“Açe’deki şeriat deneyimi, Türkiye’deki dindar kadınların yolunu aydınlatabilir”
Nur Elita’nın değnek cezası infaz edilirken
Şeriat deneyimi
Araştırmacı Yazar Muhsin Altun “Açe’deki şeriat deneyimi, Türkiye’deki dindar kadınların yolunu aydınlatabilir” değerlendirmesinde bulunuyor.
Değnek cezası sadece yoksullar içindir” dedi Safiye. Bedriye, “tajam di bawah tumpul di atas” (aşağıda keskin, yukarıda küt) diyerek arkadaşını onayladı.
Açe özerk bölgesinin (Endonezya) merkezi Banda Açe’deki tarihi Beyturrahman Camii’nin avlusundaydılar. Kadınlı erkekli kalabalığın ve basın mensuplarının doldurduğu avluda, birazdan bir “Uqubat” (şer’î ceza) infaz edilecekti. Mahkûmlardan yirmi yaşındaki üniversite öğrencisi Nur Elita, şeriat polisi tarafından kampüste bir erkekle yürürken görülmüş; şeriat mahkemesi, onun “khalwat” (“namahrem” kadınla erkeğin baş başa kalması) yasağını ihlal ettiğine karar vererek değnek cezasına çarptırmıştı.
Nur Elita’nın değnek cezası infaz edilirken (Foto: Barcroft Media).
Açe Ulema Konseyi başkanının yaptığı duanın ardından yerel polis şefi, savcı ve belediye başkanının hazır bulunduğu platforma getirilen mahkûmlara, burada yüzü maskeli bir infaz memuru (algojo) tarafından değnek vurulacaktı. Erkeklerin tekbir sesleri, kadınların acılı hıçkırıkları eşliğinde başlayan infaz, Nur’un sırtına aldığı ilk birkaç darbenin ardından yere yığılmasıyla kesintiye uğradı. Genç kadın hızlıca ambulansa taşınıp hastaneye kaldırıldı. Cezasının kalanı, taburcu olduktan sonra infaz edilecekti.
CİNSİYETLER ÇATIŞMASI
Açe’nin Uzakdoğu’da “Mekke’nin Verandası” olarak tanınmasının nedeni, halkın yüksek dini duyarlığıdır. Anaerkil soy düzeni sayesinde çok sayıda Müslüman kadın hükümdarın tahta çıktığı Açe’de, halk yerel adetleri İslam’ın normatif yorumlarıyla bağdaştırmayı bilmiştir. Örneğin “evin sahibi olan” (njang po rumoh) kadın, ortak evi ve taşınmazları tevarüs ederken kalan mallar 1:2 oranı üzerinden paylaşılır; böylece kadını mirasta erkeğe üstün kılan adetler şeriatın aksi yöndeki hükmüyle “uyumlu” hale getirilirdi.
İyi bilinen dindarlığına karşın Açe halkının şeriat deneyimi görece yakın bir tarihte başladı. Bağımsızlıklarına düşkünlükleriyle de tanınan Açelilerin “Özgür Açe Hareketi” (GAM) önderliğindeki 30 yıllık silahlı mücadelesi, 26 Aralık 2004 günü yaşanan tsunami ile kesintiye uğradığında barışa giden yol açıldı. Finlandiya hükümetinin arabuluculuğunda yürütülen müzakereler, 15 Ağustos 2005 günü imzalanan Mutabakat Zabtı’nın getirdiği özerk yönetim modeliyle sonuçlandı. Tam bağımsızlıkta ısrar eden GAM, şeriat uygulamasına izin verilmesi karşılığında özerkliğe razı olmuştu.
Kuşkusuz şeriata geçişi kolaylaştıran tek etken halkın dindarlığı değildi. Uzun silahlı çatışma dönemi ve onu izleyen tsunami, anaerkil düzeni istikrarsızlaştırırken şer’î normları ve erkekliği sosyal yaşamda öne çıkarmıştı. Antropolog Annemarie Samuels’in tespitiyle, “tsunamiden kurtulan birçok kişi felaketi Tanrı’nın bir eylemi olarak görmekle, onu kendilerinin ve toplumun dini gelişimi için bir fırsat olarak yorumladı.” Dindar Açeliler için tsunami, onları “daha dindar” olmaya çağıran ilahi bir işaretti.
