalması savunulur hale gelmiş durumda. Gündemdeki vahşet, asıl kadınların yaşam güvencelerinin sağlanmadığı ve sözleşme gereklerinin  yerine gereği gibi getirilmediğini de gösteriyor.

"Savcı ve hakim yasanın amacından uzak karar verebiliyor"

İstanbul Barosu Başkan Yardımcısı ve kadın hakları konusundaki çalışmalarıyla bilinen avukat Nazan Moroğlu'na göre ise yeterli yasal düzenleme var ancak Türkiye'de toplumsal cinsiyet eşitliğinin ülkede yerleşmemesi beraberinde şiddeti getiriyor:

Türkiye’de erkek şiddetinin önlenebilmesi için yeterli yasal düzenleme var. Aile içi kadına yönelik şiddetle mücadele için 1998 yılından beri 4320 sayılı özel bir Kanun var, 2012 yılında daha da  ayrıntılı düzenlenerek 6284 sayılı yeni yasa kabul edildi. Hukuki açıdan yasalar şiddeti önlemek için yeterli. Ancak, şiddetin önlenememesinin başta gelen nedenlerinden biri, ülkemizde toplumsal cinsiyet eşitliği zihniyetinin yerleşmemiş olmasıdır. Bu nedenle, kolluk mensupları, mülki amir (kaymakam, vali), savcı ve hakim  kanun hükümlerini uygularken yasanın amacından uzak kararlar verebiliyor.

 

"Sadece kadınlar öldürülmüyor, çocuklar da zarar görüyor"

 

8 yıl boyunca İstanbul Barosu’nda Kadın ve Çocuk Hakları Merkezi’nden sorumlu yönetim kurulu üyeliği yapan, Türkiye Barolar Birliği delegesi avukat Aydeniz Alisbah, kadın-erkek eşitliğinin sağlanmaması halinde şiddetin devam edeceğini öngörüyor:

İnanılmaz bir erkek şiddetiyle karşı karşıyayız. Hala kadını ‘anamız, bacımız, kızımız’ olarak görüyoruz. Bu anlayıştan vazgeçmezsek şiddetin önünü alamayız. Kadın erkek ile eşit hale getirilmelidir. Bu kabul edilmediği takdirde şiddet ve ölümler devam edecek. Bunun önünü almak, kızı ve erkeği eşit olarak yetiştirmekten geçer. Yoksa erkeğin kendini üstün görmesi devam edecek, kendinde her şeyi yapabilme gücünü hissedecek.  Son olayda yalnızca bir kadın öldürülmedi, oradaki çocuk da zarar gördü.  10 yaşında bir çocuğun önünde annesinin ölümünü gördüğünde psikolojisinin iyi olabileceğini kim düşünebilir?

 
İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen "Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” imzalanıp onaylanmasına rağmen neden iç hukuka yansıması olmuyor? 
Sözleşmenin aile yapısını bozduğu yönündeki eleştiriler için ne düşünüyorsunuz? 
 

"Bu mu istediğimiz aile bizim?"

 

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu sözcüsü Gülsüm Kav, sözleşmenin vurguladığı 'toplumsal cinsiyet eşitliği' kavramından rahatsızlık duyulduğu düşüncesinde:

