ABD İnsan Hakları Raporu’nda Türkiye Nasıl Yer Aldı?

“Ukrayna’da yaşama ve çalışma izinleri olmasına rağmen, bir gazetecinin sınır dışı edilmesi"

ABD İnsan Hakları Raporu’nda Türkiye Nasıl Yer Aldı?




ABD Dışişleri Bakanlığı, ülkelerdeki insan hakları uygulamalarını değerlendirdiği yıllık raporunu açıkladı. Raporun Türkiye bölümünde, İstanbul’da yerel seçimin yenilenmesi kararı, Türkiye’nin Suriye’deki Barış Pınarı Harekatı, SETA’nın yabancı basın kuruluşlarında çalışan Türk gazetecilere yönelik tartışma yaratan raporu, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde polisin kadınlara gazlı müdahalesi, Osman Kavala davası ve yurt dışındaki Gülen Hareketi mensuplarına yönelik operasyonlar yer aldı.

Raporun Türkiye bölümünde “Bireyin Onuruna Saygı”, “İşkence ve İnsanlık Dışı Muamele”, “Keyfi Gözaltılar”, “Cezaevi Koşulları”, “Toplanma Özgürlüğü”, “İfade ve Basın Özgürlüğü”, “İnternet Özgürlüğü”, “Seçimler ve Siyasete Katılım” gibi başlıklar altında uygulamalar değerlendirildi.

Türkiye’nin PKK ve YPG’ye karşı Irak ve Suriye topraklarında düzenlediği askeri operasyonlarda sivil can kaybı iddiaları, raporun “Bireyin Onuruna Saygı, Yaşam Hakkının Keyfi Olarak Elinden Alınması, Kanunsuz Şekilde ya da Siyasi Sebeple Bireyin Katli“ başlığı altında yer aldı.

Raporda Türkiye’nin güneydoğusunda terör örgütü PKK ile mücadeleyle bağlantılı sivil ölümlere yol açtığına ilişkin güvenilir iddiaların olduğu ancak bu sivil can kayıplarının önceki yıllara göre daha düşük düzeyde olduğu belirtildi. Terör örgütü PKK’nın da saldırılarında sivilleri hedef almayı sürdürdüğü kaydedildi. Uluslararası Kriz Grubu’na göre, 2019 yılının ilk 11 ayında Türkiye’nin doğu ve güneydoğu illerinde PKK bağlantılı çatışmalarda 26 sivil, 82 güvenlik gücü ve 343 PKK’lının öldüğü bilgisi yer aldı. Bu kapsamda, Ağustos ayında Hakkari’de Irak sınırında helikopterden açılan ateş sonucu 14 yaşındaki Vedat Ekinci’nin hayatını kaybettiği olaya yer verildi.

Türkiye’nin kendi sınırlarının dışında, Irak’ın kuzeyinde PKK’ya karşı başlattığı Pençe Operasyonu sırasında 27 Haziran’da Iraklı 4 sivilin hayatını kaybettiği bilgisi de raporda yer aldı.

Suriye’de Barış Pınarı Harekatı ve Kürt siyasetçinin ölümü

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin geçtiğimiz Ekim ayında Suriye’nin kuzeyinde başlattığı Barış Pınarı Harekatı’na raporda geniş yer verildi. Raporun bu bölümünde, “Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, Uluslararası Af örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü bölgedeki insan hakları aktivistleri ve medya kuruluşlarının, Türk askerlerinin ve Türkiye destekli silahlı grupların sivil can kayıplarına yol açtığı, Türkler’in kontroluna geçen bölgelerde yargısız infaz, yağma ve mülke el koyma vakalarının yaşandığı yönünde iddiaları aktardı” ifadeleri kullanıldı.

Türk hükümetinin bu iddiaları yalanladığı ancak iddialara ilişkin soruşturma açılması gerekliliğini kabul ettiği, hükümetin ordunun operasyon sırasında sivil can kayıplarından kaçınmak için yoğun çaba gösterdiğinin altını çizdiği belirtildi.

