Adıyaman Tarikatı'nın Arkasındaki Manevi Tasarruf Devam Ediyor mu?

Şeyh Edebali’nin tedrisatı ve terbiyesiyle Osmanlı Beyliği, Cihan İmparatorluğu haline gelmişti.

Adıyaman Tarikatı'nın Arkasındaki Manevi Tasarruf Devam Ediyor mu?




YUSUF İNAN YAZDI...

Adıyaman Tarikatı'nın Arkasındaki Manevi Tasarruf Devam Ediyor mu?

Türkiye’de tarikatlar ve cemaatler sıklıkla tartışılır. Bu durum 12 Eylül öncesinde de böyleydi, şimdi de böyle. Doğrusunu Allah bilir ama bu süreç kıyamete kadar devam edecek gibi görünüyor.

İman ve inanç, sırlı bir dünya. Bu sırlar herkes için açık değildir. Bu nedenle, kör gözler iman ve inancın zevkini tadamazlar.

Tarikatlar ve cemaatler, Hz. Muhammed’in (sav) okyanusundan sızan birer ırmak ve nehirdir.

Cemaatleri ve tarikatları yok sayamayız!

Osmanlı Devleti’nin temelinde, Şeyh Edebali’nin duası ve harcı vardır. Şeyh Edebali’nin tedrisatı ve terbiyesiyle Osmanlı Beyliği, bir Cihan İmparatorluğu haline gelmiştir.

Rivayete göre, Osman Gazi, bir gece rüyasında Şeyh Edebali'nin göğsünden bir ayın çıkıp kendi göğsüne girdiğini ve göğsünden büyük bir ağaç çıkıp dallarının alemi kapladığını, altından birçok nehirlerin akıp insanların bu sulardan geçtiğini görmüştür. Şeyh Edebali rüyayı şöyle tabir etmiştir:

“Sen, Ertuğrul Gazi oğlu Osman, babandan sonra bey olacaksın. Kızım Bala Hatun ile evleneceksin. Benden çıkıp sana gelen nur budur. Sizin soyunuzdan nice padişahlar gelecek ve nice devletleri bir çatı altında toplayacaklar. Allah, nice insanın İslam'a kavuşmasına senin soyunu vesile edecektir.”

Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihini yazan Avusturyalı tarihçi ve diplomat Hammer bu rüya ile dalga geçse de bir batılıdan bizim manevi dünyamızı anlamasını bekleyemeyiz.

Biliyorum, son yıllarda tarikatların ve cemaatlerin karnesi pek iyi değil ama bu durum, cemaatleri ve tarikatları yok saymak anlamına gelmemeli. Türkiye’de cemaatler ve tarikatlar Hz. Peygamberin çizgisinden çıkmışsa, bunun manevi mesuliyeti herkesin üzerindedir.

Özellikle devleti yönetenler bu durumdan mesuldür...

Malum, sürgün hayatım 7. yıla girdi. Ege’de güzel bir sahil kasabasında yaşıyorum. Plaj arkadaşım Savaş Abi var. Oğlundan dertli. Oğlu sürekli içki içiyor, ailenin tüm mal varlığını bir bir yok ediyor. Bu durum aile hayatını da etkiledi. Eşi, eşyalarını ve iki yaşındaki kızını alarak evi terk etti. Savaş Abi 70 yaşında. Şaşıracaksınız ama her gün denizde 1500 kulaç atıyor. O, bir ihtiyar delikanlı. Günde bir saat yürüyor. Atletik vücutlu, güzel yürekli bir dost.

Onun çaresizliğini görünce, yaklaşık 15 yıl önce vefat eden apartman komşum, mesai arkadaşım Hikmet Abi'nin hikayesini anlattım.

Ruhu şad olsun, Hikmet Abi çok içki içerdi. Kendisi astsubaydı, eşi de öğretmen. Bir astsubay, bir de öğretmen maaşı büyük ölçüde alkole giderdi.

Yetmezdi, benim toplantılarda verilen hediye içki paketlerini almak için dil dökerdi.

Hikmet Abi’nin gecesi ve gündüzü yoktu. Hiç durmadan içerdi. Aşırılığı yoktu ama hanımı ve ailesi üzülüyordu. İki oğlu vardı, alkol yüzünden ailede huzur kalmamıştı.

Hikmet Abi bir akşam geldi. "Yusuf, var mı içecek bir şey?" dedi. Ben de, "Var, çok güzel çay demledim, gel içelim," dedim. "İyi hadi, bu akşam çay içelim," dedi. Balkonda otururken, "Yusuf, benim bir tamirci arkadaşım var. Beni Adıyaman’a davet etti. Oraya gitmeyi düşünüyorum, sen ne dersin?" diye sordu. Hikmet Abi o zaman görevdeydi. Emekliliği dolmasına rağmen, yapacak işim yok diye emekli olmuyordu.

"Hikmet Abi, benim düşüncem önemli değil. Esas sen ne düşünüyorsun?" dedim. "Gitmek istiyorum ama içimde bazı şüpheler var. Bu hacı hoca takımını oldum olası sevmem, biliyorsun. Bir taraftan da merak ediyorum," dedi.