Emine kardeşimizin herkesin kanını donduracak şekilde öldürülmüş olması aslında son dönemde başta İstanbul Sözleşmesi olmak üzere kadınların şiddetten kurtulacağı bir hayatı sağlayacak kanunlara yönelik saldırının sonucudur. İstanbul Sözleşmesi tartışmalı hale getirildi. Ondan önce 6284 sayılı aslında yeterli olan, uygulansa pek çok kadının hayatını kurtaracak kanun da hedef haline getiriliyordu. Son dönemde yine gerçek dışı iddialar ile kadınların nafaka hakkına saldırı var. Kadın cinayetlerinin pek çoğunda boşanma aşaması ya da sonrasında gerçekleşiyor.  Nafaka meselesi kadını boşanma sürecinde baskı altına alındığı anlamına geliyor. (...) Toplumsal cinsiyet eşitliği kavramından rahatsızlık duyuluyor. Bunu reddedip, gerçeklerle yüzleşmek yerine, aileyi korumaya yanlış yerden yaklaşıp ele almanın sonucunu gördük Emine’de. Bu mu istediğimiz aile bizim? Aile korunmuş oldu mu? Kız çocuğunun gözü önünde babası annesini öldürdü. Bu bir aile değil miydi?  Kadın güçlendirilmediği, 'Kadın eşit bir bireydir' denilmediği sürece gideceği yer hep bu olacaktır. Aileyi koruma refleksiyle yaklaşanların kimileri belki kendi içlerinden samimilerdir ama sonucu görmelerini diliyorum. Sonuç budur. 

"Türkiye sınıfta kalmıştır"

 

İstanbul Sözleşmesi haritasında sarı renk onaylayan ülkeleri, yeşil renk imzalayan ama onaylamayan ülkeleri, kırmızı renk ise hiç imza koymayan ülkeleri gösteriyor

 

Avukat Aydeniz Alisbah ise kadınlara yönelik ayrımcılığın kaldırılması ile ilgili ilk adımın 1985'te atıldığını anımsatıp devletin kadına yönelik şiddet ile mücadelede bir politikasının olmadığını vurguluyor:

İstanbul Sözleşmesi'nin kaldırılması yönünde kampanya yapılıyor. Birleşmiş Milletler’in (BM) yayımladığı kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesi ile ilgili sözleşme SEDAV 1985’te ülkemizde kabul edilmişti. Bu kadınların anayasasıydı. BM’ye üye tüm ülkelerin uyması gereken kurallar var. Türkiye buna taraf olmuş ve kabul edilmiş. Bundan sonra şiddetle ilgili bir şey yok.  Ancak 1992’de yine BM tarafından şiddeti önleme bildirgesi yayımlanıyor. Burada şiddet türlerine psikolojik şiddet de dâhil ediliyor. Bu bildirgeyle işkence ve kadına karşı ayrımcılık yasağı getiriliyor. Bu iki sözleşmesinin en temel noktası kadınlara karşı ayrımcılık yapılmamasıdır. Yani kadınların eşit birey olduğunun kabulü ve ayrımcılığın önlenmesini gözetiyor. Bunlar devlete yükümlülükler getiriyor. Bugün devletimizin bir projesi, bir politikası yok. Bakın Kadın Bakanlığı çalışma bakanlığı ile bir. Bakan kadın meseleleri ile uğraşacağına hala işçi ücretleriyle meşgul. Hep geriye gidiyoruz.  İslam Konferansı’nda kadının erkeğe tabi olması imzalandıysa, Türkiye’de geriye dönüş var demektir.  Kadın ve erkeği hala eşit kabul etmiyorsak bu gibi hamlelerin de payı vardır. Bugün koruma kararlarının kaldırılması, İstanbul sözleşmesinden çekilmesi konuşuluyorsa Türkiye sınıfta kalmış demektir.  Zaten bu durumu Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddete Karşı Eylem Uzman Grubu GREVIO’nun raporları da ortaya koyuyor. Denetleyici raporları Bakanlık tarafından saklanıyor.

"Özel kriz merkezleri hala kurulmadı"

 

Av. Nazan Moroğlu sözleşmenin öngördüğü altyapının hala oluşturulamadığından dem vuruyor:

Avrupa Konseyin’nce Kadına yönelik şiddetle mücadele amacıyla düzenlenen sözleşme, İstanbul’da imzaya açıldığı için adı uluslar arası alanda İstanbul sözleşmesi. İstanbul Sözleşmesi’ni Türkiye ilk imzalayan ve ilk onaylayan ülke. 2012 yılında İstanbul Sözleşmesinden doğan yükümlülüğünü yerine getirmek üzere 6284 sayılı özel bir yasa da çıkardı. Dolayısiyle iç hukuka da yansıttı. Ancak, Sözleşmenin öngördüğü alt yapının kurulmasında ve uygulamada aynı kararlılığı göremiyoruz.  Örneğin çok yaygın olan cinsel şiddet konusunda “özel kriz merkezleri” henüz kurulmadı, uygulayıcılar arasında bütüncül bir koordinasyon sağlanamadı….

