ABD'nin Uluslararası Cesur Kadınlar Ödülü Adayı: Canan Güllü
“Benim gibi yüzlerce kadın arkadaşım var”
ABD’nin Ankara Büyükelçisi David Satterfield, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü dolayısıyla ABD Dışişleri Bakanlığı 2021 yılı Uluslararası Cesur Kadınlar Ödülü’ne, Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanlığı’nı yürüten kadın hakları aktivisti Canan Güllü’yü aday gösterdiğini açıkladı. Satterfield, Perşembe günkü açıklamasıyla Dünya İnsan Hakları Günü’nü ve BM Genel Kurulu’nun 1948 yılında İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni kabul etmesini kutladıklarını belirterek, “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde her bireyin düşünce, din ya da inanç, ifade, barışçı bir biçimde toplanma ve örgütlenme özgürlüğü gibi devredilmez haklarla doğduğu belirtilmektedir. İçinde bulunduğumuz yıl dünya küresel pandemiden kaynaklı sorunlarla uğraşırken, biz de yaşadığımız bu sıkıntılı dönemi hep beraber atlatmamızda insan haklarının taşıdığı önemi bu vesileyle bir kez daha teyit ediyor; Bildirge’de yer alan prensipleri savunmak için tüm ülkelerin yapması gereken çalışmalar üzerine derinlemesine düşünme imkanı buluyoruz” dedi. Pandemi kaynaklı sıkıntılara rağmen ABD’nin Türkiye’deki diplomatik misyonu olarak çalışmalar yürütmeye devam ettiklerini kaydeden Satterfield, bu çerçevede Güllü’nün adaylığını açıklamaktan memnuniyet duyduğunu ifade etti.
Canan Güllü, Türkiye’de kamuoyunda kadın hakları alanındaki çalışmalarda uzun yıllardır yürüttüğü çalışmalarla tanınıyor. Güllü, şiddete uğrayan kadınlar için Acil Yardım Hattı ile destek sağlanmasına katkısı nedeniyle geçtiğimiz yıl 10 Aralık’ta Kanada Büyükelçiliği’nin İnsan Hakları Ödülü’ne değer görülmüştü.
Şimdi ABD Dışişleri Bakanlığı’nın 2021 yılı Uluslararası Cesur Kadınlar Ödülü’de aday gösterilen Güllü, Türkiye’de kadın hakları aktivisti olmayı, kadınlar açısından son durumu ve Corona virüsü salgınında ağırlaşan tabloyu endişeyle yorumlasa da gelecek için umudunu koruyor.
Dünyada kazanılmış haklar için mücadele etmeye kararlı kadınlar olduğunu vurgulayan Güllü, uluslararası alandaki dinamikler ile birlikte 2021 için “kadınlar iktidarda” görüşünde. VOA Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Güllü, aday gösterilmesini, Türkiye’de kadın haklarındaki gerileme ve şiddet vakalarına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
“Benim gibi yüzlerce kadın arkadaşım var”
VOA: Uluslararası Cesur Kadınlar Ödülü’ne aday gösterilmenizi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Canan Güllü: “Son yıllarda yaptığımız işlerden dolayı Türkiye’nin ahlakını bozan kadın olarak mimlenmek ya da mor çete gibi tavırlarla bizleri yolumuzdan etmeye çalışan yayın organları vardı. Tehditler alıyoruz. Ama hiç olmaz çünkü yolumuza devam ettik. Çünkü Türkiye’nin kadın mücadelesi bizde başlamamıştı bizden önce gelenlerin yolunu izledik biz. Bizden sonra gelenlere bırakacağız. Bu anlamıyla bu mücadelenin görünür olması takdir edilmesi tabii ki umutlandırdı beni. Türkiye’de son