ABD Başkanlık Seçimleri: Trump kazansa da kaybetse de bir çokşeyi değiştirdi
Dünyanın ABD'ye bakışı
ABD Başkanlık Seçimleri: Trump kazansa da kaybetse de bir çokşeyi değiştirdi
ABD Başkanı sadece ülkesinin lideri değil, muhtemelen gezegenimizdeki en güçlü kişi.
İzlediği politikalar hepimizi etkiliyor ve Donald Trump'ın Beyaz Saray'daki ilk dönemi de böyle oldu.
Seçime günler kala, Trump'ın seçilse de seçilmese de şu ana kadar dünyada neleri değiştirdiğine bakalım.
Dünyanın ABD'ye bakışı
Trump ABD için sık sık "Dünyanın en büyük ülkesi" tanımlamasını kullanıyor. Fakat Pew Araştırma Şirketi tarafından 13 ülkede yapılan bir kamuoyu yoklaması Trump yönetiminin ABD'nin uluslararası itibarını artıramadığına işaret ediyor.
Bir çok Avrupa ülkesinde kamuoyunda ABD hakkında olumlu düşünenler yaklaşık 20 yılın en düşük düzeyine gerilemiş. İngiltere'de bu oran yüzde 41, fransa'da yüzde 31, Almanya'da ise yüzde 26.
Amerika’nın koronavirüs salgını karşısında izlediği çizginin bunda büyük rol oynadığı görülüyor. 13 ülkede Temmuz ve Ağustos ayında yapılan yoklamalara katılanların sadece yüzde 15’i ABD hükümetinin krizi iyi yönettiğini düşünüyor.
Küresel iklim değişikliği anlaşmasından geri adım
Donald Trump'ın iklim değişikliği konusunda neye inandığını net olarak tespit etmek güç çünkü bu konuyu aynı anda "pahalı bir aldatmaca", "ciddi bir konu" ya da "benim için çok önemli" diye çok farklı şekillerde nitelediği oldu.
Bu konuda kesin olan ise işbaşına geldikten 6 ay sonra ABD'nin, 200 ülkenin gezegendeki iklim değişikliğini 2 santigrad derecenin epey altında tutma konusunda anlaştığı Paris İklim Anlaşması'ndan çekildiğini açıklamış olması.
ABD Çin'den sonra dünyada en çok sera gazı salımı yapan ülke ve uzmanlar Trump yeniden seçilirse, küresel ısınmayı kontrol altına almanın imkansız hale gelebileceği uyarısında bulunuyor.
Paris anlaşmasını reddederken Başkan Trump, "Bu Amerikan üreticilerini aşırı kısıtlayıcı önlemlere mahkum etmek anlamına gelir" demişti. Bu Trump'ın sık sık tekrarladığı bir kalıp ve hava kirliliğini kontrol etmeye yönelik yasaları gevşeterek fosil yakıt üretimini ucuzlatırken de bu gerekçeye başvurdu.
Buna karşılık daha ucuz olan doğal gaz rekabeti ve devletin sürdürülebilir enerjiye verdiği destek nedeniyle ABD'deki bir çok kömür madeni hala kapalı. Resmi rakamlara göre ABD'de 2019 yılında sürdürülebilir kaynaklardan 130 yıldır ilk defa kömürden daha fazla enerji elde edildi.
Amerika'nın Paris İklim Anlaşması'ndan çekilmesi kararı, pratikte 4 Kasım'da yani başkanlık seçimlerinden bir gün sonra yürürlüğe girmiş olacak ve Joe Biden seçilirse anlaşmaya yeniden katılacağını açıkladı.
ABD'nin anlaşmadan çekilmesinin başka ülkelerin de çekilmesine yol açarak anlaşmanın etkisini ortadan kaldırabileceği yolundaki kaygılar ise boşa çıktı. Ama bazı gözlemciler bunun, Brezilya ve Suudi Arabistan'ın karbon salımı kesintileri konusunda ilerleme sağlanmasını engellemesini kolaylaştıracağını düşünüyor.
Sınırların kapanması
Başkan Trump göç politikasının ana hattını yemin ettikten bir hafta sonra ortaya koydu ve nüfusu ağırlıkla Müslüman olan 7 ülkeden gelenlere ABD sınırlarını kapattı. Şu anda 13 ülkeye çok sıkı seyahat kısıtlamaları uygulanıyor.
