ABD’nin yaptırım saati işliyor işlemesine de...

2020 Washington-Ankara hattında nasıl geçer?

ABD’nin yaptırım saati işliyor işlemesine de...


Cansu Çamlıbel

Cansu Çamlıbel

[email protected]

ABD’nin yaptırım saati işliyor işlemesine de...

Türk-Amerikan ilişkilerinin içinden geçmekte olduğu süreci 2014-2018 yılları arasında ABD'nin Avrupa Ordusu'nun komutanlığını yürüten emekli Korgeneral Ben Hodges ile konuştuk. Hodges ile sohbetimizin satır aralarında aktif görevdeki Amerikalı yetkililerin kolay kolay dile getiremeyeceği itiraflar bulacaksınız.

Son haftalarda İdlib üzerinden Ankara ile Moskova arasında yaşanan gerilimin Türkiye’nin bir süredir yapmakta olduğu stratejik tercihleri etkileyecek boyuta gelip gelmeyeceği konusunda bugünden bir öngörüde bulunmak zor. Türkiye’ye konuşlandırılmaya başlanan Rus yapımı S-400 füze savunma sisteminin Türk-Amerikan ilişkileri üzerindeki gölgesi ise şu an için sürüyor. ABD Başkanı Donald Trump, yaklaşık 7 aydır “ABD’nin Hasımlarına Yaptırımlarla Karşılık Verme Yasası”nın (CAATSA) öngördüğü yaptırımları ötelemeyi başardı. Ancak CAATSA’nın üzerine bir de Aralık ayında geçen “Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası”nın (NDAA) Türkiye için öngördüğü yaptırımlar binince Trump’ın hareket alanı daraldı. Duyumlarıma göre Trump’ın en geç Mart ayı içinde Türkiye’yi ekonomik olarak hedef alacak bir dizi yaptırım için onay vermesi kuvvetle muhtemel.

Trump’ın bugüne kadar Türkiye konusunda izlediği stratejiye bakarak masasında duran yaptırım mönüsünden olabildiğince az hasar verecek opsiyonları seçmeye çalışacağını varsaymak mümkün. Ancak Trump’ın nihai kararında o günün konjonktürü belirleyici olacaktır. Türkiye-Rusya gerilimi tırmanacak olursa Amerikan yönetiminin bunu bir avantaja dönüştürerek Ankara’yı yanına çekmek için yaptırım meselesini sopa yerine havuç olarak kullandığına da pekala tanık olabiliriz. Amerika böyle bir devlet.

Türk-Amerikan ilişkilerinin içinden geçmekte olduğu süreci 2014-2018 yılları arasında ABD’nin Avrupa Ordusu’nun komutanlığını yürüten emekli Korgeneral Ben Hodges ile konuştuk. Hodges, Almanya’daki son görevi öncesinde yaklaşık iki yıl kadar İzmir Şirinyer’deki NATO Müttefik Kara Komutanlığı’nın ilk komutanı olarak görev yapmıştı. Çok iyi Türkçe konuşan Hodges’a göre bu zorlu siyasi eşik atlatılacaksa bu büyük ölçüde iki ülke arasında her şeye rağmen devam eden askeri ilişkiler sayesinde olacak. Hodges ile sohbetimizin satır aralarında aktif görevdeki Amerikalı yetkililerin kolay kolay dile getiremeyeceği itiraflar bulacaksınız.

‘TÜRK SUBAYLARIN YENİDEN ABD’YE EĞİTİME GÖNDERİLMEYE BAŞLANMASI ÖNEMLİ’

-Türk-Amerikan ilişkilerinde son yıllarda yaşanan yüksek gerilime rağmen askerler arası ilişki büyük ölçüde raydan çıkmadı. Oysa başta Suriye, Doğu Akdeniz ve Libya’da iki ülke ordularının siyasi otoriteden aldıkları farklı talimatlar var. Durum böyle iken, sizce 2020 Washington-Ankara hattında nasıl geçer?

