ABD’nin yıllık İnsan Hakları Raporu’nda Türkiye’ye hangi eleştiriler getirildi?

“Hükümet ifade özgürlüğünü engelledi’’

ABD’nin yıllık İnsan Hakları Raporu’nda Türkiye’ye hangi eleştiriler getirildi?


ABD’nin yıllık İnsan Hakları Raporu’nda Türkiye’ye hangi eleştiriler getirildi?

ABD Dışişleri Bakanlığı, ülkelerin insan hakları uygulamalarını değerlendirdiği yıllık raporunda bu yıl da Türk hükümetine eleştirilerini sürdürdü. Raporun, geçen yıllara kıyasla daha kısa olan 86 sayfalık Türkiye bölümünde, seçimler öncesi getirilen kısıtlamalara dikkat çekildi.

Raporun giriş kısmındaki özette, geçen yıl Mayıs ayındaki cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri öncesinde toplanma, örgütlenme ve ifade özgürlüklerine getirilen kısıtlamaların yıl içinde Türkiye'deki insan hakları durumunu olumsuz etkileyen önemli bir gelişme olduğu kaydedildi.

Dışişleri Bakanlığı’nın raporunda seçimlerde gözlemci olarak bulunan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (AGİT) değerlendirmelerine atıfta bulunuldu.

Raporda, “AGİT vatandaşların gerçek siyasi alternatifler arasında özgürce oy kullanma haklarını ifade edebildiklerini bildirmiş, ancak medyanın taraflılığı ve toplanma, örgütlenme ve ifade özgürlükleri üzerindeki kısıtlamaların eşit olmayan bir yarış ortamı yaratarak iktidar için haksız bir avantaja katkıda bulunduğuna dair endişelerini dile getirmiştir’’ denildi.

Özet bölümünde geçen yıla kıyasla farklılıklar

Bu yılki raporun özet bölümünde yine “önemli insan hakları sorunları” olarak çeşitli başlıklara yer verildi.

Geçen yıllki raporun özet bölümünde yer alan başlıkların bazılarına, bu yılsa raporun ara başlıklarında yer verilmesi dikkat çekti.

Örneğin, geçen yılki raporun özet bölümünde de sıralanan, “Gülen hareketi üyesi olduğu iddia edilen kişilerin kaçırılması ve yeterli adil yargılanma güvencesi veya diğer hukuki korumalar olmaksızın nakledilmesi dahil, ülke dışında bulunan kişilere yönelik sınır ötesi misillemeler’’ ve “Çocuk askerlerin yasadışı olarak silah altına alınması ve kullanılması dahil çatışmalarda ciddi suistimaller gerçekleştiren Suriyeli muhalif gruplara destek’’ maddelerinin bu sefer özet bölümde yer almaması dikkat çekti.

Geçen yılki raporda önemli insan hakları sorunları arasında sayılan, “Gözaltındaki kişilerin şüpheli ölümleri’’, “Muhalif siyasetçiler ve eski milletvekilleri, avukatlar, gazeteciler, insan hakları aktivistleri ve bir ABD Misyonu çalışanı dahil on binlerce kişinin keyfi olarak tutuklanması ve gözaltında tutulmaya devam edilmesi’’ gibi bazı maddelerin yerini de bu yıl başka maddeler aldı.

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın bu yılki raporunda “mülteciler’’ ve “toplumsal cinsiyete dayalı kapsamlı şiddet’’ maddeleri de genişletildi.

Başlıca sorunlar arasında bu yıl yer almayan konulara, raporun ara başlıklarında yer verildi.

Hangi sorunlar sayıldı?

