ABD ile ilişkilerde ana tema ‘görevimiz tehlike’
Hürriyet gazetesi yazarı Sedat Ergin yazdı.
Hürriyet gazetesi yazarı Sedat Ergin yazdı.
Geride bırakmak üzere olduğumuz 2019 yılında Türkiye’nin dış dünyayla ilişkilerini köklü bir şekilde etkileyen üç adım atıldı. Bunlardan birincisi, Rusya’ya siparişi verilmiş olan S-400 hava savunma sistemlerinin ilk partisinin geçen temmuz ayında tesliminin yapılması, ikincisi ise geçen ekim ayında Kuzey Suriye’de Fırat’ın doğusunda gerçekleştirilen Barış Pınarı harekâtıydı.
GERİDE bırakmak üzere olduğumuz 2019 yılında Türkiye’nin dış dünyayla ilişkilerini köklü bir şekilde etkileyen üç adım atıldı. Bunlardan birincisi, Rusya’ya siparişi verilmiş olan S-400 hava savunma sistemlerinin ilk partisinin geçen temmuz ayında tesliminin yapılması, ikincisi ise geçen ekim ayında Kuzey Suriye’de Fırat’ın doğusunda gerçekleştirilen Barış Pınarı harekâtıydı.
Son olarak yılın sonuna doğru Libya ile imzalanan Akdeniz’de deniz yetki alanlarının sınırlanmasına ilişkin anlaşma üzerinden Doğu Akdeniz’e dönük yapılan hamle de sonuçlarının hacimli boyutları itibarıyla bu tabloya giriyor.
TRUMP-ERDOĞAN YAKINLAŞMASI
Bu gelişmelerin en çok sarstığı cephe ABD ile ilişkiler olmuştur. Türkiye, aslında 2018 yılını da ABD ile ilişkilerinde yine sarsıntılarla geçirmiş, özellikle Başkan Donald Trump’ın rahip Brunson’ın tutukluluğuna tepki olarak Türkiye’ye ekonomik yaptırımlar uygulaması üzerine, Türk ekonomisi döviz kurunun tırmanmasıyla gerçekten de ciddi bir türbülansa sahne olmuştu.
Bugün son gününü yaşadığımız 2019 da sarsıntıların eksilmediği bir yıl olmuştur. Ancak 2018 ile 2019 arasında önemli bir fark var. 2018’de Trump Türk ekonomisine zarar vermekten çekinmeyen olumsuz bir aktör olarak belirirken, 2019 yılında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı arasında herkesi şaşırtan bir yakınlaşma şekillenmiştir. Trump yine kısa süreli bazı ‘etkisiz’ yaptırımlar uygulayıp zaman zaman tehditler savurmuş olsa da, genel bir değerlendirmede beliren ana fotoğraf ikisi arasında kuvvetli bir ilişkinin kurulmuş olmasıdır.
Bu yakınlık ilginçtir ki, Başkan Trump’ın Türkiye’nin Suriye’deki askeri harekâtı için ‘yeşil ışık’ yakmasını da beraberinde getirmiştir. Sonradan kendi güvenlik bürokrasinin direnciyle bazı yalpamalar yaşansa da, son tahlilde ABD yönetimi Türkiye ile 17 Ekim 2019 tarihli 13 maddelik ‘Ankara Mutabakatı’nı imzalayarak Türkiye’nin askeri harekâtına onay vermiştir. Bir anlamda Türkiye’nin müdahalesi bu mutabakatla ABD Başkanı’na tescil ettirilmiştir.
Çelişki burada karşımıza çıkıyor. Çünkü, Beyaz Saray harekâtın önünü açarken, ABD’nin güvenlik bürokrasisi operasyona mesafeli durmuş, Kongre ve medyada ise Türkiye’ye karşı kuvvetli ölçülerde eleştirel bir hava belirmiştir.
KONGRE’DEN GEÇEN SOYKIRIM TASARILARI
Kuşkusuz, Suriye harekâtının Rus S-400 sistemlerinin tesliminin ABD’de yarattığı son derece olumsuz atmosferin hemen üstüne gelmiş olması, ABD’de tepki eşiğinin yükselmesinde rol oynamıştır. Aslında S-400’lerin Ankara Mürted üssüne inmesiyle birlikte taşlar zaten yerinden oynamıştı. ABD yönetimi bütün çabasına, tehditlerine, Türkiye’yi vazgeçirmek için kullandığı bütün tezlere karşılık, bir NATO müttefikine Rusya’dan bu silahların gelişini önleyememiştir.
