Abdülhamid’in Kürt Politikası ve Hamidiye Alayları
Abdülhamid’in Kürt Politikasında Bir Veçhe: Hamidiye Alayları
Ali Ekber Konuk "Hamidiye Alayları/İmparatorluğun Sınır Boyları ve Kürt Aşiretleri" kitabını Haksöz Haber okuyucuları için değerlendirdi.
Abdülhamid’in Kürt Politikasında Bir Veçhe: Hamidiye Alayları
Ali Ekber KONUK
Çözümüne dair bir süreç yaşadığımız Kürt sorunu, ilerleyen aşamalarda tarafların özellikle devletin karşısına ciddi, kökü eskilere uzanan bazı problemler çıkaracaktır. Anadilde eğitim, kamuda Kürtçenin serbestiyeti, kültürel adımlar, yönetim meselesi gibi ana konular çözüme kavuşturulduktan sonra, on yıllarca yaşanan ya da yaşatılan mağduriyetlerin tazmini, uzun bir süreç boyunca sürekli değişikliğe maruz bırakılan yer isimlerinin aslına irca edilmesi gibi meselelere geçilecektir. Nitekim yer isimlerine dair kanun meclisten geçmiş olup süreç başlamıştır. Ancak denildiği gibi bu uzun bir süreyi alacak çapta bir sorundur.
Bu eksende değerlendirilecek sorunlardan birisi de ‘Köy Koruculuğu’dur. Komşuyu komşuya hasım eden, türlü talan, yağma ve gasplara yol açan bir problem olarak koruculuk, henüz yerli yerinde durmaktadır. 1984’te tekrar gündeme geldiğinde, konuyla bir şekilde ilgilenmiş kişilerin aklına hemen ‘Hamidiye Alayları’ geldi. Yaygın şekilde yapılan bu analoji, temelde doğru bir yaklaşımdı.
Son yıllarda baskı ve asimilasyon politikalarının önemli ölçüde gerilemesiyle, gerek Kürt meselesinde gerekse diğer konularda yapılan araştırmaların niteliği arttı. Akademik çevrelerden ve araştırmacı-yazar kimliğiyle bilinen bazı isimlerden sadır olan eserler, doyurucu niteliğe sahip ve meraklısı için önemli birer kaynak mahiyetinde oldular. İletişim Yayınları’ndan çıkan Janet Klein imzalı ‘Hamidiye Alayları/İmparatorluğun Sınır Boyları ve Kürt Aşiretleri’ isimli eser, saydığımız özellikleri haiz bir çalışma.
2. Abdülhamid’in özel bir önem verdiği, hükümran olduğu yıllarda uygulamada olan Kürt politikasının ayrıcalıklı bir veçhesini oluşturan Hamidiye Hafif Süvari Alayları, devlet ya da imparatorluk söyleminde zikredilen bazı amaçlara mebni olarak kuruldu. Bu amaçlar şöyle ifade ediliyor: “Ülkeyi yabancı tecavüz ve saldırılardan korumak, Osmanlı ordusuna nispeten az asker veren bir bölgeden asker toplamanın bir yolunu bulmak, buna uygun olarak Osmanlı kuvvetlerinin kudretini artırma ve mevcudunu çoğaltmak” (s. 43). Ancak devlet görünürde belirli bir dile sahipken derinlerde, saklı halde başka bir dil kullanır. ‘Osmanlı’nın korucuları’ olan alaylar, gerçekte ne için kurulmuştu? İmparatorluğun, Tanzimat’tan itibaren yürürlüğe koyduğu merkezileşme politikaları ve giderek daha fazla bir ulus-devlete benzeyen aklı, geniş bir alana yayılan ve büyük bir nüfusa sahip bir unsuru kontrol altında tutmak ve fazla güçlenmesinin önüne geçmek isterdi. Hamidiye Alayları’nın kuruluşu ile sayılan amaçların aksine Kürtleri kendi eliyle silahlandırmış, Kürdistan’da imparatorluk yetkisi ve gücü ile hareket etmesini sağlamıştı. Tüm bunlar, farklı bir amaca ya da amaçlara işaret ediyor.
“19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyıl başında Osmanlı Devleti doğu bölgelerinde pek çok –iç ve dış- tehdit algıladı. Rusya, Doğu Anadolu üzerindeki emelleriyle büyük bir tehdit oluşturuyordu. Kürt aşiretleri ve şeyh sülaleleri bölgede ‘paralel otoriteler’ olarak hareket etmeye devam ediyor ve Osmanlı Devleti’nin 19. yüzyıl boyunca yürüttüğü, periferisini merkeze bağlama ve daha iyi idare etme çabalarının büyük ölçüde başarısız olduğunu ispatlıyordu. Ancak, algılanan en büyük tehdidin milliyetçi-devrimci Ermeni faaliyetleri olduğu kanıtlandı; Osmanlı hükümet çevrelerinde pek çok kişi, Ermeni nüfusun tamamını, devlet otoritesine meydan okumakla kalmayıp Rusları içeri sokacak bir Truva atı işlevi görme olasılığı da bulunan bir beşinci kol olarak görmeye başladı. Devlet diğer ‘tehditler’le baş etmek için bu ‘düşman’ unsurlardan birini –Kürt aşiretlerini- aldı ve onu devlet otoritesine meydan okuyan yerel bir güç olmaktan çıkarıp bunun bir uzantısı haline getirmeye çalıştı.” (s. 17-18). Alayların oluşturulmasında en önemli etken belki de buydu. Ancak bir o kadar etkili başka faktörler de vardı: “...bu yapı merkezi otoritenin elinin uzanmadığı unsurları saflara katacaktı. Erişim kontrol demekti: Son derece devingen bir halkın hareketleri ve faaliyetleri hakkında bilgi sahibi olma, dolayısıyla da bunları düzenleme fırsatı; devlete çok az vergi, düzenli orduya da çok az asker veren bir halktan hem vergi hem asker toplama imkânı ve sultanın yerel reislerden daha yüksek bir otorite olduğunu gösterebilme olanağı. Bu girişimle her biri merkezi yönetim için belli bir tehdit oluşturan mevcut güçler arasında denge de sağlanacaktı...” (s. 48).