İki eski müttefikin sahip olduğu çok önemli bir ilişki bu. İki ordu içindeki profesyoneller tehditlere karşı hazırlıklı olunması açısından, ortak tatbikatlar ve operasyonların yürütülmesi açısından yapılması ne gerekiyorsa yapmaya devam ettiler. Bunun sağlanmış olması çok önemli. Öte yandan, belli bir ölçüde çekimserlik var. Belki de bu doğru ifade değil. Doğrusu şu; insanlar görünür olarak ne yaptıkları konusunda daha dikkatliler çünkü siyasi seviyede olup bitene karşı hassaslar. Ama genel anlamda her şey olması gerektiği gibi yürüyor. Türkiye, daha önce taahhütte bulunduğu operasyonlara katılmaya devam ediyor. Türk subayların ABD’ye eğitime gönderilmesi mekanizmasına geri dönülmeye başlanmış gibi.

‘HULUSİ AKAR TANIDIĞIM EN İYİ ASKERLERDEN BİRİDİR’

-İlişkinin bahsettiğiniz ana çerçevesi yerli yerinde duruyor olabilir ancak iki ülke orduları arasında geçmişe oranla bir güven erozyonu olmadı mı? Karşılıklı güvensizlik ilk olarak 2003’teki Irak Savaşı başlarken TBMM’nin Amerikan askerlerinin Türkiye topraklarını kullanmasını veto etmesiyle başladı. Ardından Türkiye’de başlayan Ergenekon ve Balyoz davalarında generallerin tasfiyesine pek çok kimse ABD’nin örtülü destek verdiğini düşündü. Keza yine Türkiye’de azımsanamayacak bir çoğunluk 15 Temmuz darbe girişiminde ABD’nin parmağı olduğuna inandı. Bir de üzerine Suriye’deki gelişmeler eklendi; iki ülke askerleri alenen farklı kamplarda savaştı. Tüm bunlar iki müttefik değil iki düşman ülke görüntüsü veriyor. Bu durum iki ülke askerlerinin birbirlerine karşı tedbiri elden bırakmayan defansta pozisyonlar almasına neden olmuyor mu?

Ben öyle görmüyorum. Darbe girişimi yaşandığında ben Almanya Wiesbaden’da ABD’nin Avrupa Ordusu’nun başındaydım. Öncelikle, yaşananlar benim için tam olarak bir sürprizdi. Sonrasında ilişkiyi devam ettirmek için hemen Türk muhataplarımıza ulaştık çünkü önceliklerimiz hala önemliydi. Dönemin Genelkurmay Başkanı -kendisi şimdi Savunma Bakanı- Orgeneral Hulusi Akar tanıdığım en iyi askerlerden biridir. Kendisinin ve darbe girişimine katılmayıp tam tersine bir anlamda girişimin kurbanı olan diğer bazı üst düzey isimlerin gösterdiği liderlik önemliydi. En önemli müttefikleriyle ilişkiyi yeniden tesis etmenin önemi anladılar.

ABD ile Türkiye arasındaki ilişkinin çerçevesini güncellememiz gerektiğine hiç şüphe yok. Mevcut çerçeve on yıllarca iyi işledi ancak bu çerçeve Soğuk Savaş döneminin çerçevesidir ve bugün artık güncellenmesi şart. Güncellenirken de Türkiye’nin maruz kaldığı güvenlik ve stratejik sınamalar göz önünde bulundurulmalı. Sadece Rusya’dan kaynaklı sınamalardan bahsetmiyorum.

-ABD’nin Türkiye’de var olan güvensizliği gidermek için tam olarak ne yapması gerekiyor?

Türkiye’nin ABD’ye dair bazı algılarına saygı duymayarak ya da onları tam olarak dikkate almayarak hata yaptık. Suriye’deki Kürt gruplar arasında ayrım yapmayarak hata yaptık. Ülkelerimiz arasındaki ilişki çerçevesini güncellemenin ve güvensizliği gidermeye çalışmanın zamanı geldi. Bunu yaparken de ABD, Türkiye’deki algıyı dikkate almalı. Eğer birileri ABD’nin Gülencileri desteklediğini düşünüyorsa ya da Türkiye’nin sınırında bir Kürt devleti kurdurmak istediğimizi düşünüyorsa bunları dikkate alıp düzeltmemiz gerekiyor. Öbür taraftan ABD’de ise Türkiye’nin Rusya’ya fazla yaklaştığını ve artık güvenilir bir müttefik olmadığını düşünenler var. Bunların hiçbiri doğru değil. Hepsi sadece algı. O nedenle de iki ülke arasındaki güveni yeniden tesis etmeye ihtiyaç var.