Raporun özet kısmında “önemli insan hakları sorunları” şu şekilde sıralandı:

  • Zorla kaybetme;
  • Hükümet tarafından veya hükümet adına işkence veya zalimane, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele veya cezalandırma;
  • Keyfi tutuklama veya gözaltı;
  • Yargının bağımsızlığı ile ilgili ciddi sorunlar;
  • Siyasi mahkumlar veya tutuklular;
  • Başka bir ülkedeki bireylere karşı sınır ötesi baskı;
  • Gazetecilere yönelik şiddet ve şiddet tehditleri, gazetecilerin haksız yere tutuklanması veya yargılanması, sansür veya ifadeyi sınırlandırmak için cezai hakaret yasalarının uygulanması veya uygulama tehdidi dahil olmak üzere ifade ve medya özgürlüğüne yönelik ciddi kısıtlamalar;
  • İnternet özgürlüğüne yönelik ciddi kısıtlamalar;
  • Hükümet dışı kuruluşların ve sivil toplum kuruluşlarının örgütlenmesi, finansmanı veya faaliyetlerine ilişkin aşırı kısıtlayıcı yasalar dahil, barışçı toplanma ve örgütlenme özgürlüğüne yönelik ciddi müdahaleler;
  • Bir devletin toprakları içinde hareket ve ikamet özgürlüğüne ve ülkeyi terk etme hakkına getirilen kısıtlamalar;
  • Mültecilerin, yaşam veya özgürlük tehdidi gibi ciddi zararlar veya ayrı bir insan hakları ihlali teşkil edecek diğer kötü muameleler dahil işkence veya zulüm görecekleri bir ülkeye geri gönderilmesi;
  • Ulusal ve uluslararası insan hakları örgütlerine yönelik ciddi hükümet kısıtlamaları veya tacizleri;
  • Aile içi veya yakın partner şiddeti, cinsel şiddet, işyerinde şiddet, çocuk yaşta, erken ve zorla evlilik, kadın sünneti, kadın cinayetleri ve bu tür şiddetin diğer biçimleri dahil toplumsal cinsiyete dayalı kapsamlı şiddet;
  • Mülteciler ve Kürt azınlıklar gibi ulusal/ırksal/etnik grupların üyelerini hedef alan şiddet veya şiddet tehdidi içeren suçlar;
  • Lezbiyen, gey, biseksüel, transseksüel, queer veya interseks bireyleri hedef alan şiddet veya şiddet tehdidi içeren suçlar.


“Hükümet kısıtlı adım attı’’

Raporda hükümetin, insan hakları ihlalleri gerçekleştirmiş olabilecek bazı görevlilerin tespit edilmesi ve cezalandırılmasına yönelik kısıtlı adımlar attığı savunuldu.

”Güvenlik güçleriyle Kürdistan İşçi Partisi (PKK) terör örgütü ve uzantıları arasındaki çatışmalar devam etmiş ve güvenlik güçleri, teröristler ve sivillerin yaralanması veya ölümü ile sonuçlanmıştır. Hükümet, terörle mücadele operasyonlarıyla bağlantılı sivillerin kasıtlı veya kasıtsız ölümlerine ilişkin olarak personelin soruşturulması veya kovuşturulmasına yönelik çabalar hakkında bilgi vermemiştir’’ ifadeleri de raporda yer aldı.

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın raporunda, insan hakları kuruluşlarının, baroların, siyasetçilerin açıklamaları ile raporlarından ve basına yansıyan haberlerden örnekler yer aldı.

“Kişinin bütünlüğüne saygı’’ başlığı altında İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün, 27 yaşındaki Ahmet Güresçi'nin Şubat ayındaki depremlerin ardından Antakya'da yağma ve "diğer suçlara" karıştığı iddiasıyla polis tarafından gözaltına alınıp dövüldükten sonra öldüğünü bildirmesi ABD’nin raporuna girdi.

PKK veya Gülen hareketi ile bağlantılı olduğu iddia edilen kişilerin, gözaltında kötü muamele veya istismara maruz kalma olasılığının daha yüksek olduğu savunulan raporda, “22 Mart'ta beş Türk polis memurunun, Kürtler’in çoğunlukta olduğu Lice ilçesinden 14 yaşındaki bir çocuğu kaçırdığı ve daha sonra elleri ve ayakları bağlı bir şekilde uzak bir bölgeye attığı iddia edildi. Diyarbakır Başsavcılığı soruşturma başlattığını ve polis memurlarını mağduru ‘yasadışı olarak alıkoymak’ ve cep telefonuna "mala zarar vermekle" suçladığını duyurdu, ancak Diyarbakır Barosu polis memurlarının daha ağır suçlamalarla yargılanmasını talep etti’’ ifadeleri yer aldı.