Barış Pınarı Harekatı’na ilişkin değerlendirme kapsamında, “Washington Post ve çeşitli insan hakları gruplarına göre, Türkiye destekli silahlı grup Ahrar El Şarkiya, 12 Ekim’de Gelecek Suriye Partisi’nin Genel Sekreteri Hevrin Khalaf’ın konvoyuna pusu kurarak Kürt siyasetçiyi ve şoförünü öldürdü” ifadeleri kullanıldı.

Raporda Suriye’nin kuzeydoğusunda YPG bağlantılı yönetimin sağlık idaresinin Türkiye’nin operasyonu sırasında 218 sivilin öldüğü yönündeki iddiasına yer verildi. “Türk yetkililer de Suriye’deki YPG güçlerinin sorumlu olduğunu söyledikleri saldırılarda aralarında bir bebeğin de olduğu 18 sivilin hayatını kaybettiği, 150 kişinin de yaralandığını bildirdi” denildi.

“Gözaltında ya da cezaevinde şüpheli ölümler”

Türkiye’de cezaevlerinde ya da gözaltında şüpheli ölümler de bu başlık kapsamında değerlendirildi. Yetkililerin Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’nda 2018 yılında öldürülen gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayetiyle bağlantılandırdığı ve Birleşik Arap Emirlikleri adına casusluk yaptığı gerekçesiyle tutuklanan Zaki Hasan’ın geçtiğimiz Nisan ayında tutulduğu Silivri Cezaevi’nde ölü bulunmasına değinildi.

“Zaki Hasan’ın cezaevinde intihar ettiğinin bildirildiği ancak aile fertlerinin bu iddialara karşı çıktığı ve Mısır’da savcılığın yaptığı iddia edilen otopside ölümle sonuçlanan işkence bulgusuna rastlandığı” belirtildi.

“Gülenciler’e işkence” iddiaları

Raporun “İşkence ve İnsanlık Dışı Muamele” bölümünde Türkiye’de anayasa ve kanun uyarınca işkencenin yasaklanmasına rağmen, uluslararası insan hakları gruplarına göre, hükümet görevlilerinin gözaltındaki kişilere yönelik tehdit, kötü muamele ve işkencede bulundukları savunuldu.

“Mayıs ayında kamuoyuna yansıyan haberlere göre, Gülen hareketiyle bağlantılı oldukları şüphesiyle 2016-2018 dönemini kapsayan olağanüstü hal kararnamesi uyarınca ihraç edilen Dışişleri Bakanlığı’nın eski çalışanları dahil olmak üzere 100 kişi gözaltı sırasında işkenceye uğradı” ifadeleri kullanıldı.

Raporda, Ankara Baro Derneği’nin görüştüğü altı kişiden beşinin polis tarafından işkence gördüklerini, gözlerinin bağlandığını, diz çökmelerinin istendiğini, yerde sürüklendiklerini, copla darp edildiklerini ve konuşmazlarsa copları rektumlarına sokmakla tehdit edildiklerini anlattıkları kaydedildi. Türk polisinin iddiaları reddettiği ifade edildi.

“Darbe girişimi sonrası tutuklamalarla cezaevleri aşırı kalabalık”

Türkiye’de cezaevlerinde fiziksel koşulların genel olarak BM raportörünün standartlarını karşıladığı ancak 2016 yılındaki darbe girişiminin ardından yapılan kitlesel tutuklamalar sebebiyle cezaevlerinin aşırı kalabalık olduğuna dikkat çekildi.

Hükümetin bu yıl yeni cezaevi inşası için bütçeden kaynak ayırdığı bilgisine de yer verildi.

Yurt dışındaki Gülencileri yakalama operasyonları

Gülen Hareketi ile bağlantılı olduklarından şüphelenilen kişilerin yakalanması amacıyla Türk hükümetinin uluslararası çapta bir faaliyet yürüttüğü, hükümetin gerekli yargı süreci yürütülmeden belirli kişiler konusunda adım atılmasına ilişkin diğer ülkelere baskı uyguladığı yönünde güvenilir haberlerin olduğu belirtildi. 2019 yılının Ocak ayında Ukrayna Güvenlik Servisi’nin Gülen Hareketi ile bağlantılı olduğu iddia edilen iki Türk vatandaşını tutuklayıp sınır dışı ettiği olay buna örnek olarak verildi.