Aslında başka ülkede doğmuş olup ABD'de yaşayanların nüfusa oranı 2019'da, Obama'nın görevdeki son yılı olan 2016'ya göre yüzde 3 artış gösterdi. Fakat bu göçmenlerin bileşimi yani hangi ülkelerden geldikleri farklılaştı.
Trump döneminde Meksika'dan gelen göçmenlerin oranı düzenli olarak düşüş gösterirken, Latin Amerika'nın diğer bölgelerinden ve Karayip Adaları'ndan gelenlerin oranı arttı.
Genel olarak ABD'de sürekli oturum izinlerinin verilmesi zorlaştırıldı. Bu en çok da ülkede yaşayan akrabalarının yanına gelmek isteyenleri etkiledi.
Eğer Trump'ın göçmen politikasının bir sembolu olması gerekiyorsa bu kesinlikle Meksika sınırına inşa etmeyi vaadettiği "büyük, güzel duvar" olur. 19 Ekim itibariyle ABD Gümrük ve Sınır Muhafaza Dairesi'nin verdiği bilgiye göre sınırda 600 kilometreye yakın duvar inşa edildi. Bunun önemli bir kısmı zaten varolan tel örgü ve bariyerlerin yerini aldı. İki ülke arasındaki sınır 3100 km civarında.
Bu duvar ABD'ye girmek için umarsızca çabalayan göçmenleri caydırmış görünmüyor.
ABD-Meksika sınırında gözaltına alınan göçmenlerin sayısı 2019'da son 12 yılın en yüksek seviyesine ulaştı. Bunların çoğu şiddetten ya da yoksulluktan kurtulmak için yeni bir hayat kurmak isteyen Guatemala, Honduras ve El Salvadorlu ailelerdi.
Donald Trump mülteciler konusunda da büyük sınırlayıcı değişiklikler yaptı ve ABD'ye yerleşmesine izin verilen mültecilerin sayısı 2016'da 85 bin iken, 2017'de 54 bine düştü.
2021 yılında ABD'ye yerleşme izni verilen mülteci sayısının yapılan değişikliklerle en fazla 15 bin kişi olması bekleniyor. Bu 1980 yılında mülteci kotalarının yürürlüğe girmesinden bu yana en düşük sayı olacak.
Sahte haberin egemenliği
Donald Trump 2017 yılı Ekim ayında verdiği bir mülakatta "Kendi buluşum olan kavramların en harikası 'sahte' bence" demişti. 'Sahte haber' kavramının mucidinin Trump olmadığı kesin ama bu kavramı yaygınlaştıran kişi olduğunu kabul etmek gerekir.
Factba.se adlı site tarafından yapılan sosyal medya paylaşımları ve sesli bildirim izlemelerine göre, Trump, 'sahte haber' kavramını 2016 yılından bu yana tam 2 bin kere kullandı.
Google'da bugün 'sahte haber' kavramını aradığınızda (İngilizce: fake news) dünya çapında 1 milyar 100 milyon sonuç çıkıyor.
Bunları bir takvime oturttuğunuzda, ABD'de kavrama ilginin 2016-17 kışında arttığı ve Trump'ın, sahte diye nitelediği haberleri sıraladığı "Sahte Haber Ödülleri" listesini yayınladığında tepe noktasına ulaştığı görülüyor.
2016 yılındaki başkanlık seçimleri döneminde "sahte haber" kavramı örneğin Papa'nın Trump'ın başkanlığını desteklediği gibi doğru olmayan haberleri ifade etmekte kullanılıyordu. Fakat kullanım yaygınlaştıkça içeriği de giderek genişledi.
Başkan bu kavramı sık sık hoşuna gitmeyen haberler için kullanıyor.
2017 yılında bunu daha da ileri götürerek bir çok haber kuruluşunu "Amerikan halkının düşmanı" ilan etmişti.
Bu kavram Tayland, Filipinler, Suudi Arabistan ve Bahreyn gibi bir çok ülkede de liderler tarafından benimsendi ve bazıları muhalif siyasetçiler ve gazetecilere yapılan baskıları meşrulaştırıcı bir gerekçe olarak 'sahte haber yayma' suçlamasını kullanmaya başladı.
Sivil toplum örgütlenmeleri, kavramı bu şekilde saygın habercilik için de kullanan politikacıların, halkın temel doğrular üzerinde hemfikir olması prensibine dayanan demokrasiyi ayaklar altına aldıklarını söylüyorlar.
Amerika'nın başka topraklardaki savaşları ve Ortadoğu
Başkan Trump 2019 yılı Şubat ayında yaptığı Ulusa Sesleniş konuşmasında Suriye’deki Amerikan askerlerini geri çekeceğini açıklamış ve “Büyük uluslar sonu olmayan savaşlar sürdürmezler” demişti.