Raporda 11 Nisan'da Anayasa Mahkemesi’nin, polisin attığı biber gazı kapsülüyle ağır yaralanan Dilan Alp'in haklarının ihlal edildiğine ve 2013'te İstanbul'daki gösteriler sırasında polis müdahalesinin hukuka aykırı olduğuna karar verdiğine de dikkat çekildi.

Dönemin İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, o zaman 17 yaşında olan Alp'ten "marjinal, örgüt üyesi" olarak bahsetmişti.

Cezaevi ve gözaltı merkezlerinin olumsuz koşulları da raporda yer buldu; “Yetkililer zaman zaman inandırıcı istismar ve kötü muamele iddialarını soruşturmuş ancak genellikle bu soruşturmaların sonuçlarını kamuya açık bir şekilde belgelendirmemiş veya failleri sorumlu tutmak için harekete geçilip geçilmediğini kamuya açıklamamıştır’’ denildi.

Türk hükümetinin, milletvekilleri dahil bazı bağımsız gözlemcilerin, İşkencenin Önlenmesi Avrupa Komitesi, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri ve Birlemiş Milletler Keyfi Gözaltı Çalışma Grubu'nun cezaevlerini izlemesine izin verdiği belirtilen raporda, benzer izinlerin bağımsız sivil toplum kuruluşlarına verilmediğine de dikkat çekildi.

Osman Kavala ve Ekrem İmamoğlu örnekleri

Raporun “Kamuya açık adil yargılamanın reddi’’ başlığı altında, “Yasa bağımsız bir yargı öngörmekle birlikte, yargı özellikle yürütme organının etkisine maruz kalmaya devam etti” denildi.

Eylül ayında Yargıtay’ın işadamı Osman Kavala ve diğer sanıkların 2016 darbe girişimi ve 2013 Gezi Parkı protestolarında rol oynadıkları iddiasıyla mahkumiyet kararını onaması bu başlık altında incelendi ve “Yargıtay Kavala'nın serbest bırakılmasına hükmeden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) iki kararını hiçe saydı’’ ifadeleri yer aldı.

Raporda, “25 Ağustos'ta ülkenin en yüksek yargı organı olan Hakimler ve Savcılar Kurulu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun ‘Yüksek Seçim Kurulu üyelerine hakaret ettiği’ iddiasıyla aldığı cezanın temyiz başvurusunu görüşmekle görevli üç yargıçlı temyiz heyetinin başkanını ve bir üyesini görevden aldı’’ ayrıntısına da yer verildi.

Raporda ayrıca, “Alt mahkemeler, Anayasa Mahkemesi tarafından verilen kararları zaman zaman görmezden gelmiş veya uygulanmasını önemli ölçüde geciktirmiştir’’ denildi.

Can Atalay davası takip edildi

Raporun “Siyasi Mahkumlar ve Tutuklular’’ başlığı altında Gülen Hareketi ve PKK ile bağlantılı cezaevindeki kişi sayısının tartışma konusu olduğu kaydedildi.

“Adalet Bakanlığı Temmuz ayında Gülen hareketi ile bağlantılı oldukları iddiasıyla cezaevlerinde 15 bin 539 tutuklu bulunduğunu açıkladı. STK'lar yaklaşık 8 bin 500 kişinin özellikle PKK ile bağlantılı oldukları iddiasıyla tutuklu veya hüküm giydikten sonra hapsedilmiş olduğunu tahmin etmekte’’ denilen raporda, gözlemcilerin, gazetecilik faaliyetleri, insan hakları savunuculuğu, terörizm ya da diğer suçlamalarla gözaltına alınan kişilerin önemli bir kısmının siyasi tutuklular olduğunu iddia ettiğine, hükümetin ise bu iddiaları reddettiğine yer verildi.