Ben de, "Hikmet Abi, gitsen, yeni insanlarla tanışsan, konuşsan, sohbet etsen ne kaybedersin? Bence git, bir değişiklik olur. Belki hidayete erer de gelirsin," diye takıldım.

Gülüştük!

Aradan ne kadar zaman geçti hatırlamıyorum. Hikmet Abi seslendi: "Yusuf, çayın yok mu? Balkonda içelim."

"Olmaz mı Hikmet Abi, buyur gel, senin için damardan demleriz," dedim.

Hikmet Abi ve eşi B.... Abla çay içmeye geldiler. Oturduk, çay içtik, sohbet ettik. Hikmet Abi’ye, salonun girişinde yığılı duran hediye paketli şişeleri gösterdim. "Sen uzun zamandır görünmüyorsun, şişeler birikti," dedim.

Hikmet Abi acı bir tebessüm attı.

"Ah Yusuf kardeşim, sen bilmiyorsun. Ben Adıyaman’a gidip geldim. O mübarek elini omzuma koydu, 'Hoş geldin,' dedi. O andan itibaren içimdeki alkol isteği bitti. Ben bir aydır bir damla içki içmedim. Hiç aklıma da gelmiyor."

"Ben de, 'Hiç yemezler, kırk yıllık Hikmet Abi bir günde hidayete mi erdi,' dedim."

Bana Bişri Hafi’nin hikayesini anlattı.

Gerçekten de Hikmet Abi alkolü tamamen bırakmıştı. O günden sonra namaza başladı. Cuma ve bayram namazlarına beraber giderdik ama vakit namazlarını kılmazdı. Dindar insanlardan da pek hoşlanmazdı.

Hikmet Abi’nin hanımı, vefatına yakın telefonla aradı. "Hikmet, son günlerini yaşıyor, seninle konuşmak istiyor," dedi. Gazeteden çıkınca Mimkent’teki evine gittim. Bir zamanların gür sesli Hikmet Abi’si hasta yatıyordu. "Bu dünyada senden başka helallik alacağım kimse yok. Bana hakkını helal et. Sana çok eziyet ettim. Sen bilmiyorsun ama arkandan çok iş çevirdim, hiçbiri etkili olmadı. Beni affet, hakkını helal et," dedi.

"Hikmet Abi, sen nerelerden nereye geldin! Senin üzerinde bir hakkım varsa helal olsun, ben senden razıyım. Sen iyi kalpli bir insansın. Allah, senin temiz yüreğin hatırına Bişri Hafi gibi seni tertemiz ederek yanına alacak," dedim.

Savaş Abi’ye ve hanımına bu olayı anlattım. "İstersen senin oğlanı Adıyaman’a götür, belki alkol bağımlılığından kurtulur," dedim. Bunu derken de içimden, tarikatın başında şimdi oğulları var. Onlar da lüks ve şatafat içinde görünüyorlar. Acaba aynı manevi tasarruf devam ediyor mu? Yüreği yaralı babaya mahcup olmamayayım diye düşündüm.

O anda sırtım denize dönüktü. Yakıcı bir sıcak vardı, ağustos ayının başıydı. Bir tane bulut yoktu. Deniz bir anda köpürdü, hava değişti ve dev dalgalar göğe yükseldi, plajdaki herkes kaçmaya başladı. Arkamı döndüm ki, deniz kükremiş geliyor. Eyvah, bir anda ne oldu diye şaşırdım. (Bu olay 20 gün önce yaşandı.) Yüzümü denize dönünce, deniz bir anda sakinleşti, dalgalar olduğu yere geri döküldü. Hava açtı, güneş yeniden güzel yüzünü gösterdi. Savaş Abi ve hanımı şoka girdi.

Savaş Abi, "Ne oldu, bir anda deniz nasıl kükredi, hava nasıl bir anda bozdu, dalgalar nasıl ayağa kalktı, gemi falan mı geçti?" diye sordum.

Savaş Abi, "Ne gemisi ya, sen ne yaptın, denizi oynattın," dedi!

Ben de içimden geçen düşüncemi anlattım. Ne olduysa işte o anda oldu, ben bir şey yapmadım, dedim.

Anladım ki, Adıyaman tarikatının arkasındaki manevi tasarruf devam ediyor!

O günden sonra, Savaş Abi ile her plaj buluşmasında bu olayı konuşuyoruz.

Bu tür olaylar, herkese bir ders, bir uyarı anlamı taşır.

Manevi gözü olanlar için!

Olmayanlar ise Avusturyalı Hammer gibi dalga geçer.

Kim bilir, üç-beş sene sonra birkaç hakim ve savcı bu yazıyı bahane ederek, "Adıyaman tarikatını övmüşsün," diye dava bile açar, yıllarca adliyelerde süründürür...

Yaşanmamış olaylar değil!

YUSUF İNAN / ŞEHİTLER ÖLMEZ

www.sehitlerolmez.com

Twitter@Yusufinan2023

İnstagramyusufinan2023

İnstagramfondinan2016