yıllarda kadın olmanın ağırlığını yaşıyoruz. Kazanımlar üzerine çalışmak değil kazanılmış haklar üzerine çalışmalar yapıyoruz. Ve bunun için de bir mücadele var, neyin mücadelesi, daha demokratik daha çağdaş daha laik bir Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşamak gayretindeyiz. İşte bu üç norm üzerinde değişimler yapmaya çalışan gruplarla çarpışıyoruz. Hayatımıza tarikatlar, hayatımıza cemaatler girdi. Bedenimiz üzerinden oyunlarla kürtaj meselesini, yasal maddeleri ya da işte son İstanbul Sözleşmesi kaldırılmalı diyerek kadınları şiddet batağında batmasına yönelik bir dini çerçeve sunuyorlar. Ama bu din bizim gerçek din anlayışımızı yansıtan din değil. Sanal bir din üzerinden oynanan oyunlarla siyaset-iktidar ve bunun rantına evrili bir olayda kadınlara karşı yapılanlarla mücadele ediyoruz biz. Kadınlara nafaka az verilsin, kadınlara nafaka verilmesin, kadınlar boşanmasın, evlerinde yaşadıkları şiddetleri çeksinler, devam etsinler, sesleri çıkmasın… Mümkün değil. Bunun için ses çıkarıyoruz, ses çıkarmaya çalıştığımız anda da bizim sesimizi kesmeye çalışıyorlar. İşte bu anlamıyla cesaret dedikleri şey kadınlar yasaklar anında bile mücadele için sokaklara çıkabilmesi. Bu hukuk kurallarını ihlal etme anlamında değil. Bu gerçek bir mücadelede var olan Anayasa’da yazılı olan eşitlik hakkınızı alabilme, uluslararası sözleşmelerle alınan garanti hakkınızın alınması yönünde dayanışmayı sergileyen bir tutumdur. Benim gibi onlarca yüzlerce kadın arkadaşım var. Ben o kadın hareketinin bir temsilcisiyim aslında. Feminist hareketin bir temsilcisi olarak umut ederim ki böyle düşünür arkadaşlar.”
“Demokrasi, çağdaşlık ve laiklik ilkeleri arkasında mücadele ediyoruz”
VOA: Türkiye 1990’lı yıllarda Kadın Bakanlığı’na sahip iken şimdi kadın haklarında sizce hangi noktaya gelindi?
Canan Güllü: “Bunu anlamak için aslında 2005 yılına bir gitmeliyiz. 1990’lardaki Kadın Bakanlığı’nın kuruluş aşamasıyla beraber 2005 yılında Türk Ceza Yasası’nda bir madde değiştirildi. Tecavüz edenle tecavüz edilenin evlendirilerek suçun ortadan kalkması. İşte o gün Türkiye’nin hangi yolda gideceğine dair bir sürecin de başladığı yoldu. Kadın Bakanlığı, Aile Bakanlığı’na çevrildi. Beden politikaları üzerinde sözler söylenmeye başlandı. Kız mıdır kadın mıdır cümleleri gelmeye başladı ve ben 2007 yılında TBMM’de hiç unutmuyorum bir konuşma yapmıştım, ılımlı-sıcak fark etmez, şeriat hükümlerine giden bir sürecin içine çekiliyoruz diye. O gün söylediklerimin bugün de arkasındayım aslında. Biz tamamen bir şeriat hükümeti değil ama şer-i hükümlerin vücut bulduğu bir sürece doğru giden, çağdaşlığı bir tarafa bırakarak kazanılmış hakları atarak kadına birey olmayı, ikincilliğe iten bir süreci yaşıyoruz. İşte bu anlamıyla iktidarın seçtiği yol kendine oy verenleri yanı başında tutmak ve iktidarda daha fazla kalabilme düşüncesiydi. Şimdi bu düşünce yanlış, iktidarda kalmasına kimsenin bir itirazı olmaz. Doğru çalışıyorsanız eşitlik yaklaşımlarını koyuyorsanız ama siz Uluslararası İstanbul Sözleşmesi’ne imza