AB elçisi Berger: Vizesiz seyahat için Türkiye'yi dinlemeye hazırız

‘KOPENHAG KRİTERLERİ ÇOK ÖNEMLİ’

AB elçisi Berger: Vizesiz seyahat için Türkiye'yi dinlemeye hazırız


AB elçisi Berger: Vizesiz seyahat için Türkiye'yi dinlemeye hazırız

Ankara'ya veda etmeye hazırlanan AB Büyükelçi Christian Berger, Türkiye'nin tam üyeliği için kendi ülkesi Avusturya'yı örnek vererek, "Bu uzun bir yol" dedi. Vizesiz seyahat konusunda Türkiye'nin yapması gerekenler olduğunu ve bu konuda hazır olduklarını belirten büyükelçi, Kopenhag Kriterleri'nin birlik için önemini bir kez daha vurgulayarak, "Yargı sisteminde reform için bir plan var. Yani, bu elbette, bizim açımızdan hoş bir adım. Ancak sonuçları da görmemiz gerekiyor" şeklinde konuştu.

Büyükelçi Christian Berger ile "Hareketlilik Konsepti" kapsamında Ankara sokaklarında yürürken AB-Türkiye ilişkilerini konuştuk...

Mühdan Sağlam  

ANKARA – Türkiye’ye veda etmeye hazırlanan Avrupa Birliği (AB) Delegasyonu Başkanı Büyükelçi Christian Berger ile Ankara sokaklarında yürüyerek Türkiye-AB ilişkilerini konuştuk. Zaman zaman “ipler kopuyor mu” sorusu akıllara kazınıyor ve AB ile Türkiye’nin ayrıştığı konuların listesi fazla. Ancak ortaklıkları da önemsenmeyecek gibi değil. Berger Türkiye’ye veda ederken, Türkiye-AB ilişkilerinin geleceğini ve bu uzun üyelik yolunda Türkiye’nin nihai hedefine ulaşıp ulaşamayacağını değerlendirdi.

Sizinle Ankara’da yürürken konuşuyoruz. Biz neden yürüyoruz isterseniz siz anlatın…

Avrupa’da yıllardır “Hareketlilik Konsepti” uygulanıyor: Şehirlerimizde dolaşırken daha etkili, daha çevre dostu yollara teşvik edici bir adım. Her yıl farklı bir temayla bunu yapıyoruz. Bu yıl sıfır emisyon hareketliliği temamız, yani ‘çevreyi kirletmek istemiyoruz’ diyoruz. Örneğin geçtiğimiz yıl bisiklet ve yürüyüş etkinliğimiz oldu. Diğer yıllarda yine benzer kaygılarla farklı temalarımız oldu. Yani özetle şunu söylemek istiyorum, ulaşım konusunda farklı modeller konusunda farkındalık oluşturmak istiyoruz: Yürümek güzeldir, bisiklete binmek güzeldir diyoruz. Hele ki bu yıl yaşadıklarımızı düşününce. Kısıtlamalar gevşeyince insanlar yeniden araba kullanmaya döndü, hem de eskisinden daha hızlı. Çünkü salgın var ve toplu taşımadan, kalabalık yollardan kaçınılıyor. İnsanlar bu koşullarda araba kullanmak istiyor ancak şöyle bir sorun var bu bizim önceki politikalarımızla, hedeflerimizle çelişiyor, çünkü araç kullanımını azaltmak istiyoruz. Dünya Sağlık Örgütü de uyarıda bulundu “Araba kullanmayın” dedi. Yürüyelim, bisiklete binelim diyoruz. Bu nedenle bu yıl bu etkinliği yapıyoruz. Bu nedenle sizinle yürüyoruz.

.

‘TÜRKİYE’DE 350 BELEDİYE AVRUPA HAREKETLİLİK KONSEPTİNE KATILIYOR’

Peki bu anlamda Türkiye yol kat ediyor mu sizce?

Evet. Ben 2016’da göreve başladığımda ilk etkinliğimize yalnızca 3 şehir katıldı. Geçen sene bu 65’e çıktı, bu yılsa 350 belediye bu etkinlikte yer alıyor.