“Ukrayna’da yaşama ve çalışma izinleri olmasına rağmen, sınır dışı edilmeden önce bu kişilere yasanın öngördüğü beş günlük itiraz hakkı tanınmadı. Türk hükümeti bu iadeleri daha sonra Türkiye ve Ukrayna arasında güvenlik alanında güçlü işbirliğinin bir örneği olarak niteledi.” denildi.

Raporda, “Hükümetin INTERPOL kırmızı bülten uygulamasını, 15 Temmuz darbe girişimine ilişkin terör bağlantılı oldukları gerekçesiyle Türkiye sınırları dışında bulunan kişileri hedef almak için kullanmaya teşebbüs ettiği, Gülen hareketi destekçisi olduğundan şüphelenilen kişilerin pasaportlarının çalındığı ya da kaybolduğuna yönelik yanlış bildirimde bulunduğuna ilişkin güvenilir haberlerin olduğu” ifade edildi.

Raporun bu bölümünde, “Ocak ayında Anadolu Ajansı’nın İstanbul Başsavcılığı’nın Türk vatandaşı ve NBA oyuncusu Enes Kanter için iade talebi hazırlayarak INTERPOL’e kırmızı bülten için başvurduğunu bildirdiği, Enes Kanter’in pasaportunun devlet başkanına hakaret suçlaması sebebiyle 2017 yılında iptal edildiği, Kanter’in Gülen destekçisi olduğu ve hükümetin politikaları ve hükümet yetkililerine yönelik eleştirilerini yüksek sesle dile getirdiği” belirtildi.

Türk hükümetinin siyasi sebeplerle başka ülkelerde geçici oturma izni bulunan bazı Türk vatandaşlarının pasaportlarını Gülenci örgütlerin üyesi oldukları gerekçesiyle yenilemeyi reddettiği, bu kişilerin de bulundukları ülkelerin dışına çıkamadıkları kaydedildi.

“Hükümetin adımlarını eleştirenlere soruşturma”

Raporun “Sivil Özgürlükler, İfade ve Basın Özgürlüğü” başlığı altında da, hükümetin ifade özgürlüğü hakkını kullandıkları için yüzlerce kişiyi mahkum ettiği belirtildi. Reuters’ın 2018 yılında “Dijital Haber Raporu” kapsamında yaptığı ankete göre, Türkiye’de ankete katılanların yüzde 65’inin görüşlerini açık bir şekilde internette ifade etmenin yetkililerle soruna yol açacağından kaygılı olduklarını söyledikleri belirtildi.

Hükümete yönelik eleştirel yorumların sıklıkla terör gruplarıyla bağlantılı olduğu gerekçesiyle soruşturma ile sonuçlandığı, Suriye’deki Barış Pınarı Harekatı sırasında, hükümetin Suriye’de attığı adımları eleştirdiği belirtilen sosyal medya paylaşımları yüzünden 800’den fazla kişi hakkında soruşturma açıldığı kaydedildi.

Bireylerin pek çok durumda devleti ya da hükümeti kamuoyu önünde soruşturma açılması riski olmadan eleştiremediği, hükümetin bazı dini, siyasi ya da kültürel görüşlerine sempatiyle bakan kişilerin ifade özgürlüğünü kısıtladığı ifade edildi. “Zaman zaman hassas konularda veya hükümeti eleştiren şeyler yazan ya da konuşanlar soruşturma, para cezası, işten atılma ya da hapis cezası riskiyle karşı karşıya kaldı” denildi.

SETA’nın tartışma yaratan raporu

Raporun basın özgürlüğü kapsamındaki uygulamaların değerlendirildiği bölümünde, medya çalışanlarının soruşturma olasılığı tehlikesiyle otosansür uyguladıklarını anlattıkları belirtildi.

Türk Yayıncılar Derneği’nin ülkedeki en büyük kitabevi zinciri D&R’ın bazı kitapları raflarından indirdiği ve muhalif isimlerin kitaplarını da mağazalarında satmadığı yönündeki raporuna atıfta bulunuldu.