atacaksınız dili Türkçe olan tamamen milli olan bir sözleşme 2020 Temmuz’unda ‘Hayır istemezük’ diyerek karşı çıkacaksınız. Bu ikiyüzlülüktür. Attığınız imzanın arkasında duracaksınız ya da uygulamaları hayata geçireceksiniz. Bugün şu an itibarıyla 2008-2020 aralığında öldürülen kadın sayısı 3203. Yani bu ülkede İstanbul Sözleşmesi sürecini de dahil alan süreçte kadınların ölümleri artmış, neden, uygulanmayan mekanizmalardan, neden, raflara kaldırılan cinsiyet eşitsizliği söylemlerinden. Şimdi Yüksek Öğretim Kurulu’nun (YÖK) Özgecan Aslan’ın öldürülmesi sonrası aldığı tutum belgesi bugün artık raflarda. Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) Toplumsal Eşitlik ile ilgili proje Resmi Gazete’de ilan edilerek yasaklandı. MEB’in sosyal cinsiyet eşitliği anlamında herhangi bir organizasyon yapması Resmi Gazete’yle yasaklandığında zaten İstanbul Sözleşmesi’nin ruhu ve içeriğine aykırı bir hareket olur. Burada kime karşı çıkıyorsunuz, iktidara karşı çıkıyorsunuz. Peki iktidara karşı çıkarken hangi güçle çıkıyorsunuz, sivil inisiyatif olarak çıkıyorsunuz, sivil toplum olmanın getirdiği örgütlülükle. Ve her zaman her sefer söylediğim üzere herhangi bir siyasi fikrin arkasında durarak değil sadece ve sadece demokrasi, çağdaşlık ve laiklik ilkelerinin arkasında durarak 2020 yılının geldiğimiz bu noktanın yine geçici olacağını yine kadınların sokaklarda ya da alanlarda ya da hanelerde Zoom üzerinden toplantılarda buna karşı çıkışlarının tüm dünyaya duyurarak dünya kadın mücadelesinin birleştirici unsuru olacağına inanıyorum.”
“Salgın koşullarında kadına şiddet arttı, aksini bize izah etmeleri lazım”
VOA: Türkiye’de kadına yönelik şiddet konusunda İçişleri Bakanlığı’yla görüş farklılığı yaşıyorsunuz. İçişleri’nin aksine corona virüsü salgınında şiddet vakalarında artış yaşanmasına ilişkin görüşünüz nedir?
Canan Güllü: “Bizim bir acil yardım hattımız var. 2007 yılından beri Sivil toplum inisiyatifi üzerinde. Burayı arayan kişilerin hukuki ve psikolojik süreçlerini devam ettiriyoruz. Gerektiğinde home-ofis tarzına getirdik. Türkiye’nin 7 farklı bölgesinde farklı projelerimiz vardı ama 11 Mart itibarıyla teknik alt yapının ne kadar çok işe yaradığını anladık. Yasakların geldiği andan itibaren bizim acil yardım hattımız çalışıyordu. Dolayısıyla Aile Bakanlığı’nın Alo 183’üne ulaşamayanların bizi aradıklarında 183’e ulaşamadık dedikleri ya da 155’e ulaşamadık dediklerinde 155’in kolluk kuvvetlerinin işte yaşlı insanlara ekmek, limon götürüldüğü bir süreci yaşadık. Mart ve Nisan ayı kayıp dönem. Dolayısıyla onlara bir çağrı gitmedi. Giden çağrı miktarı düşüktü. Bu anlamı itibarıyla da İçişleri Bakanlığı dedi ki, şiddet düşmüş, neye göre düşmüş almadığınız çağrının karşısında bir şey söyleyebilir misiniz? İçişleri Bakanlığı, şöyle bir cümle kurabilirdi: ‘Mart-Nisan ayında Corona virüsü salgını olayı var. Bundan dolayı çağrı alamadık şu arada şiddet ne durumda ama dünyada arttığına göre bizde de artmıştır. Çünkü özel kurumlar sivil toplum kurumları bunları söylüyor’ diye. Biz Mart 