Genelde askerler siyasetin önündedir çünkü iki tarafta da benzer sorumluluklara sahip profesyonel askerler görev yapar ve rutin olarak yapılması gerekenler konusunda birbirlerini anlarlar. İki ülke ordusunun birlikte çalışmaya devam etmesinin iki ülke ilişkilerinde güvenin yeniden tesisi için bir köprü vazifesi görebileceğine inanıyorum.

‘GEÇEN YAZ ANKARA’DAYDIM, GENELKURMAY’DAN TEK BİR RANDEVU ALAMADIM. KİMSE AMERİKALILARLA YAKIN GÖRÜNTÜ VERMEK İSTEMİYOR’

-İşler buraya doğru gidiyor mu peki?

Geçen yaz Temmuz ayında Ankara’daydım ve tanık olduğum bazı şeyler beni hayal kırıklığına uğrattı. Türk Genelkurmay’ı içindeki eski bazı muhataplarımdan randevu almak için çok uğraştım ama olmadı. Sıfır görüşme yapabildim! Yine aynı ziyaretim sırasında ABD Büyükelçisinin rezidansındaki Bağımsızlık Günü Resepsiyonu’ndaki resmi katılım beni hayal kırıklığına uğrattığı. Türk hükümetini temsilen iki kişi vardı. Evet, bakan seviyesinde temsil vardı ama bekleyebileceğimiz temsil bu değildi.

-Yakın zamana kadar ülkenizin en üst düzey askeri makamlarından birinde oturan bir general olarak bu durumu nasıl yorumladınız?

Açıkçası görevdeyken Genelkurmay içinde yeterince insanın güvenini kazandığımı düşünüyordum. Dolayısıyla da gidişatı anlamak için en azından gayri resmî birkaç özel sohbet yapabileceğimi sanmıştım. İki taraf arasında gayri resmî diyalog sağlayacak ve karşılıklı neler düşünüldüğünü anlatacak bir köprü olabileceğimi düşünüyordum. Randevu verilmemesi bence TSK içinde herkesin ne kadar tedbirli davrandığının tezahürü. Kimse Amerikalılara ‘çok yakın’ görüntüsü vermek istemiyor. Herkes bu tür bir algıya karşı tedbir alıyor. Elbette bu bilimsel bir tespit değil, sadece benim hissiyatım.

‘YPG MÜTTEFİKİMİZ DEĞİL, TÜRKİYE İLE İLİŞKİ PAHASINA ONLARLA HAREKET ETMEK HATAYDI’

-Demin ABD’nin hatalarından bahsederken Suriye’de omurgası YPG üzerine oturan SDG ile müttefiklik içine girilmesinden bahsettiniz.

Onlar müttefikimiz değil.

-ABD Başkanı Trump onlar için ‘müttefik’ kavramını kullanıyor ama.

Biliyorum. Ama müttefik değiller.

-Nedir o halde YPG’nin içinde olduğu SDG, Amerika Birleşik Devletleri için?