S-400’ler ve Suriye harekâtı arka arkaya gelince ABD Kongresi’nde tepkiler zirveye çıkmıştır. Sonuç, Türkiye hakkında birbiri ardına kabul edilen olumsuz karar tasarıları ve yasa metinleri olmuştur. Bunlar arasında en ağır hasar, hem Temsilciler Meclisi’nde hem de Senato’da ‘Ermeni soykırımı’ iddialarını taşıyan karar tasarılarının ekim ve aralık aylarında dirençle karşılaşmadan kabul edilmesiyle tahakkuk etmiştir. Temsilciler Meclisi’nde 1975 ve 1984’ten sonra üçüncü kez, buna karşılık Senato tarihinde ise ilk kez bu içerikte bir tasarı geçmiştir. Böylelikle, Türkiye’nin on yıllardır izlediği bu tasarıları önleme yolundaki stratejisi bu kez sonuçsuz kalmıştır.
‘Barış Pınarı’ harekâtı nedeniyle Türkiye’yi cezalandırmak amacıyla birçok alanda ciddi yaptırımlar uygulanmasını öngören tasarıların Kongre’de ortalığa yayılması bir diğer olumsuzluktur. Bu harekât nedeniyle Türkiye’ye ağır yaptırımlar getiren bir tasarı geçen ekim ayında Temsilciler Meclisi’nden büyük oy farkıyla geçmiş, benzer bir tasarı da bu ay Senato Dış İlişkiler Komitesi’nde onaylanmıştır. Bu tasarının Senato Genel Kurulu’na gelmesi yabana atılmaması gereken bir olasılıktır. Tasarının Kongre’nin her iki kanadından geçip yasalaşması halinde ilişkilerde çok ağır bir hasarın ortaya çıkması kaçınılmaz olacaktır.
Ayrıca, yılın sonuna doğru Kongre’den geçen Savunma Bakanlığı Bütçe Yetki Yasası’na CAATSA yaptırımlarının konmuş olması bu cephedeki bir diğer sıkıntılı konudur. Başkan Trump, Rusya’dan silah alımı nedeniyle ‘CAATSA Yasası’ çerçevesinde Türkiye’ye ekonomik yaptırım uygulaması gerektiği halde bu adımları sürekli ötelemekteydi. Oysa Kongre CAATSA tasarruflarını bu kez Savunma Bakanlığı bütçesine de koyarak, Başkan Trump’ı uygulamaya geçmesi için köşeye sıkıştırmıştır. Yasa, kesin bir dille Türkiye’nin F-35 ortak üretim programından çıkartılacağını da belirtiyor.
TÜRKİYE KONGRE’DE YALNIZ KALDI
Bütün bu gelişmeler yan yana getirildiğinde Türkiye’nin Kongre cephesinde yalnız kaldığını söylemek objektif bir tespit olacaktır. Düşündürücü olan bir yöneliş, ABD Kongresi’nde ilk kez bir ‘Kürt Lobisi’nin de hesaba katılması gereken bir faktör olarak sahneye çıkmış olmasıdır. Yönetimin PKK’nın uzantısı YPG’yi Suriye’de askeri müttefik kimliğiyle himayesine alması zaten uzun bir zamandır Türkiye-ABD ilişkisinin kimyasını bozmaktadır.
Bu arada, Kongre dışında yönetim kanadının Doğu Akdeniz’deki doğalgaz kaynaklarının paylaşımı meselesinde açıkça Türkiye’ye karşı Yunanistan, Rum Yönetimi, İsrail ve Mısır’ın oluşturduğu blok ile kurumsal bir işbirliği içine girmesi Ankara-Washington ilişkilerinde önümüzdeki dönemde baş ağrıtacak yeni bir gerilim başlığı halinde envantere giriyor.
Bütün bu olumsuzluklara karşı ABD cephesinde Türkiye dosyasına sahip çıkmak üzere neredeyse tek faktör olarak Başkan Trump kalıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Washington’daki bütün oyun planını Başkan Trump ile kurduğu yakın çalışma ilişkisi üzerine inşa etmiş bulunuyor. Ancak unutmayalım ki, 2020 Trump’ın seçim yılıdır ve kendisi ayrıca Kongre’deki ‘azil süreci’ nedeniyle zaten kaygan bir zeminde yürümektedir. Bu durumda son hadiselerde de görüldüğü gibi Kongre’yi ne kadar frenleyebileceği şüphelidir.
YA TRUMP BAŞKAN SEÇİLEMEZSE
Asıl sınav yıl sonuna doğru kasım ayı başında yapılacak ABD başkanlık seçimi olacaktır. Trump’ın yeniden kazanması Türkiye’ye bir dört yıllık süre için kısmen nefes aldırabilecektir. Gelgelelim seçimi Demokrat adayın kazanması ilişkileri daha da büyük basınç altına sokabilir. Her halükârda 2020’nin seçim yılı olması ve yürüyen ‘azil süreci’ ilişkileri özellikle Kongre cephesinde karambollere, kazalara açık bir hale getiriyor.
Sonuçta, 2020’ye girilirken Türkiye-ABD ilişkilerinin seyri uçurumun hemen kenarında yol alan bir aracın durumuna benziyor. Sürekli düşme tehlikesinin hissedildiği bu sıkıntılı ilişki, yönetilebilmesi her geçen gün daha da güçleşen bir nitelik kazanıyor.