Açeli yetkililer, şeriat uygulamasını rutin bir “kamu hizmeti” olarak tasarlamıştı. Öncelikle şer’î kurallara uymaya zorlayacak bir “Şeriat Polisi” (Wilayatul Hisbah) ve ihlalleri hükme bağlayacak bir “Şeriat Mahkemesi” (Mahkamah Syariah) kuruldu. “İslam Şeriat Bürosu” (Dinas Syariah Islam- DSI) ise koordinasyon görevini ifa edecekti. Birincil amaç, içki, kumar, zina, eşcinsel ilişki ve khalwat yasakları ile “örtünme” emrinin uygulanması idi. Örtünme emri, 2006 yılında kurulan “Örtü Devriyesi” (Razia Jilbab) ile yaptırıma bağlandı.
NE UMDUM NE BULDUM?
İnsan hakları örgütleri, şeriatla gelen fiziksel şiddete odaklansa da uygulamanın sosyolojik yönleri üzerinde yeterince durulmamıştır. Banda Açe’deki kadınların şeriat deneyimlerini araştıran antropolog Sita Hidayah’ın bulguları, şeriatın kadınlar tarafından inşa edilen ve aktarılan anlamının, DSI tarafından benimsenen bürokratik çerçeveden açıkça farklı olduğunu göstermektedir. Kadınların şeriat deneyimlerini kabaca üç başlık altında toplamak mümkündür.
1- Ayrımcılık, Utanç ve Dışlanma: Halka açık infazlar “caydırıcı etki” yaratmayı amaçlasa da sonuçlar beklenenden farklıdır. Değnek cezasını genellikle aşağılanma ve toplumsal dışlanma takip etmektedir. Kurban çoğu kez eğitimini bırakmakta, işten atılmakta hatta yaşadığı kentten taşınmaktadır. Çocuklarını düzgün bir şekilde yetiştirmemekle suçlanan ebeveynler, komşuları tarafından dışlanırken çoğu kadının anne tarafının köyünden (gampong) kovulduğu gözlenmiştir. Geçici bedensel acılar yanında kalıcı utanca da katlanmak gerekmektedir.
Şeriat deneyimleri, büyük ölçüde cinsiyet ve sınıf ayrımları üzerinden şekillenmektedir. Araştırmalar, bireyin sosyal konumu ile şeriat deneyimi arasındaki bağlantıyı ifşa etmiştir. Örneğin kadınlar için otomobil kullanmak serbest; motosiklet sürmek ve erkeklerle motosiklete binmek yasaktır. Ancak üst sınıftan kadınların otomobil edinebildiği Açe’de, emekçi kadınların başlıca ulaşım aracının motosiklet olması, uygulamanın “şer’î” mantığını açıklamaktadır. Seçkinlere ve yoksullara yönelik farklı uygulamalar, özellikle değnek cezasında belirgindir. “Aşağıda keskin, yukarıda küt” sözü, şeriatın güçlüleri beraat ettirirken zayıfları mahkûm ettiğini ima etmektedir.
Cinsiyete dayalı ayrımcılık, 2014 yılında zina ile suçlanan bir dul kadının davasında açıkça görüldü. Kadın, evini basan sekiz şeriat gönüllüsünün tecavüzüne uğramış, erkek arkadaşı da dövülmüştü. Çifti zina suçundan cezalandıran şeriat mahkemesinin, tecavüz eyleminde kendini yetkisiz sayması tepkilere yol açtı. Şeriatın tecavüzü önemsemediği yönündeki eleştiriler, dini otoriteler tarafından “İslam düşmanlığı” olarak görülüp lanetlendi. 2022 yılı başındaki bir başka olayda, zinayı itiraf eden evli bir kadın 100 değnek cezası alırken -Doğu Açe’nin balıkçılık dairesi başkanı- “suç ortağı” evli erkek 15 değnekle kurtuldu. Çünkü itirafta bulunmamış, suçlamayı reddetmişti.
Özetle, Açe’deki şeriat uygulamasından bekleyebileceğiniz adaletin kalitesi, büyük ölçüde kim olduğunuza bağlıdır. Eğer bir “orang biasa” (sıradan insan) iseniz değnek yeme olasılığınız yüksektir.
2- Örtünmenin Değişen Anlamı: “Bol kıyafetler” içinde olmaları istenen kadınlar için örtünme, artık dindarca seçimler yapma meselesi değil emirleri tekrarlama meselesidir. Örtünme baskısını yönlendiren kutsal yasayı DSI yorumlamakta; inancın gereğinin nasıl yapılacağını onun yönergeleri belirlemektedir. Pantolonunuzun yeterince bol olup olmadığı ise Kitap ve Sünnet’e değil şeriat polisinin anlık değerlendirmesine tabidir. Bu koşullarda örtünme, çoğu kez baskıcı ve acı verici cinsiyet normlarının tekrarıyla ilgili görünmektedir.
