ABD’den Ankara’ya karşı "kasıtlı kayıtsızlık" politikası
Peki, Amerika bu bilinçli; kasıtlı kayıtsızlık tavrıyla ne demeye getiriyor?
Barçın Yinanç
ABD’den Ankara’ya karşı "kasıtlı kayıtsızlık" politikası
ABD Başkanı Biden’ın hâlâ neden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı aramadığı sorusuna yanıtı belki de "ilkeli kayıtsızlık" kavramında bulabiliriz
Avrupa Birliği’nin dış politika şefinin tutuklanan Rus muhalif Navalny’nin durumunu da görüşmek üzere ay başında gittiği Moskova seyahati tam bir fiyaskoyla sonuçlandı.
'Moskova’yla diyalog kapısı aralayabilir miyiz' şeklinde özetlenebilecek bu naif girişim büyük bir gürültüyle duvara tosladı. Josep Borell tam da Rus dışişleri bakanı ile görüşürken, 3 AB diplomatının Navalny’yi destekleyen gösterilere katıldıkları iddiasıyla sınırdışı edileceğini öğrenmesi, uzatılan zeytin dalının kabaca geri fırlatılması anlamına geldi.
Borell’in şahsında AB’ye gösterilen bu nobran tavır, Avrupa’daki, diyalog yanlılarıyla sertlik yanlıları arasındaki tartışmayı daha da alevlendirdi.
Bu tartışmalar karşısına bir yazı kaleme alan ünlü bir düşünce kuruluşunun başkanı "AB ne Putin rejimiyle angaje olmak için ne de diplomatik bir krizi zorlamak için acele etmeli. Tersine, Putin’i ölüp bittiği tek şeyden mahrum etmeli: Siyasi ilgi. Yeniden başlamayla baskı arasında gidip geleceğine AB alternatif bir yaklaşım benimsesin" diye yazdı. Mark Leonard’ın bu yeni yaklaşıma taktığı isimlerden biri "ilkeli kayıtsızlık."
Leonard’a göre AB, yaptırımları artırırsa Putin’e, içerdeki sıkıntılardan dikkati uzaklaştırmak için ihtiyacı olduğu dış düşmanı kendi elleriyle vermiş olacak.
Şu son yazdıklarımdan Putin’i çıkarın yerine başka bir şey koyun… Ne demek istediğimi anladınız sanırım. Yazının tümü elbette birebir Türkiye’yle örtüşmüyor.
Ama ABD Başkanı Biden’ın hâlâ neden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı aramadığı sorusuna yanıtı belki de bu "ilkeli kayıtsızlık" kavramında bulabiliriz. ABD’de güçlü kaynakları olan bir başka meslektaşım, "bilinçli - kasıtlı ihmal" kavramını kullandı. Ben de ikisinden "kasıtlı kayıtsızlık" kavramını türettim.
Peki, Amerika bu bilinçli; kasıtlı kayıtsızlık tavrıyla ne demeye getiriyor?
Kabaca şöyle özetleyebiliriz:
"1. Önemli bir oyuncu, bölgesel güçsün. Ama kendini vazgeçilmez zannedip elinin çok güçlü olduğunu sanma.
2. S-400’lerden, Halkbank’a, YPG’den, Doğu Akdeniz’e ilişkilerin tüm veçhelerini masaya koyup, çoklu müzakere yapmak, büyük pazarlığa oturmak istiyorsun. Bir konuda istediğini alamayınca, diğer konuda taviz koparma hesabı yapıyorsun. Hedefe ulaşmak için aşırı risk alma stratejisi güdüyorsun; tırmandırma politikasından beslenmek istiyorsun. Bu taktiğe alet olmayacağım; her şeyi konuşalım türünden bir sürece başlama hevesim yok açıkçası.
3. Neden yok; çünkü müzakere marjım çok düşük. S-400’lerde pazarlığa açık değilim. S-400'leri aktive etmeyeceğine dair güvence vermediğin, bunun için bir denetim mekanizmasını da kabul etmediğin sürece; benim için masaya oturmanın anlamı yok. Bu konuyu çözüp aradan çıkaralım; masaya öyle oturalım.
Ha bu arada; Halkbank konusunda zaten elim kolum bağlı; hani sen Osman Kavala vs. konusunda diyorsun ya, 'yargı bağımsızdır' diye; işte ben de onu söylüyorum. Yapılacak bir şey olsaydı da, bakanların, hükümet ortağın sabah akşam bana saldırırken, yapasım da olmaz.
Bir şey daha; Suriye meselesini gözden geçiriyorum. Ama seni memnun edecek bir değişime gidecek gibi de değilim.
O nedenle, duvara toslayacak kapsamlı bir diyalog başlatmanın bir faydası yok. Üstelik diyalogdan sonuç alamayınca bir de bunu beni içerde şeytanlaştırıp kendi lehine kullanmana da alet olasım yok.
Yani senden farklı bir sinyal gelene kadar bir süre meseleleri soğumaya bırakıp, kasıtlı olarak seni ihmal etmeye; sana, mümkün olduğu sürece - en azından bir süre kayıtsız kalmaya çalışacağım."
Ben bu kasıtlı kayıtsızlığı böyle okuyorum ama tabii asıl önemli olan Ankara’nın nasıl okuduğu ve bununla ilgili ne yapacağı.