2019 ile Mart 2020’yi karşılaştırdığımızda şiddetin nasıl arttığını, hatta bu anlamda cinsel istismar vakalarının ciddi anlamda gelmediğini, komşu ihbarlarının, psikolojik ve fiziksel şiddetin arttığına yönelik rakamları paylaştık. O dönemde hem İçişleri Bakanlığı hem Adalet Bakanlığı hem Aile Bakanlığı’nın sınıfta kaldığını söylüyorum. Çünkü hatırlarsanız bir seyahat genelgesi yayınlandı, şiddet gören kadınlar il değiştiremiyordu. Peki Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) ne dedi? HSK’nın kararıyla 9. Maddede 'aman ha hakimler size gelirse bir şiddet olayı aman erkeği gözaltına alıp tutuklamayın'. Böyle bir ibare çıktı yani virüslerle ilgili sıkıntı. Aile Bakanlığı’nın dışında İçişleri Bakanlığı da şiddet genelgesi çerçevesinde 155 ile ilgili kendi personelini bu işe konumlandırmak gerekirken başka işlere yönlendirdi ve bütün o süreç içinde sığınaklara alınmadılar. Corona virüsü testleri alınmadığı için sığınaklara alınmadıkları için sokaklarda kaldılar konaklama yerleri yoktu. Fransa’da, İspanya’da bakanlıklar yani devlet konaklama imkanı sunuyordu. Burada bizler konaklatmaya çalıştık. Dolayısıyla deneyimle İçişleri Bakanlığı’nın ‘Şiddet şu kadardır şu oranda azalmıştır’ cümlesi için ‘Neye istinaden?’ sorusunu soruyorum. Bunu izah etmeli ve lütfen de sivil toplumla işbirliğini getirmeli ki bunu çözelim artık. Yoksa Pınar Gültekin’in öldürülme anının şöyle bir seceresini çıkardığınızda beş farklı olayla işte boğma, dövme, yakma, gömme neyse çok fazla insanların ruhlarını karartmayalım ama bu olayların olduğu bir Türkiye’de şiddet azalmıştır demek komik kaçıyor açıkçası.”
“Acil vakalarda Kasım verileri itibariyle artış var”
VOA: Bugünlerde ekonomik koşullar gittikçe zorlaşıyor, bu durumda dünyadaki araştırmalar bize aile içi şiddette artış olduğunu gösteriyor. Kasım ayı sonu itibariyle sizdeki veriler itibariyle Türkiye’de durum nedir?
Canan Güllü: “Çok kötü tek kelimeyle cevap vermek gerekirse. Okulların kapanması, bakıcıların eve gelememesi kadınların, home-ofis çalışanlar için söylüyorum farklı baskılar oluşturuyor bir de bunun işsizlikle ilgili sınandığı dönemler var. Hem kadının hem erkeğin işsiz olabildiği ya da ikisinden birinin işsiz olduğu ya da tek yaşayan insanlar için güvensizliğin yok olduğu bir süreçteyiz ve ekonomik kriz ciddi bir ağırlıkta geliyor. Bir de Covid-19’un insan ruhu ve bedeni üzerinde etkilerinin tavan yaptığı dönem. İşini kaybetmenin ya da işini bulamamanın etkisi kendi içinde depresif yapıyı daha da kuvvetlendiriyor. Zaten alt yapıda eril şiddetin vücut bulduğu süreçler var. Bunların arttığı noktalarda hem şiddet anlamında hem aile ilişkileri açısından hem de gençlerin işsizliği açısından ciddi, önümüzde daha kötü günleri görüyorum ben açıkçası. Kasım ayı verileri üzerinden gittiğimizde, fiziksel şiddetin devam ettiğini psikolojinin durma noktasında ihbar bile etmediğini yani burada ne yapabilirim, nasıl çıkabilirim seçeneğinin bile konuşulmadığı ama fiziksel şiddetle beraber acil vakalarda bir artış olduğunu bize bildiriyor.”