Neden yürüdüğümüzü anlattığınıza göre, yürürken en ciddi konuları konuşabileceğimizi de gösterelim. AB-Türkiye ilişkilerine değinmek istiyorum. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 26 Ağustos’ta şu ifadeleri kullandı: “Hangi reformu yaparsak yapalım, hangi adımı atarsak atalım, hangi değerlerimizden taviz verirsek verelim Batı bizi hiçbir zaman kendisi gibi görmedi. Bu gerçeği Avrupa Birliği tam üyelik sürecinde bizzat yaşamış bir kişiyim. Avrupa Birliği ile olan görüşmelerin hep içindeydim. Ama Avrupa Birliği liderlerinin hep tutarsızlıklarıyla karşı karşıya olduk. Hiçbir zaman dürüst olmadılar. Hiçbir zaman sözlerinin arkasında durmadılar.” Dört yıllık Türkiye deneyiminizi düşündüğümüzde Erdoğan’ın AB’ye ilişkin bu değerlendirmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu konuda yalnızca şöyle bir alıntı yapabilirim… AB Komisyonu eski Başkanı Jean Claude Juncker AB Parlamentosu’nda Kasım 2019’daki konuşmasında şunu söyledi: “Bizler demokratik bir Türkiye, istikrarlı bir Türkiye, müreffeh bir Türkiye istiyoruz.” Bunları samimi şekilde içinden gelerek söyledi. Bence benzer biçimde pek çok Avrupalı siyasi de benzer bir isteğe sahip. Görev değişimi sonrası yeni isimler işe başladı, David-Maria Sassoli, Josep Borell, Nacho Sánchez Amo gibi isimler. Hepsi göreve geldikten sonra öncelikli olarak Türkiye ile diyalog kurmak, tartışmak için çabaladı, çabalıyor.

Sanırım, tam da bu yüzden o anın içindeyiz. Hayal kırıklığını anlıyorum… Yani uzun süren bir döngüden bahsediyorum. Şunu söylememe izin verin, Avrupa’nın ortasında bulunan kendi ülkem, Avusturya’nın, Avrupa Birliği’ne girmesi uzun yıllar aldı. Uzun bir süreçti. Şunun farkındayım, Türkiye çok enerjik, çok hızlı hareket eden bir ülke, ancak bu uzun soluklu bir ilişki, bir süreç. Unutmayalım ki, katılım yarın gelmeyecek olsa da, çok iş çıkardık.

Deneyimlediğim bir örneği paylaşmak istiyorum. Türkiye’de yaptığım ilk geziyi hatırlıyorum. Trabzon’a gittik, bizden destek alan bir gıda firmasını ziyaret ettik. Şirketin sahibi orada şunu söyledi. “Biz sizden sadece para almıyoruz, onun yanında sizin düzenlemeleriniz uyarınca var olan standartları da alıyoruz. Bu standartlar bizi hem Avrupa hem de dünyada daha rekabetçi kılıyor.” Yani Türkiye ile Avrupa arasında bu uyum bence önemli. Bunu küçümsemememiz gerekiyor. Bu ilerleyen, gelişen bir ülke demek. Tabii ki Türkiye bunu kendisi yaptı ancak AB üyelik sürecinin buna yardımcı olduğunu düşünüyorum. Bunu akılda tutmak gerekiyor. Bunu inşa etmeye devam etmek gerekiyor.

Evet, haklısınız. Türkiye elbette çok yol kat etti ama Türkiye’nin amacı üye olmak. Bu olacak mı?

Biliyorsunuz, dışişleri bakanlıklarında meslektaşlarımız, anket yapar. Farklı gruplarla, farklı toplum gruplarıyla konuştuğumuzda bir numaralı soru her zaman ‘Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesi gerektiğini düşünüyor musunuz?’ Burada ‘Evet’ diyen büyük bir yüzdeye sahipsiniz.