Hükümetin medyayı kontrol etme çabasının sürdüğünün belirtildiği raporda, geçtiğimiz Temmuz ayında iktidar partisi AKP’ye yakın olduğu bilinen düşünce kuruluşu SETA’nın bazı yabancı medya kuruluşları (BBC, Deutsche Welle, Voice of America) için çalışan Türk gazetecilere ilişkin hazırladığı rapor da yer aldı. Bu medya kuruluşlarının, söz konusu düşünce kuruluşunun Türk hükümetini çok eleştirdiğini ya da terör ilişkili bakış açısını teşvik ettiğini düşündüğü haberler sebebiyle “hükümet karşıtı”, “terör yanlısı” olarak nitelendirildiği belirtildi.

SETA raporuna tepki olarak Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın raporun bu medya kuruluşlarını ve bu kuruluşlarda çalışan gazetecileri hedef haline getirdiği gerekçesiyle suç duyurusunda bulunduğu kaydedildi.

Türkiye’de gazetecilere yönelik baskının “medyada haberciliğin gittikçe hükümet yanlısı çizgide ilerlediği bir otosansür atmosferinin oluşmasına yol açtığı” değerlendirmesi yapıldı.

Türkiye’de yetkililerin yabancı gazetecileri de hedef aldığının belirtildiği raporda, Türkiye ekonomisine ilişkin hazırladıkları haberler sebebiyle haklarında iddianame hazırlanan iki Bloomberg muhabirine değinildi, “haberlerinin ülkenin ekonomik istikrarına zarar verdiği iddia edilen iki muhabirin suçlu bulunması halinde beş yıla kadar hapis cezası alabilecekleri” kaydedildi.

Tekrarlanan yerel seçim ve medya

Ülkede radyo ve televizyon kuruluşlarının siyasi partilere yayınlarda eşit şekilde yer vermediği, medyanın genel olarak iktidardaki AKP’den yana tavır aldığına yönelik eleştirilerin dile getirildiği ifade edildi.

YSK’nın İstanbul’da yerel seçimlerin tekrarlanması yönündeki kararına yönelik eleştiriler ve tepkilere de raporda yer verildi. “Seçimin yenilenmesi kararı, YSK’nın kararı siyasi bir bağlamda ve cumhurbaşkanlığından gelen baskı sonucu aldığını iddia eden Avrupa Komisyonu, AB Konseyi’nde tepkiyle karşılandı” denildi.

Yerel seçim kampanyalarının ve seçimlerin temel hak ve özgürlüklerin kısıtlandığı bir ortamda yapıldığı belirtildi. “Adayların çoğu seçim kampanyalarını yapabilse de hükümet yetkilileri çok sayıda adayı ve parti liderini soruşturmayla tehdit etti. Örneğin, bir savcı muhalefetin Ankara belediye başkanı adayı (Mansur Yavaş) aleyhinde daha önce sonuçlanmış bir dava dosyasını yeniden açtı. Cumhurbaşkanı Erdoğan söz konusu adayın belediye başkanı seçilmesi halinde bu dava dosyası yüzünden görevini tamamlayıp tamamlayamayacağı konusunda şüphelerini kamuoyu önünde dile getirdi” ifadeleri kullanıldı.

Raporda, “Medya haber ve yayınlar büyük ölçüde iktidar partisi ve seçimdeki müttefiki Milliyetçi Hareket Partisi yanlısıydı. Örneğin bir RTÜK üyesine göre, seçimden önceki 57 günlük süre zarfında devlet kanalı TRT AKP’ye 150, CHP’ye 50, HDP’ye de 3 saat ayırdı. Muhalefet partileri destekçilerine erişmek için sosyal medyayı kullanmak zorunda kaldı” denildi.

İnternet özgürlüğü

Raporun “İnternet Özgürlüğü” bölümünde, “Cumhurbaşkanı dahil hükümet liderlerinin interneti izlemek ve kendilerine hakaret ettiklerini düşündükleri kişiler hakkında soruşturma başlatılmasını sağlamak amacıyla ekip oluşturduğu bildiriliyor” denildi.