Söz konusu amaçların ne kadar gerçekleştiği bir yana, alayların kullanışlı olduğu görüldüğünden olsa gerek, Abdülhamid’i tahttan indiren Jön Türkler bile bu özel projeyi sonlandırmadı, sadece milislerin adı Aşiret Hafif Süvari Alayları olarak değiştirildi. Yeni rejimin liderleri projeyi rafa kaldırmayı düşündüler, ama sonunda milisleri yeniden örgütlemekte karar kıldılar – üstelik bu örgütlenme kısa süre önce devirdikleri sultanın saltanat dönemindeki yapısını büyük ölçüde korudu.
1890’dan 1920’lere kadar varlığını koruyan alayların neden Kürtlerden oluşturulduğu da bir başka merak konusudur. İmparatorluk sınırlarında geniş alana yayılan, Müslüman olan başka unsurlar da vardı ancak söz konusu girişim birkaç Arap aşireti dışında Kürtlerden meydana getirildi. “Kürtlerin birincil hedef olmasının nedeni, Ermeni bölgelerinde (‘altı vilayet’) ve Rusya ve İran’la olan tehdit altındaki değişken sınır boylarında hâkim Müslüman unsur olmalarıydı. Bu bölümde gösterildiği gibi, bu çok yönlü misyonun temel öncelikleri bölgedeki Ermeni devrimci faaliyetlerine karşı koymak, sınırı –iç ve dış- tüm tehditlerden korumak ve bu önemli sınır bölgesinde yaşayan ahalinin sadakatini kazanmaktı… Kürtler, Ermenilerin yaşadığı bölgelere ve Rusya’dan, daha sınırlı bir ölçekte de İran’dan gelen Ermenilerin ve Rusların geçebileceği gevşek sınırlara yakın olmak gibi benzersiz bir coğrafi konuma sahipti…” (s. 99). Kürtlerden müteşekkil süvari alayları, geç Osmanlı döneminde isyanlara karşı, Birinci Dünya Savaşı ve ardından Anadolu’da yürütülen savaşta da düşmana karşı büyük yararlılıklar gösterdi. Yaşanan hareketlilik sadece imparatorluk menfaatlerini gözetmiyordu. Kürtler de bu girişimde kendileri için çeşitli faydalar gördüler. 19. yüzyıl ile birlikte ortaya çıkan ve her geçen yıl tonu artan Ermeni talepleri, büyük bir endişe kaynağı oldu Kürtlerde. Ortaya atılan taleplerin üssü olan vilayetler, ortak yaşam alanı olunca, ötesinde bu talepler, büyük Batılı devletlerden destek görünce korkuya sebep oldular. Hamidiye Hafif Süvari Alayları’nın oluşumuna yönelik proje duyulunca, söz konusu endişeler adına fayda mülahaza edildi. İlaveten bazı suçlara karışmış aşiret ağalarının, suçları örtbas etme amaçları da mevcuttu.
2. Abdülhamid, Rusların ‘Kazak alayları’nı model kabul ederek böylesi bir girişime imza attı. İki uygulama arasında paralellikler söz konusuydu. Kürtler gibi savaşçı, devingen özelliğe sahip Kazaklarla oluşturulan Kazak alaylarında da nispeten benzer amaçlar söz konusuydu. Cumhuriyet’in üzerinden on yıllar geçtikten sonra, Kürdistan’da PKK hareketi ile yapılan savaşta gündeme gelen ve uygulamaya konulan ‘Köy Koruculuğu’ da, belki de Hamidiye Alayları model kabul edilerek kabul edildi devlet aklınca. Ancak kesin olan bir şey var ki o da iki uygulamanın benzer mağduriyetlere ve hak gasplarına yol açtığıdır. Yaygın toprak gaspları, eskiden beri var olan anlaşmazlıkların devlet silahı ve yetkisi ile zora başvurularak ‘halledilmeye’ kalkışılması, hayvanlara ve bazı mülklere el konulması, halkın evlerinden sürülmesi gibi zorbalıklara her ikisinde de rastlanıldı.
Ele alınan konular dışında incelenmesi gereken başka konular da var elbette. Toprak gaspları bugüne uzanan mağduriyetlere yol açtı. Ermeniler ile zaten kısmen bozulmuş olan ilişkiler, geri dönülmez biçimde koptu. Bu gibi meseleler daha ayrıntılı incelenmeli, üzerinde düşünülmeli. Kitapta konular ile alakalı yeterince ayrıntı mevcut. Okunması iyi bir açılım sağlayacaktır.