Her zaman ardından gelen soru şu oluyor: ‘Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılacağını düşünüyor musunuz?’ Bu sefer aynı oranda bir yüzde “Hayır” diyor. Bu noktada üçüncü soru geliyor: Neden? En sık duyduğumuz yanıt şu: “Türkiye çok büyük, çok fakir ve İslami özellikleri fazla.”

‘KOPENHAG KRİTERLERİ ÇOK ÖNEMLİ’

Peki sizce bu algı doğru mu?

Ben bunun yanlış bir algı olduğunu düşünüyorum. Demek istediğim, bunun katılım süreciyle hiçbir ilgisi yok. Ancak atılması gereken belli adımlar var. İlişkimizde önemli bir husus, iyi komşuluk ilişkileri. Yani 2016’da sorun yaşadık. Bazı Avrupa ülkelerinde şimdi tekrar sorun yaşıyoruz. Bence kilit unsur bu. İyi komşuluk ilişkileri ama aynı zamanda Kopenhag Kriterleri hakkında konuştuğumuz gibi, hukukun üstünlüğü ve içerideki durum tartışılması gereken çok önemli konulardır. Bunların katılım süreciyle beraber ilerleyebilmesi gerekiyor.

Demek istediğim şu anda katılım süreci, genişleme süreci beklemede. Herhangi bir fasıl açmadık. Herhangi bir bölümü tartışmıyoruz. Avrupa’da da bir tartışma oldu. Geçen Ekim ayında genel olarak genişleme sürecini takip ettiğinizden eminim. Bir yavaşlama oldu ve tabii ki Mart ayında yeniden başladı. Yani farklı farklı faktörler bir araya geliyor. Ama aynı tarihi, aynı coğrafyayı paylaştığımızı da unutmamalıyız diye düşünüyorum. Biz beraberiz. Dolayısıyla sonunda bir ilerleme olacağını düşünüyorum. Ama pek çok siyasi konu var ele alınıp çözülmesi gereken.

Christian Berger geçen yıl düzenlenen Hareketlilik Konsepti etkinliklerinde…

‘BAZI DAVALARDAKİ İLERLEMELER TÜRKİYE’NİN ÜYELİĞİ SÜRECİ AÇISINDAN ÖNEMLİ’

Tam da bu siyasi sorunlar konusundan devam etmek isterim. Türkiye ifade özgürlüğü, insan hakları, akademik özgürlük, hukukun üstünlüğü, işkence yasağı gibi pek çok konuda zor bir dönemden geçiyor. Siz şimdi Kahire’ye gidiyorsunuz, Türkiye toplumu olarak size oradaki görevinizde başarılar dileriz. Siz ülkemize veda ederken cezaevinde olan kalan pek çok isim var. Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala gibi. Biliyorsunuz ikisi de uzun süredir cezaevinde. Bu konuda söyleyeceklerinizi merak ediyorum.

Hukukun üstünlüğü bizim için çok önemli bir kavram. Aslında Avrupa Birliği’ni, üye devletleri birbirine bağlayan şey budur. Bu bir yemek, dil veya kültür değil ama hukukun üstünlüğüdür. Hepimiz, tüm Avrupa ülkelerinde aynı hukuk kuralını paylaştığımıza inanıyoruz. Kopenhag Kriterleri olarak adlandırdığımız şeyin temel unsurlarından biri bu. Bunun iki bileşeni var: Biri siyasi-yasal, diğeri ekonomik. Esas olarak da hukukun üstünlüğü, temel özgürlükler, adil yargılama. Bunlar önemli konular, bizim için çok önemli konular.

Yani, tabii ki orada ilerleme görmek istiyoruz. Şunu söyleyeyim Türkiye açısından bunun tam olarak anlaşıldığına dair bir işaret var. Örneğin yargı reform süreci veya reform grubunun kendisi yeniden oluşturuldu. Bakanlıklar birlikte çalışıyor. Yargı sisteminde reform için bir plan var. Yani, bu elbette, bizim açımızdan hoş bir adım. Ancak sonuçları da görmemiz gerekiyor. Sonuçlardan bazıları, elbette, sözünü ettiğiniz bazı davaların nasıl ilerlediğini de içeriyor.