‘Müttefik’ hukuki bir kavramdır. Türkiye bizim müttefikimizdir. Birbirimizin yardımına gitmemizi öngören bir anlaşmaya tarafız. Bu arada hatırlatmak isterim iki NATO anlaşmasının 5. Maddesi bugüne kadar sadece 11 Eylül’den sonra devreye sokuldu. Bütün NATO müttefikleri de ABD’ye desteğe geldi. Müttefiklik budur ancak Suriye’de olan bir koalisyondur. Suriye’de muhalif güçleri bir çatı altında toplayan, farklı grup ve milislerden oluşan bir koalisyon. Bu koalisyon IŞİD’e karşı savaşacak en etkin güçlerden oluşturulmaya çalışıldı. Birkaç istisna dışında Avrupalı devletler gelmedi. O dönemde Türkiye de IŞİD’e karşı savaşmıyordu. ABD de kısa vadeli IŞİD’i yenme hedefi için bir karar aldı. Bu başından itibaren ‘al-ver’e dayalı bir karardı. Ancak bugün kısa vadeli bir çıkar için uzun vadeli stratejik çıkarımız üzerinden bir bedel ödüyoruz. Hata dediğim işte budur.

Emekli Korgeneral Ben Hodges, IŞİD’in ABD için varoluşsal bir tehdit olmadığını söyledi: “ABD’nin varlığı için varoluşsal bir tehdit değiller”

‘IŞİD ABD İÇİN VAROLUŞSAL BİR TEHDİT DEĞİL’

-Hakikaten de durum sizin dediğiniz gibiyse… Buna rağmen ABD Başkanı Donald Trump eline telefonu alıp müttefikiniz olmayan SDG’nin başındaki Mazlum Kobani’yi arıyorsa, bazı senatörler Kobani’nin Washington’a davet edilmesi için Beyaz Saray’a baskı yapıyorsa, Ankara ne düşünmeli?

Neden öfkelendiklerini anlayabiliyorum. Bir terör örgütü olan IŞİD’e o kadar odaklandık ki… Bu arada IŞİD gerçekten kötü insanlardan oluşuyor, hepsi cehennemde yansın ama onlar kimseye karşı varoluşsal bir tehdit değiller.

-IŞİD, ABD açısından varoluşsal bir tehdit değil, bunu mu söylüyorsunuz?

Evet. ABD’nin varlığı için varoluşsal bir tehdit değiller. Ama çok dehşet verici oldukları için hem bir önceki ABD yönetimi hem de bu yönetim, asıl varoluşsal tehdit olan Rusya ve Çin’e karşı ortak hareket etmek için ihtiyacımız olan eski müttefikimizle ilişkiye zarar vermek pahasına onlara odaklanmaya devam etti. Benim hata dediğim işte bu. İran aslında ABD için varoluşsal bir tehdit değildir ama nükleer silah kullanırlarsa bu ciddi bir sorun olur.

‘İNCİRLİK’İN KAPATILMASI SEMBOLİK BİR KIRILMAYI TEMSİL EDER’

-RAND tarafından geçtiğimiz haftalarda yayınlanan Türkiye raporunda Amerikalı karar alıcılar Ankara ile gerilimin daha da yükselmesi durumunda Türkiye’nin İncirlik’i geçici ya da hatta kalıcı olarak kapatması ihtimaline hazırlıklı olmaları konusunda uyarıldı. Önümüzdeki süreçte Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD’ye karşı İncirlik kartını kullanabileceği yönündeki tespite katılıyor musunuz?

İncirlik bir Türk üssü ve ABD’nin orada sadece kullanım hakkı var. Dolayısıyla bu elbette bir olasılık.

-İncirlik size göre Türkiye’nin ABD karşısında sahip olduğu en büyük koz mudur?

Hangi koz daha büyüktür gibi bir sıralama yapmak istemem. İncirlik daha önce de bir süreliğine kapatılmıştı. Umarım işler bu raddeye gelmez ve Türkler bunu yapmaz. Yapacak olurlarsa ABD ne yapar? Muhtemelen “Tamam üssü başka yere taşıyoruz” denir. Ancak bu çok talihsiz olur.

-Bu tür bir süreç hızlı mı işler?

Hayır. Bu zor bir süreç. İncirlik mükemmel bir platform. Orada on yıllar boyunca ailelerimiz de yaşadı. Ne yazık ki artık aileler yok. Kapatma yoluna gidilirse, bu tür bir kapasiteyi geri almak kolay olmaz. Ayrıca aynı kabiliyete sahip bir üssü başka bir yerde yeniden kurmak çok para gerektirir. Bir de tabii işin sembolik boyutu var, bir kırılmaya işaret eder. Yani çok talihsiz olur.