Türk hükümetinin, Uluslararası Kızılhaç Komitesi gibi insan hakları ya da insani yardım kuruluşlarının siyasi mahkumlara erişimine izin vermediği kaydedilen raporda, “Savunma avukatları ve muhalif gruplara göre, savcıların, medya çalışanları, insan hakları aktivistleri, muhalif siyasetçiler (özellikle HDP'li) ve hükümeti eleştiren diğer kişiler dahil geniş bir yelpazedeki bireyler hakkında suç duyurusunda bulunmak ve dava açmak için yasal olarak şüpheli görünen kanıtları kullanma eğilimi vardı’’ ifadelerine yer verildi. Raporda, Gezi Parkı davasında 18 yıl ceza alan TİP milletvekilliği düşürülen Can Atalay’ın dava sürecinde 2023 yılı boyunca yaşananlar da özetlendi.

Sınır ötesi baskı ve Gülen hareketi

Raporda, Türk istihbarat güçlerinin Gülen hareketi üyesi olduğu iddia edilen kişileri yabancı ülkelerde kaçırdığına ve yargılanmak üzere Türkiye'ye iade ettiğine dair inandırıcı iddialar bulunduğu belirtildi.

“Temmuz ayında Kosova'da bir yetkili, 2018 yılında Türk makamları tarafından Gülen hareketinin takipçisi olduğu iddia edilen altı Türk vatandaşının sınırdışı edilmesi nedeniyle ‘resmi görev veya yetkinin kötüye kullanılması’ suçundan suçlu bulundu ve hapis cezasına çarptırıldı’’ denilen raporda, bu kişilerin Türkiye’de aldığı cezalara da yer verildi.

Raporda bir başka örnek olarak da, “İnsan hakları örgütleri ve Türk hükümeti destekli haber siteleri, Gülen hareketi üyesi Koray Vural'ın 16 Eylül'de Tacikistan'da Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) tarafından ‘yakalandığını’ ve ‘terör örgütü üyeliği’ suçlamasıyla yargılanmak üzere Türkiye'ye nakledildiğini bildirdi’’ denildi.

“Hükümet ifade özgürlüğünü engelledi’’

Raporun Sivil Özgürlüklere Saygı başlığı altında ise, Anayasa ve kanunların, belirli sınırlar dahilinde ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü sağladığı kaydedildi; ancak “Hükümet, basın ve diğer medya mensupları da dahil olmak üzere ifade özgürlüğünü kısıtladı. Hükümet, önde gelen muhalif ve bağımsız gazetelerden gazetecilere dava açtı ve gazetecileri hapse atarak ülkede ifade özgürlüğünü engelledi’’ ifadeleri yer aldı.

Raporda, “Birçok durumda bireyler, hukuk veya ceza davası veya soruşturma riski olmadan devleti veya hükümeti alenen eleştiremedi ve hükümet bazı dini, siyasi veya kültürel görüşlere sempati duyan bireylerin ifadelerini kısıtladı. Hassas konularda ya da hükümeti eleştirecek şekilde yazanlar ya da konuşanlar işlerini kaybetme, adalet sistemindeki yetkililer tarafından istismar edilme, para cezasına çarptırılma ve hapse atılma riskiyle karşı karşıya kaldılar. Hükümet yüzlerce kişiyi ifade özgürlüklerini kullandıkları için mahkum etti ve cezalandırdı’’ denildi.

28 Şubat'ta gazeteci Sinan Aygül’ün tartışmalı "dezenformasyon" yasasına dayanarak "yanlış bilgi yaymak" suçundan mahkum edilmesi de raporda yer aldı; “Aygül dezenformasyon yasası kapsamında yargılanan ve mahkumiyet alan ilk kişi oldu’’ denildi.

6 Şubat depremleri sonrası kısıtlamalar

6 Şubat'ta meydana gelen iki depremin ardından hükümetin kurtarma çalışmaları sırasında, ulusal güvenlik yasasını ihlal ettiği iddia edilen depremle ilgili içeriği kaldırmak için yetersiz adımlar attığını düşündüğü Twitter'da bant genişliğini tahminen yüzde 90 oranında azalttığı ya da internet kullanıcılarının veri iletimini kasıtlı olarak yavaşlattığına yer verildi.

