Adaleti nerede aramalı?

Nazlı Ilıcak'ın 1 yıl önce Erdoğan'a yazdığı bir mektup ortaya çıktı

Adaleti nerede aramalı?


Tahliyelerle varılmak istenen menzil ne

Tahliye kararından sonra akıllara bu mektup gelmedi mi? Gelmesi önemli değil. Yeter ki, “Adaletin aranacağı” yer, mevki, makam konusunda bir tereddüt, şüphe ve arayışa yol açmasın!..  

“FETÖ'nün medya yapılanması” davasında, Ahmet Altan 10 yıl 6 ay, Nazlı Ilıcak 8 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırıldıktan sonra tahliye edildi. Mehmet Altan hakkında ise beraat kararı verildi.

TSK'ya indirilen “Balyoz”da meşhur Taraf aparatı kullanıldı. Nazlı Ilıcak da TV programlarında, kumpasın en baş savunucularından birisi oldu. 

O yüzden kumpas mağdurları, haklı olarak çok tepkili ve öfkeli. 

Ancak asıl sorun, bu tahliyeler mi, yoksa göz göre göre gelen “Son” mu?

Ne demek istiyoruz?

ALÇI VE ÇONGAR NEREDE?

Önce işin ahlâki, vicdani tarafından başlayalım.

Sadece ve sadece TSK'yı bitirme misyonunu yerine getirmek üzere kurulan Taraf için “Aparat” ifadesini kullandık. Nazlı Ilıcak için de “En baş savunucularından birisi oldu” dedik.

Peki, Ahmet Altan'la birlikte o aparatı kurgulayan, bu işleri kotaran Yasemin Çongar ve dahi kumpas savunuculuğunda Nazlı Ilıcak'tan 10 adım önde koşan Nagehan Alçı tek bir gün gözaltına alındı mı?

Çongar hakkında “Balyoz”dan bari dava açıldı, ama Alçı için bu da yapılmadı.

Çongar nerede? Dün gece tahliye edilen Ahmet Altan'ı karşılayanlar arasında ve sevinç içindeydi.

Ya Alçı; Televizyonlarda program yapmaya devam ediyor. İşi, devleti “Katil devlet” diye suçlamaya ve “PYD'nin güçlenmesi” gerektiğini söylemeye kadar vardırdı.

En baştan şu tablonun vicdanları sızlattığı, herkesin bildiği ve kabul ettiği bir sır değil miydi?!.

İLK DÜĞME DOĞRU İLİKLENDİ Mİ?

Olayın hukuki boyutuna gelelim.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın, Altan kardeşler ve Nazlı Ilıcak hakkında hazırladığı iddianamede yöneltilen suçlamalar şuydu:

“TBMM'yi ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme.”

Yani 15 Temmuz gecesi tankların üzerinde, Ankara'yı bombalayan F-16'larda ya da Genelkurmay ve Akıncı'da yakalanmışlar gibi, darbeden üçer kez ağırlaştırılmış müebbet istendi. 

Bu iddianame aynen kabul edildi. İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılama yapıldı. Neticede, “Meclisi ortadan kaldırmaya teşebbüs ve Hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs suçlamalarının Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçunun içinde eridiği” gerekçesiyle sanıklar sadece, “Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı.

Dosya temyiz için İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi'ne gitti. Daire, 2 Ekim 2018'de kararı hukuka uygun buldu ve aynen onandı. 

Yargıtay'daki temyiz aşaması da geçtiğimiz Temmuz'da sonuçlandı ve 16. Ceza Dairesi, sanıkların eyleminin “Anayasa'yı ihlâl” değil, “FETÖ'ye bilerek ve isteyerek yardım etme” suçunu oluşturduğuna karar vererek, müebbet hapis cezalarını bozdu.