‘VİZE SERBESTİSİ İÇİN TÜRKİYE’NİN ADIM ATMASINI BEKLİYORUZ’

Son sorum vizeler konusunda. Dünya çapında neredeyse 60 ülke, Avrupa Birliği’ne vizesiz seyahatten yararlanıyor. AB, Türkiye ile AB Geri Kabul Anlaşmasının imzalanmasına paralel olarak 16 Aralık 2013 tarihinde Türkiye ile Vize Serbestisi Diyaloğu’nu başlattı. Türkiye 2013 yılından bu yana vize serbestisi için bekliyor. Türkiye neden hâlâ bekleme listesinde?

Türkiye ile vize serbestisi için belirli koşullarda anlaştık… Bunlara gösterge diyoruz. Yani, bir takım kriterler var. Bu kriterlerin büyük kısmı zaten yerine getirildi. Zor olan birkaç kriter var. Türk bakanlıkları bunun üzerinde çalışıyor.

Bu sorunun nasıl çözüleceğine dair bize bir şeyler önermeleri gerekiyor. Biz buradayız. Yani evet süreç devam ediyor ama Türk tarafında tamamlanması gereken başlıklar var. Bu nedenle, birkaç yıl önce iki tarafın da üzerinde anlaştığı kriterleri karşılamak için Avrupa tarafına ne yapmak istediklerini önermeleri gerekiyor. Biz bu önerileri dinlemek ve ele almak için buradayız.

Türkiye’de görev süreniz doldu ve sizi Kahire’ye uğurluyoruz. Kısaca buradaki dört yılınızı anlatır mısınız?

Bu konuda çok konuşmak gerekecek o zaman (gülüyor). Buraya 2016 Kasım ayının ikinci haftasında geldim. O dönemde Türkiye-AB ilişkilerinde tansiyon yüksekti. Benim işimse, iki tarafın birbiriyle konuşmaya devam etmesini sağlamaktı, çünkü taraflar arasında yanlış anlamalar vardı. Türkiye bizi anlamıyordu, biz de Türkiye’yi. Ben en azından umuyorum bunu sağlayabilmişimdir. Bu yanlış anlamaları aza indirmek için hızla hareket ettik. Ekonomi, enerji, ulaşım gibi alanda zaten biraz diyaloğumuz vardı. Örneğin 2016’da Türkiye’de mülteciler konusunda kolaylaştırıcı rol üstlendik. Türkiye’nin mülteciler konusunda büyük baskı altında olduğunu söyledik. Bunun gibi konularda yükümlülük almaya çalıştık. Ancak 2018’de yine zorlayıcı bir sürece girdik. Suriye’den Libya’ya, Doğu Akdeniz’e bazı konularda zorluklar yaşamaya başladık.

28 Ağustos’ta, Berlin’de AB Dışişleri Bakanları toplantısı vardı. Burada yüksek düzeyde verilen mesaj Türkiye ile yaşanan sorunların tanımlanmasıydı. Türkiye’nin eylemleri konusunda konuşmaya devam etmeye, birbirimizi zor zamanlarda anlamaya ve böylece sorunları çözmeye ihtiyacımız var. Yüksek temsilcilik müzakereler için hep bir alan olmasına, birbirimizi anlayabileceğimiz, tartışabileceğimiz bir zemin olmasına önem veriyor.

Bu dört yılı bir cümle ile özetlememi isterseniz, pek çok zorluk yaşadık ancak benzer biçimde bazı sıkıntıları aşmak için de pek çok fırsat doğdu. Bana öyle geliyor ki korona virüsü bize ülkeler arasındaki dayanışmanın önemini gösteriyor. Bu anlamda Türkiye ile AB arasında ekonomi, ticaret alanında pek çok olanağa işaret ediyor. Örneğin AB Yeşil Uzlaşma/Sözleşme, ekonominin dijital dönüşümü gibi alanlarda… Bu anlamda bence Türkiye ile gurur duyulmalı. Hep olumsuzluklara odaklanmamak gerekiyor, Çünkü sorunlarımızı çözmek, üstesinden gelmek için adımlar attığımız olumlu yanlar da var.

DUVAR