“Kadıköy’de yerlerde sürüklendim, kadınlara mücadele etmeyin diyorlar”
VOA: Türkiye’de İstanbul Sözleşmesi’ni savunmak için yapılan eylemlerde, 8 Mart’ta Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün kutlamasında kadınlara yönelik polis şiddeti manzaraları görüldü. Son olarak Las Tesis dansı etkinliğine katıldıkları için kadınlar aleyhine davalar açılmış durumda. Kadınlara yönelik tutumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Canan Güllü: “Ben o davaların öncesinde Kadıköy’deki eylemdeydim. Yerlerde süründüm. Açıkçası gözaltına alınmayı önlemek için genç arkadaşlarımı. O anlamıyla da o gece hukuki olarak mücadeleyi yapanlardan biriyim. Aslında o gün o tabloyu yaşamış biri olarak bir el geldi ve bitmiş bir eylemin üzerinden bir olay, hukuksuzluk yaratmaya çalıştı. O şunu söylüyor; 'kadınlar susun kenarda durun, bakın başınıza bir şey gelir. Sizi gözaltına alırız sonra da tutuklarız istediğimizi yaparız'. (Las Tesis) Bir dans, içinde diyor ki 'bana şiddet uygulama bana şiddet uygulanmasına göz yumma'. Burada söylenen cümlelerin hiç biri ne devletin yapısal bütünlüğüne cevaptır ne tehlikedir ne bir tehdit ne de bir terörist eylemdir. Aslında o eylemi oradaki polislerin de desteklemesi gerekirdi. Sadece ben o gün yaşadığım bir olayı anlatıyorum arkadaşlarıma, kolumu büken bir arkadaş arkadan ters kelepçe için kolumu çeviren uzun bir arkadaş olduğunu gördüm. Şöyle başımı bir geriye çevirince bir kadın, kolum hasarlı benim bir kas yırtılması yaşıyorum lütfen fazla kolumu çekmeyin, böyle bir konuşma yapıyorum böyle bir durumda. Daha da sıktığını hissettim. Yani şimdi oradaki iki kadının birbiriyle temasının bir devlet engeli üzerine de geldiğini gördüğüm andan bu ülke için kurumların bir şeyler tehdit üretmek adına görevlendirildiklerine inanıyorum. Diyorlar ki çıkmayın sokağa çıktık İstanbul Sözleşmesi’nde. Gelmeyin dediler yine 8 Mart’ın önümüzdeki dönemlerinde Covid-19’da maskemizi mesafemizi ayarlayarak yine sokağa çıkacağız ama buradaki eylem mücadelesi bitmeyecek. İşte buradaki engel mücadelesi aslında daha çok insanı güçlendiriyor daha çok cesaretlendiriyor. Ve bu olayları içeride gözünüzü kapatarak yaşamak yerine daha dürüst daha çağdaş daha demokratik ortamda yaşamak diye kadınlar mücadeleye devam ediyor.”
“Kadınlar artık kadın yoldaşlarının yanında olduğunu biliyor”
VOA: Türkiye’de kadın haklarıyla ilgili 2021 yılında sizce nasıl gelişmeler olacak?
Canan Güllü: “Amerikan seçimlerinin sonucunda Başkan Yardımcısı’nın (Kamala Harris) bir kadın olması bence dünya kadın politikaları açısından umut vericidir. Bu anlamıyla Türkiye’de yapılabilirse ya da sonraki seçimde ama 2021 için Türkiye’de hem kadın hareketi hem karar mekanizmalarında hem siyasette kadınlar adına çok olumlu gelecektir olumlu değişim olacaktır. Ama bunun her şeyden ötesi dün sosyal medyada başlayan ifşalarla ilgili kadınları taciz ve tecavüz noktalarında kendilerine öz güvenleri ve bunları paylaşabilmeleri. Yanlarında artık birilerinin bir kadın yoldaşlarının olduğunu görmeleri toplumsal cinsiyet bakış açısının değişmesi biri birini tetikleyen domino etkisidir. Dün Arjantin’de yapılan eylemler bir öncesinde İspanya’da yapılan eylemler, Amerika’da yapılan seçimin sonuçları, Kanada seçim sonuçları, Finlandiya Hükümeti gibi böyle bir baktığınızda artık kadın iktidarı geliyor bence, mücadele kazandırır demenin tam zamanıdır. Kadınlar iktidarda.
VOA