Jeolog Övgün Ahmet Ercan’ın 28 Şubat’ta depremle ilgili sosyal medya paylaşımları nedeniyle Elazığ'da "kamuoyuna açıkça yanlış bilgi yaymak" suçlamasıyla gözaltına alınmasına değinildi. Ercan, deprem bölgesine asker gönderilmediği için depremlerin ardından çok sayıda kadının tecavüze uğradığını iddia eden bir paylaşımda bulunmuştu. Ercan daha sonra yurtdışına çıkış yasağı konularak adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.

6 Şubat depremleri, mülteci hakları açısından da raporda kendine yer buldu.

Depremlerin ardından hükümet, mültecilerin etkilenen bölgelerde kayıtlı oldukları şehirlerden ayrılmalarına izin vermek için seyahat izni muafiyetleri çıkardığı kaydedilen raporda, “Mayıs ayındaki cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri öncesinde ve Şubat ayındaki depremlerin ardından, bazı siyasi partiler ve aşırı sağcı gruplar mülteci karşıtı söylemler kullanmış ve kamuoyunun duygularını harekete geçirmek için sahte olduğu iddia edilen videolar yayınlamıştır’’ ifadeleri de yer aldı.

Hamas’ın İsrail’e saldırısı sonrası antisemitizm

Raporun ‘’Ayrımcılık ve toplumsal istismar’’ başlığı altında, antisemitik söylemlerin yıl boyunca yazılı basında ve sosyal medyada devam ettiği kaydedildi; Hamas'ın Ekim ayında İsrail'e saldırmasının ardından tacizlerin arttığı bildirildi.

Raporda, ‘’Hükümet yanlısı günlük gazete Yeni Akit, 'Siyonist Uşakları Vatandaşlıktan Çıkarın' manşetiyle Yahudi Türkler'i hedef gösterdi. 27 Ekim'de İzmir'deki bir sinagog ve cemaat merkezi, üzerinde Türkçe 'Katil İsrail' yazan kırmızı sprey boyalı bir grafitiyle tahrip edildi’’ denildi.

Ancak raporda Ocak ayında hükümetin Uluslararası Holokost Günü'nü andığına ve Dışişleri Bakanlığı'nın bir açıklama yayınladığına, Şubat ayında 1942 yılında İstanbul açıklarında batan Struma gemisinde ölen yaklaşık 800 Yahudi mülteciyi sekizinci yıl üst üste andığına, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Yahudiler’in Hamursuz, Roş Aşana ve Hanuka bayramlarını kutlayan mesajlar yayınladığına da dikkat çekildi.

Dışişleri Bakanlığı raporunda, ‘’Aleviler ve Ermeni Apostolik Hıristiyanlar dahil, Hıristiyanlar nefret söylemi ve ayrımcılığa maruz kalmaya devam etmiştir’’ ifadeleri de yer aldı.

Blinken: “Raporda tüm ülkeler aynı standartlara tabi tutuluyor’’

İnsan Hakları Raporu’nu Dışişleri Bakanlığı’nda düzenlediği basın toplantısıyla kamuoyuna açıklayan ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, “Bugün yayınladığımız rapor, yaklaşık 200 ülke ve bölgedeki insan hakları kayıtlarının gerçeklere dayalı ve sistematik bir dökümünü sunuyor. Gelişmekte olan ülkeler olsun, rakipler, müttefikler ve ortaklar olsun her biri aynı standartlara tabi tutuluyor’’ dedi.

Blinken, İsrail ve insan hakları söz konusu olduğunda ABD'nin çifte standart uyguladığı iddialarını ise reddetti.

"Çifte standardımız var mı? Cevabım hayır" diyen Blinken, ABD'nin İsrail'in Gazze'de Hamas'a karşı yürüttüğü operasyonlarda insan haklarını ihlal ettiği iddialarını incelediğini söyledi.

Rapor yurtdışındaki insan hakları sorunlarına odaklansa da ABD'nin de kendi eksiklikleriyle karşı karşıya olduğunun farkında olduklarını kaydeden Blinken, “Bizimki gibi demokrasilerin gücü, bu kusurları halının altına süpürmeden açık bir şekilde ele almamız. Bu rapor, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde belirtilen hakların korunması için yapılması gereken çok iş olduğunu gösteriyor’’ diye konuştu.

Dilge Timoçin / VOA