Dosya yeniden yargılama için İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderildi. İlk duruşma 8 Ekim'de yapıldı. Yargıtay'ın bozma kararına uyulmasına hükmeden Mahkeme, sanıkların tutukluluk haline devamla, bir sonraki duruşmayı 4 Kasım'a, yani düne bıraktı.

Dün de verilen kararı biliyorsunuz. Buraya kadar anlattıklarımızı toparlarsak;

İddianame faslını geçtik. Biri Ağır Ceza, diğeri İstinaf olmak üzere 2 mahkeme, darbeden müebbet veriyor... Yargıtay ise “Darbeden değil, örgütten cezalandırılmalarına” hükmediyor... Ondan sonra aynı mahkeme, “Peki, tamam” diyerek, verdiği ilk kararı ortadan kaldırıyor... Şu zincirde ciddi bir sorun yok mu ve sorgulanması ilk gereken bu değil mi?..    

Ve de Anayasa Mahkemesi, hatta AİHM'in verdiği çok sayıda “İhlâl kararı” bile yok sayılırken, bu davada Yargıtay'ın kararına hemen uyulmasına ne demeli?..

ADALETİ NEREDE ARAMALI?

Yargıtay'ın bozma kararından sonra ve 8 Ekim'de yapılan ilk duruşmadan önce yaşanan bir gelişmeye daha dikkat çekelim.

24 Eylül'de iddialara göre, Nazlı Ilıcak'ın 1 yıl önce Erdoğan'a yazdığı bir mektup ortaya çıktı. Ilıcak'ın mektubunda şöyle ifadeler vardı:

“Sık sık, sizi ve Emine Hanımı düşünüyorum. Sanki durumumu tam olarak bilseniz, bu haksızlığa müdahale ederdiniz gibi geliyor... Dağ başında bir kuzu kaybolsa, Hz. Ömer’den sorulurmuş. Bu devletin başı olduğunuz için de size müracaat ediyorum. Herhalde, son nefesimi cezaevinde vermemi istemezsiniz. Mağduriyetimi size anlatıyorum, zira, adaletin yitirdiği vicdanı, ancak siz yeniden tesis edebilirsiniz... Size karşı ne tuzaklar kuruldu! Bir tuzağı da FETÖ kurdu. Ve maalesef ben de bu tuzağın içine düştüm. Ama ben suç işlemedim. Size haksızlık yaptımsa –ki yaptım- bu yargının konusu olmamalı. Sizinle benim halletmem gereken bir mesele... Türkiye’nin, gerginliklerin geride kaldığı huzurlu bir ortama çok ihtiyacı var. Bu huzurun inşasında ben de yer almak isterim. İnşallah nasip olur. Hatta çıktığımda, sizinle bir araya gelebilirsek, bir vicdan muhasebesi yapmayı, helalleşmeyi çok arzu ederim... Yargıda bulamadığım adaleti sizde arıyorum. Acaba elimden tutup, hak ve hukuk adına, beni bu kuyudan çıkarabilir misiniz?”

Tahliye kararından sonra akıllara bu mektup gelmedi mi? Gelmesi önemli değil. Yeter ki, “Adaletin aranacağı” yer, mevki, makam konusunda bir tereddüt, şüphe ve arayışa yol açmasın!..  

Ya, iktidar medyasının karar karşısındaki “Soğukkanlı” tutumunu neye yormalı?!.

“Bu nasıl tahliye?.. FETÖ'cüler işbaşında mı?..” başlıkları atarak, çok sayıda kararın anında değişmesine yol açtıklarını gördük, biliyoruz.

Peki, bu davada ne yaptılar?

Haberi, “Karar çıktı... Karar açıklandı” şeklinde, yorumsuz ve şaşırtıcı bir “Objektiflikle” verdiler.

Hasıl-ı kelâm; Tahliyelere şaşırıp, tepki göstermeden önce, “Nerede yanlış yapıldı? Kimler, neden yaptı? Varılmak istenen menzil ne?” sorularını sormamız gerekmiyor mu?

Müyesser Yıldız

Odatv.com