Bilişim Teknolojileri Kurumu’nun (BTK) dört saat içinde içeriklerin kaldırılması ve internet sitelerine erişimin kısıtlanmasını talep etme yetkisinin olduğu, BTK’nın 24 saat içinde konuyu mahkemeye taşıması ve mahkemenin de 48 saat içinde bir karara varması gerektiği, teknik olarak söz konusu içeriğin belirli bir zaman içinde kaldırılmasının mümkün olmadığı durumlarda da internet sitesinin tamamına erişimin kaldırılabileceği bilgisine yer verildi.

“SUSAMAM” hakkındaki suç duyurusu da raporda

Raporun “Akademik Özgürlük ve Kültür Etkinlikleri” bölümünde de, Cumhurbaşkanı’nın devlet ve vakıf üniversitelerine rektörleri atadığı, bu durumun da kurumların akademik ve siyasi bağımsızlığına zarar verdiğine yönelik eleştirilere neden olduğu ifade edildi.

“Barış için Akademisyenler” olarak bilinen davada, Anayasa Mahkemesi’nin kararının ardından alt mahkemelerin 486 akademisyen hakkında beraat kararı verdiği ancak çoğu akademisyenin eski görevlerine iade edilmediği belirtildi.

Türkiye’de terörle mücadele adı altında alınan önlemlerin sanat ve kültür faaliyetlerini de etkilediğinin altı çizildi. Eylül ayında, bir dizi sosyal konuları işleyen 15 dakikalık rap klibi #SUSAMAM adlı projede yer alan 18 rapçi hakkında suç duyurusunda bulunulduğu da bu kapsamda örnek olarak verildi.

8 Mart’ta kadınların yürüyüşüne gazlı müdahale

8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde Taksim Meydanı’nda binlerce göstericinin yürüyüşüne polisin göz yaşartıcı gazla müdahale etmesi de raporda yer aldı. “Cumhurbaşkanı Erdoğan bazı katılımcıların gösteriye ezan sırasında da devam ettiklerini iddia etti, bunun da dine hakaret teşkil ettiğini belirtti. Hükümet yanlısı medya olayları kapsamlı bir şekilde haberleştirerek göstericileri kınadı. Hükümet yanlısı bazı medya kuruluşları ise dinin bu şekilde kullanılmasını eleştirdi” değerlendirmesi yapıldı.

Emine Bulut cinayeti ve “ölmek istemiyorum” çığlığı

Türkiye’de hükümetin ve bağımsız izleme gruplarının kadına karşı şiddet vakalarının ve kadın cinayetlerinin 2018 yılına kıyasla artış gösterdiğini kaygıyla rapor ettiği belirtildi.

“Hükümet kanunları etkili ve kapsamlı şekilde uygulamadı, mağdurları korumadı” denildi. Daha önce iki kez cinayet teşebbüsünden kurtulan, boşanma davası açarak koruma emri için başvuran insan hakları avukatı Müzeyyen Boylu’nun çocuklarının gözü önünde eşi tarafından öldürülmesi olayına atıfta bulunuldu.

10 yaşındaki kızının gözleri önünde eşi tarafından öldürülen Emine Bulut cinayeti de raporda yer aldı. 24 Ağustos’ta binlerce göstericinin İstanbul başta olmak üzere Türkiye genelinde düzenlediği gösterilere değinildi. “Mağdurun ‘Ölmek istemiyorum’ sözleri gösterilerde ve sosyal medyada slogan haline geldi” denildi.

Osman Kavala davası

Raporda “Anadolu Kültür” adlı kuruluşun kurucusu Osman Kavala da yer aldı. İnsan hakları gruplarının Kavala hakkındaki 657 sayfalık iddianameyi “tek bir parça bile delil içermediği” gerekçesiyle eleştirdikleri, davada sanıkların savcı tarafından sunulan delillerin suç teşkil etmediği, gerçek veriler yerine öznel varsayımlara dayanarak sonuca vardığı” ifade edildi.

Begüm Dönmez Ersöz / VOA

https://www.amerikaninsesi.com/a/abd-insan-haklari-raporunda-turkiye-nasil-yer-aldi/5324697.html