"Sistematik şiddet sivil işkence türüdür"

Av. Habibe Yılmaz Kayar ise İstanbul Sözleşmesi'nin aile yapısını bozduğu yönündeki görüşleri reddediyor, sadece kadınlara değil şiddetin tanığı olan çocuklara da dikkat çekiyor; kadına yönelik sistematik şiddeti işkencenin sivil biçimi olarak tanımlıyor:

Şiddetin önlenmesi ve yaşam hakkının savunulması gündeme geldiğinde ,yasal düzenlemelerin "aile yapısını "bozduğu şeklindeki karşı iddialar  temel kaygının kadının şiddetten uzak yaşama hakkının değil şiddet uygulayanların cezasız bırakılması temennisi  haline geliyor. Şiddetin önlenmesi için öncelikle şiddetin kaynağı olan eşitsizliğin varlığı kabul edilmelidir. Şiddet eşitsizlikten  ve insan hakları ihlalinden beslenir. Şiddet sadece kadınları değil çocuklara da yönelmekte ve çocuklar çoğu kez şiddetin tanığı olarak doğrudan şiddetin zarar göreni olmakta. Bu nedenle eğer yasal düzenleme yapılacak ise sözleşmenin tamamının gereklerinin ele alınarak yerine getirilmesi ve  öncelikle çocukların şiddete tanık olmaları halinde  İstanbul sözleşmesi Madde 46/a uyarınca, Sözleşme’de öngörülen suçların bir çocuğa karşı veya çocuğun huzurunda işlenmesi, ağırlaştırıcı sebep olarak göz önünde bulundurulmalı.  Yine kadına yönelik  sistematik şiddetin işkencenin sivil biçimi olduğu bunun insanlığa karşı suç olduğu belirlendiğinde  bu suçlarda zamanışımının işlemeyeceği kabul edilmeli.

Kadın cinayetleri davalarında uygulanan cezai indirimler erkek şiddetini besliyor mu?
Av. Nazan Moroğlu'na göre bu sorunun yanıtı 'Evet':

Hakimler, özellikle kamuya mal olmuş kadın avukatlar ve stk’lar tarafından yoğun bir şekilde takip edilen davalarda daha ender cezada iyi hal indirimi yapıyorlar. Ancak çok sayıda olayda biliyoruz ki kadın cinayetlerinde haksız tahrik, iyi hal indirimi uyguluyorlar. O zaman da cezaların caydırıcığı etkisi kalmıyor. Yapanın yanına kâr kalınca, şiddet uygulayanlar daha da cesaretleniyor. Evet, erkek şiddetini besleyen nedenlerin başında bu geliyor diyebilirim.

Türkiye'de müstakil olarak yeniden bir Kadın Bakanlığı'nın kurulması kadınlara yönelik şiddeti azaltır mı?
Kurumsal yapıların aldığı kararların hayata uygulanabilirliği açısından tek başına bir bakanlığın kadın ve toplumsal cinsiyet eşitliği açısından etkili olabileceği düşünülebilir mi?


"Kadın Bakanlığı tek başına yeterli değil"

Av. Habibe Yılmaz Kayar, "Kadın Bakanlığı'nın kurulması yerinde olacaktır" diyor ama tek başına bunun da bir anlam taşımadığı kanaatinde:

Şiddetin önlenmesi için güçlü ve sürekli bir ulusal irade oluşturulmalıdır.. Bu gerek yürütme gerek yasama gerek yasa uygulayıcılar bakımından  sürekli gündemde tutulmalıdır. Ayrıca  kadının insan hakları ihlalinin vahşet boyutunda yaşandığı ülkemizde tabi ki KADIN bakanlığının kurulması yerinde olacaktır. Bu şiddetle mücadelede etkin mekanizmaları güçlendirecek  güçlü bir mesaj olacaktır. Fakat elbette tek başına yeterli değildir.