-ABD’nin Hasımlarına Yaptırımlar Yoluyla Karşılık Verme Yasası (CAATSA), S-400 alımı nedeniyle Başkan Trump’ın Türkiye’ye yaptırım uygulamasını öngörüyor. Üzerine bir de Senato’nun ilgili kararı eklendi. Yaptırımların devreye girmesi için önce S-400’lerin Türkiye’ye gelmesinin yeteceği söylendi. Yaklaşık 7 ay önce S-400’ler geldi. Şimdi aktive edilmeleri halinde yaptırımların uygulanacağı söyleniyor.

Bilemiyorum. Bir şey yapacağınızı söyledikten sonra yapmıyorsanız bu güvenilirliğinizi sarsar. Ama anladığım kadarıyla insanlar Türk-Amerikan ilişkilerinin onarılmayacak boyutta zarar görmesini engellemek için yöntem arayışında.

‘TÜRKİYE’NİN F-35’LERİ KAYBETMESİ ZATEN BÜYÜK DARBEYDİ, BUNUN ÜZERİNE YENİ YAPTIRIMA GEREK VAR MI BİLEMİYORUM’

-Eğer Kongre’nin baskısı devam ederse birkaç ay içinde Trump’ın kaçınılmaz olarak yaptırım açıklamak durumunda kalacağı konuşuluyor. Ağır yaptırımlar devreye girerse, sonrasında da Türkiye mesela İncirlik’i kapatırsa ne olur?

Umarım oraya gelmeyiz. Başkan’ın elinde yasayı uygularken Türkiye’yi ezecek yaptırımları kullanmamayı sağlayacak ölçüde yetki ve esneklik var. Umarım Amerikan yönetimi uzun vadeli düşünür. Stratejik olarak çok önemli bir müttefikten bahsediyoruz. Bu ilişkiyi korumak istiyoruz ama bunu yaparken yasalara da uymak zorundayız. Dürüst olmak gerekirse Türkiye’nin F-35 programından çıkartılması zaten çok ciddi bir ekonomik ve operasyonel darbeydi. Ve bu son derece doğru bir karardı. Aynı anda F-35’lere ve S-400’lere sahip olamazsınız. Bu kadar büyük bir darbenin üzerine daha fazla bir şey yapmaya gerek var mı bilmiyorum. Kimden silah satın alacağı ya da kiminle birlikte üreteceği bir ülkenin kendi kararıdır. Burada talihsiz olan Rusların bu durumu istismar etmiş olması. Bir keresinde emekli bir Türk askerle sohbetimizde bana şunu demişti: “General, bu (S-400 alımı) kurumsal bir karar değildi.” Yani normal süreçlerin işlemediğine işaret ediyordu. Bunun meseleyi kavrama açısından önemli bir tespit olduğunu düşünüyorum.


Cansu Çamlıbel kimdir?

Ortadoğu Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünden mezundur. Yüksek lisansını Britanya’daki Cardiff Üniversitesi’nde Uluslararası Gazetecilik bölümünde yaptı. 2002 tarihli master tezi ‘Türk medyası ve oto-sansür sorunsalı’ başlığını taşıyor. NTV’de diplomasi muhabirliği ve 2005-2008 yılları arasında Brüksel muhabirliği yaptı. 2008 yılından 2019 Şubat’ına kadar Hürriyet ve Hürriyet Daily News gazetelerinde muhabirlik, haber müdürlüğü, yazı işleri müdürlüğü, köşe yazarlığı gibi pek çok farklı görevde bulundu. Yaklaşık beş sene boyunca ‘Yüz Yüze Pazartesi’ köşesinde Hürriyet’in haftalık siyasi röportajları ona emanetti. Son olarak Nisan 2017-Şubat 2019 döneminde Hürriyet’in Washington Temsilcisi olarak görev yaptı. 2015-2016 döneminde ABD’deki Harvard Üniversitesi’nin prestijli Nieman Bursu’nu kazandı.

 

DUVAR