Fakat sayılar üzerinden baktığımızda biraz daha farklı bir tablo ortaya çıkıyor. Örneğin Trump, bu sözleri sarfettikten sadece birkaç ay sonra petrol kuyularını korumak için Suriye’de 5 bin asker tutmaya karar verdi.
Başkan Afganistan’daki ve bir ölçüde Irak ve Suriye’deki Amerikan askeri gücünü azalttı ama Amerikan güçleri genel olarak hala kendisinin görevi devraldığı günkü yerlerinde duruyorlar.
Tabi ki Ortadoğu’da etkili olmanın tek yolu asker bulundurmak değil.
Trump daha önceki başkanların itirazlarını dinlemeyerek 2018 yılında İsrail’deki büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e aldı ve böylece doğusu BM tarafından “işgal toprağı” olarak kabul edilen kentin İsrail’in başkenti olduğunu kabul etmiş oldu.
Geçen ay da Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn’in -ABD arabuluculuğu ile- İsrail ile ilişkilerini normalleştirme anlaşmaları imzalamasını “Ortadoğu’da yeni bir gün doğuyor” sözleriyle yorumlamıştı.
Retorik bir yana konduğunda, iki Körfez ülkesinin, kurulduğu 1948’den bu yana İsrail’i resmen tanıyan Mısır ve Ürdün’den sonra üçüncü ve dördüncü Arap ülkesi olmaları, belki de Trump yönetiminin en büyük diplomatik “başarısı” sayılabilir.
Ticaret anlaşması sanatı
Başkan Trump kendisi tarafından yapılmayan anlaşmalara olumsuz yaklaşıyor gibi görünüyor.
Görevi devraldığı ilk gün Başkan Obama tarafından onaylanan 12 ülkenin taraf olduğu Trans Pasifik Ortaklık anlaşmasını “korkunç” diye tanımladı ve çekildiğini açıkladı. Bu adım en çok, anlaşmayı kendisinin Asya Pasifik bölgesindeki etkisini azaltmaya yönelik bir adım olarak gören Çin’in işine yaradı. Ama Trump’ın adımı ABD’de bu anlaşmanın Amerika’da işsizliği artırabileceğini düşünenler tarafından sevinçle karşılandı.
Trump ayrıca kanada ve Meksika ile yapılan Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması’nı da “gelmiş geçmiş en berbat anlaşma olabilir” diye niteleyerek yeniden müzakere etti. Yeniden müzakere edilen anlaşmada çok şey değişmedi ama otomobil yedek parçası ticareti ve istihdamla ilgili bazı maddeler sıkılaştırıldı.
ABD’nin dünya ticaretindeki yeri Trump’ın en çok uğraştığı konu oldu. Bunun sonucunda Çin ile zorlu bir ticaret savaşına girildi ve dünyanın en büyük iki ekonomisi birbirlerinin mallarına milyarlarca dolar gümrük vergisi koydular. Bu Amerikan soya fasulyesi üreticileri, teknoloji ve otomotiv sektörlerinde sıkıntılara yol açtı. İmalatçılar bu yüzden Çin’den çekilip maliyetin daha düşük olduğu Vietnam ve Kamboçya gibi ülkelere kayınca Pekin de bu savaştan olumsuz etkilendi.
2019 yılında ABD’nin Çin ile ticaret açığı 2016’daki düzeyinden çok az bir miktar aşağıdaydı. Amerikan şirketleri Trump’ın koyduğu vergiler nedeniyle ithalatlarını azaltmışlardı.
Ne var ki koronavirüs salgınının 2020 yılında ekonomik eğilimleri ciddi şekilde etkilemesine rağmen ABD hala ihraç ettiğinden daha fazla ithal ediyor.
Çin ile itişmeler
2 Aralık 2016 tarihinde, seçilmiş ama henüz yemin ederek göreve başlamamış olan Donald Trump gayet sıradışı bir şey yaptı ve 1979’dan bu yana izlenen gelenekten koparak Tayvan Cumhurbaşkanı ile görüştü.
O sırada BBC’nin Çin haberleri editörü olan Carrie Gracie bunun, Tayvan’ın bağımsızlığını tanımayan ve kendi egemenliği altında sayan Pekin’de büyük tepki ve kaygı yaratacağını öngörmüştü.
Trump’ın bu cüretkar ilk adımı Çin ile ABD arasında son yıllarda bir çok alanda yaşanan karşılıklı itiş kakışın da açılışı olmuş oldu.