"Kadına yönelik şiddet için genelge yayımlanmalı"

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platfromu'ndan Gülsüm Kav, kadınların muhatap bulma konusunda sıkıntı yaşadığını hatırlatıp önceliğin TBMM çatısı altında oluşturulacak araştırma komisyonları olduğunu belirtiyor: 

Kadın Bakanlığı kurulması gerektiğini yıllardır söylüyorum. Ama bakanlık çalışma bakanlığı ile birleştirildi. Doğru düzgün bir muhatabımız yok. Bundan ayrı olarak nasıl TBMM’de boşanmaları araştırma komisyonları kurulduysa şiddeti önlemeye yönelik komisyonlar da bir an önce kurulmalı ve işler hale getirilmeli. Adalet Bakanlığı geçen sene çocuk cinsel istismarıyla ilgili bir genelge yayımladı. İstanbul Sözleşmesi’ni uygulamak için de genelge yayımlansın. Zira çocuklara yönelik cinsel istismar ile ilgili genelge başta kolluk kuvvetleri olmak üzere çok olumlu etki yarattı. Kadına yönelik şiddet için de genelge yayımlanmalı.

 

Dönemin Başbakanı Erdoğan, 2011’de Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı'nın yerine Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı kurulacağını açıklamış, bakanlık koltuğuna oturan ilk isim Fatma Şahin olmuştu / 

 

"Devletin bu sorun için bir politikası yok"

Av. Nazan Moroğlu yeniden bir Kadın Bakanlığı'nın kurulmasının sorunlara çözüm üretilmesi noktasında olumlu olabileceğini düşünüyor, bununla birlikte o da Türkiye'de bu sorun ile ilgili bir devlet politikasının olmadığı görüşünde:

Aslında kadına yönelik şiddet, bir insan hakları ihlali, sadece kadının sorunu değildir, ama ülkemizde genel olarak bir toplumsal sorun olduğu dikkate alınmıyor.  Bu nedenle kadın sorunlarına çözüm üretmek için müstakil olarak bir Kadın Bakanlığı'nın kurulmasına ihtiyaç vardır. Yeniden bir Kadın Bakanlığı kurulması halinde kadınlara yönelik erkek şiddetinin azaltılmasında olumlu etkisi olacağına inanıyorum. Nitekim 1990 yılında kurulmuş olan Kadından Sorumlu Devlet bakanlığının yasaların kadın erkek eşitliğine uygun değiştirilmesinde, kadınların eğitimi, istihdamı ve hatta siyasete katılımının önemi açısından farkındalık yarattığını gördiük. 2011 yılında Kadın bakanlığı kaldırıldı Aile ve Sosyal politikalar Bakanlığı haline getirildi, 2016’da Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı adını aldı… Kadın sorunlarını çözmek için kararlı bir devlet politikası da, kurumsal yapı da kalmadı.. Ama mutlaka bu sorunlara odaklanmak özellikle şiddetin önlenmesi için yoğun çalışmalar yapmak gerekiyor.

 

Sorunlara odaklanmak şart.

Hiçbir kadın 2007'de Afyon'da eşi tarafından çok sık banyo yapıyor diye boğazı kesilerek öldürülen Ümmü'nün akıbetini yaşamasın diye.

Hiçbir kadın 2008'de olduğu gibi 18’ine yeni basmış olan Esra gibi erkek kardeşi tarafından arkadaşıyla telefonda çok konuştuğu için öldürülmesin diye.

Hiçbir kadın dokuz yıl önce Ayşe Paşalı'nın yaşadıklarını yaşamasın, Emine Bulut gibi katledilmesin diye.

 

The Independentturkish