Kamusal alandaki sıkı kontroller, zamanla şeriat devriyesinden kaçınma taktiklerini de geliştirdi: Otomobil kullanan kadınlar, camları koyu filmle kaplatmakta; anlık bir kontrolde giymek ya da hemcinsleriyle paylaşmak üzere yanlarında “sarong” (geleneksel kıyafet) bulundurmaktadır. Kadınlar, şeriat polisinin devriye gezdiği yerlere dair bilgileri hemcinsleriyle paylaşmak için özel işaretler ve çevrimiçi platformlar geliştirmişlerdir. İlginç bir taktik, geceleri araba kullanan genç kızların “mukena” (namaz kıyafeti) giymesidir. Saçlarını kısa tutan kadınların erkek kıyafeti giyip, tam yüz kaskı takarak motosiklet kullanması da bir diğer kaçınma yöntemidir.
Açe’de bir tesettür (hijab) defilesi (Foto: S. Hidayah)
Kaçınma eğiliminin ima ettiği direniş, bir dizi karşı önlemi tetikledi: Şeriat polisi, kot pantolon satan mağazalara sık sık baskınlar düzenledi. DSI tarafından bastırılan ve İslami kıyafet olarak neyin uygun, neyin uygunsuz olduğunu belirten afişler kamusal alanlara yerleştirildi. Dahası, 2015 yılında yerel hükümet, yüksek İslami duyarlığa sahip bu toplumda geniş çaplı bir örtünme kampanyası başlattı. Elit kadınlardan oluşan “Örtülü Anneler Topluluğu” tarafından tesettür defileleri düzenlendi. Tesettür artık modaya uygun giyinme ihtiyacını karşılayan bir pratikti. Banda Açe’de çok sayıda “jilbab” mağazası açılırken “Seksi Hizmetçi Inem” adlı pembe dizinin başrol oyuncusu Sarah Vi, Müslüman bir moda ikonuna dönüştü. Şeriat deneyimi, kapitalizmin etik kodlarıyla işlevsel bir uyum içinde ilerliyordu.
3- Cinsiyet Rollerinin Yeniden Tayini: Şeriat uygulaması, erkek soy çizgisi üzerinden mülkiyet transferini destekleyerek kadın soy çizgisini izleyen anaerkil miras pratiklerine meydan okudu. Oğullar ve kızlar arasındaki miras dağılımı, bundan böyle şeriatın egemen yorumuna göre yapılacaktı. Hızlı kentleşmenin eşlik ettiği uygulama, anaerkil adetlerin etkisini -DSI’nın tam olarak nüfuz edemediği- gampong ile sınırladı.
Cinsiyet dengesi bağlamında şeriat uygulaması, faşist Suharto rejiminde (1966-1998) yürürlüğe konulan ve erkekleri “evin reisi” olarak tanımlarken kadınların “eş ve anne” rollerini öne çıkaran Aile Refahı Programı’nın vizyonuyla uyumlu sonuçlar üretmiştir. Anaerkillik kırsalda etkili olmaya devam etse de şeriat bürokrasisi, ataerkil aile kuruluşunu teşvik ederek kadınlar ve üretken kaynaklar üzerindeki erkek kontrolünü yoğunlaştırma eğilimindedir.
Şeriatın kadına tayin ettiği kimliğin erkeğin ailedeki geleneksel konumuyla çatışmasının bir sonucu daha var: Özellikle 2011 yılından bu yana aile içi şiddette gözlenen dramatik artış. Sadece 2017 yılında 1.791 vaka kaydedilmiştir. İnsan hakları savunucusu Suraiya Khamaruzaman, kadınlara örtünmelerini emrederken onları şiddetten koruyucu hiçbir hüküm önermeyen şer’î düzenlemeleri işaret etmektedir.
SONUÇ
Gözlemciler, Açe’deki uygulamanın şeriatın görece “ılımlı” bir versiyonu olduğu konusunda hemfikirdir. Yetkililer, uygulamanın Allah’ın iradesini yansıttığından emin görünseler de bölgedeki durum, söylemin yapılanmasının ve anlamın üretilmesinin maddi koşullardan bağımsız olmadığını gösteren güncel bir örnektir. Şeriatın, Açe toplumunun belirli üyelerinin çıkar ve ihtiyaçlarına uygun olduğu açıktır. Bununla birlikte, özellikle kadınların özlemleriyle uygulama arasında tam bir karşıtlık olduğu da aynı ölçüde açıktır. Açe örneği, bir şeriat devletinin başarısının, büyük ölçüde aşağılanmış, uyumlu ve itaatkâr kadınlar gerektirdiğini ima etmektedir. Sorunların temelinde, uygulamadaki tutarsızlıklardan ziyade şeriatın tarihsel ve siyasal bağlamlardan muaf, salt tanrısal bir yasa olarak tanıtılması yatmaktadır.
KARAR