ABD, Güney Çin Denizi sularına ilişkin egemenlik taleplerini yasa dışı ilan ederek, mallarına yüksek günrük vergileri koyarak, TikTok ve WeChat gibi popüler Çin uygulamalarının indirilmesini yasaklayarak, dev Çin Telekom şirketi Huawei’yi ulusal güvenlik tehdidi olduğunu öne sürüp kara listeye alarak Çin’in canını sıkmayı sürdürdü.
Fakat bu gerginliklerin hepsi Trump yönetimi döneminde ortaya çıkmadı ve bazılarında Çin’in attığı adımlar da etkili oldu.
2013 yılından bu yana iktidarda olan Devlet Başkanı Şi Cinping Hong Kong’da tartışmalı bir ulusal güvenlik yasasının yürürlüğe konması ve Çin’de Müslüman Uygurların yaşadığı bölgede uyguladığı baskı yöntemleriyle tepki çekti.
Başkan Trump Covid-19’u “Çin virüsü” diye adlandırarak, salgınla mücadele konusunda kendisine yönelen eleştirilerin yönünü değiştirmeyi deniyor olabilir ama aslına bakılırsa Beyaz Saray’da bir yönetim değişikliği ille de Çin-ABD ilişkilerinde daha yumuşak bir döneme geçileceği anlamına gelmiyor.
Demokrat başkan adayı Joe Biden da Çin lideri Şi’yi “haydut” diye nitelemiş ve “bedeninde tek bir demokratik kemik olmadığını” söylemişti.
İran'la neredeyse savaş
Trump 2019 yılının son gününde “İran tesislerimizden herhangi birinde meydana gelebilecek can kaybı, ya da zarardan tamamen sorumlu tutulacaktır. Bu onlara ÇOK PAHALIYA malolacak. Bu bir Uyarı değil, bir Tehdittir. Yeni Yılınız Kutlu Olsun!” diye bir tweet attı.
Birkaç gün sonra ABD’nin, İran’ın en güçlü generali ve Ortadoğu’daki askeri faaliyetlerinin sorumlusu Kasım Süleymani’yi, ziyaret ettiği Irak’da bir füzeyle hedef alıp öldürdüğü haberi dünyayı sarstı.
İran, Irak’taki iki Amerikan üssüne onu aşkın füze atarak misilleme yaptı. Saldırılarda 100’den fazla Amerikan askeri yaralandı ve bir uzman iki ülkenin savaşın eşiğinde olduğunu söylemeye başladılar.
Savaş olmadı ama yine de bir çok masum sivil hayatını kaybetti. İran, füze saldırılarından sadece birkaç saat sonra, yanlışlıkla Tahran’dan havalanan bir Ukrayna yolcu uçağını vurdu ve uçaktaki 176 yolcu ve mürettebatın tümü öldü.
Olaylar nasıl bu noktaya geldi? Karşılıklı güvensizliğe bir dizi hesap hatası da eklenmişti.
ABD ve İran arasındaki ilişkiler ABD’nin devrilen Şah Rıza Pehlevi’yi desteklediği 1979’daki devrim ve ardından Tahran büyükelçiliğinde 52 Amerikalının rehine alındığı olaylardan beri hep kötü oldu.
2018 yılının Mayıs ayında Trump 2015’te İran ile varılan ve Tahran’ın yaptırımların kaldırılması karşılığında nükleer faaliyetlerini sınırlamayı kabul ettiği uluslararası nükleer anlaşmadan çekilince gerilim yeniden tırmanmaya başladı.
Bunu Trump’ın “şimdiye kadar konulan en sıkı yaptırımlar” diye nitelediği ve İran yönetimini kendisinin önerdiği çok daha sıkı bir anlaşmaya zorlamayı amaçlayan yeni yaptırım paketi izledi.
Tahran boyun eğmedi. Yaptırımlar İran ekonomisini şiddetli bir ekonomik gerilemeye soktu ve 2019’un Ekim ayında gıda fiyatlarındaki bir yıllık artış yüzde 61’e, tütünde yüzde 80’e ulaşmıştı. Sıkıntılar İran’da bir ay sonra yaygın ve kitlesel sokak gösterileriyle siyasete yansıdı.
Gerek ABD gerekse İran’ı kötü vuran koronavirüs salgını ilgiyi dağıtmış görünse de iki ülke arasında diplomatik kanallar hala çok zayıf ve anlaşmazlık noktaları hala çok fazla.