Affın siyasi yüzü

Hukuk açısından “af”, teknik bir işlemin adı

Affın siyasi yüzü


Affın siyasi yüzü

NECMİYE ALPAY YAZDI...

Arada bir, af talepleri konuşulduğunda soran olur, kim kimi affetsin diye. Hatta, bizim onların affına ihtiyacımız yok, gibi itirazlar dile getirilir. Bu tür tepkilerin gündelik dil açısından haklı olduğu durumlar vardır. Ancak, hukuk açısından “af”, teknik bir işlemin adı

İsveç’in NATO üyeliği tartışmalarındaki belirleyici bir uğrakta, görünüşte NATO’yla ilgisi olmayan pis kokulu bir olayın haberini okuduk: İsveç’te birileri çıkıp Kuran-ı Kerim yakmıştı. ABD derhal hem olayı şiddetle kınamış, hem de İsveç’in NATO’ya alınmasına bu olayın engel olmamasını istemişti (29 Haziran 2023 tarihli gazeteler). Demek Boğa, hedefi hemen görmüş, hamleyi bertaraf etmek için vakit kaybetmemişti; gerçi Türkiye herhalde kararını o aşikâr provokasyona göre verecek değildi ama, ne olur ne olmazdı.

Sonradan da oldu Kuran saldırıları. Bazıları belki bireysel kin meselesidir ama böyle durumlarda kim kimin kiminle arasını bozmak istiyor sorusu önceliklidir. Kininizin bireysel olması sizin maşa olarak kullanılmanıza engel değildir ayrıca, tam tersine.

Provokasyon deyince çağrışımlar üst üste zihne hücum ediyor: 6-7 Eylül 1954 pogrom planı ve hemen öncesinde Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba atıldığı haberi; Gezi’de Antikapitalist Müslümanlarla Yeryüzü Sofraları kurulurken “camide bira içtiler” iftirası; Suriye Balkanlaştırılırken itiraf gibi gelen “attırırsın iki füze” açıksözlülüğü ve Kahramanmaraş ve Sivas ve Ceylanpınar ve Ankara Gar... Elbet hepsinin failleri var.

Aklıma ilk gelenleri böyle bir çırpıda sayarken sıralama biraz karışmış olabilir, bugüne bakarken tarihin mıknatısları bir bir çekiyor insanı.

Tarih, devletin ve devletlerin böyle marifetleriyle dolu. Zaten birbirlerinin bahanesidirler. Belki de her şey 1933’te Hitler’in komünistleri toplatma planı ve zamanın Demirtaş’ı olan Dimitrov’un ünlü savunmasında provokasyonu ortaya serip beraat ettiği “Reichtag Yangını” ile başlamıştır.

Sovyetler hayattayken dünya iki kutupluydu ve ikisinin de egemen olmaya çalışmasına rağmen iyi kötü bir Üçüncü Dünya da oluşmaktaydı. Şimdi ise her ne kadar dünya çok kutuplu dense de güncel durum daha çok Ayı ile Boğa arasındaki borsaya benziyor. Bir de karaborsa var tabii, araya karıştırılan kurtlar olarak: IŞİD, El Kaide, Wagner vb. biri batıp biri çıkan, kimi devlet içi, kimi devlet dışı, kimi resmen şirket, ama mutlaka hukuk dışı işler için özel yöntemlerle seçilip çeteler misali oluşturulmuş, beslenmiş, büyüdükçe birer gölge devlete dönüşmüş şeyler, şeyler, hani “Susurluk”un çağrıştırdıkları. [1]

IŞİD’in Irak ve Suriye cenahlarında en aktif olduğu günlerde, bu örgütün oluşturulma tarzına dair şöyle söylentiler dolaşıyordu: Suudi vb. Arap ülkeleri, cezaevlerinde ne kadar kıyıcı adli suçlu varsa bunları gidip Işid’e katılmak şartıyla tahliye ediyordu. Şartlı tahliye... Şimdi Wagner dolayısıyla da benzer bilgilerin dolaştığını öğreniyoruz, bkz. Alp Altınörs’ün 27 Temmuz 2023 tarihli Artı Gerçek yazısı.[2]

Çağrışım çağrışım üzerine. Gelin de Kılıçdaroğlu’nun geçen yıl aralarında 70 milletvekilinin de bulunduğu kalabalık bir partili grupla birlikte, nevzuhur özel "güvenlik sektörü”nün “şirket”lerinden birine yaptığı, daha doğrusu yapmak isteyip de kapıda bırakıldığı hayati önemdeki ziyareti hatırlamayın.

Güvenliğin özelleştirilmesi kavramını düşünüyorum da... Nasıl alışıyoruz diye. Eğitim ve sağlık. Bu temel kamu hizmetlerinin ABD’de özel sektörün alanına girdiğini öğrendiğimizde kuşak olarak nasıl da şaşırmıştık. Sonra Avrupa’da, sonra “biz”de, yalnızca eğitim ve sağlık değil, güvenlik bile kamu hizmeti olmaktan adım adım çıkarıldı. Özel güvenlik. Paranız olduğu ölçüde “kamu” hizmeti. Ve süreç devam ediyor. Son yenilik belli ki Kılıçdaroğlu’nun da dikkatleri çekmek istediği uluslararası özel güvenlik şirketleri. Bazı açılardan “geri” kalmıyoruz bakın.

Bu yazının başlığı “Affın siyasi yüzü.” Çağrışımlarla yürüyor ama, bu bağlamda zaten unutulması bile mümkün olmayan noktalar var. Birincisi, bir ay kadar önce, 15 Temmuz’da yürürlüğe girip 31 Temmuz’da uygulanmasına başlanan ve resmî ağızlarca “düzenleme” diye anılan fiilî af yasasının ne tür failleri salıvereceği meselesi. Tabii bu bapta “siyasi” olmamak nasıl bir erdeme denk düşüyor sorusu öncelikli sorudur. Ama güncel durumda daha önemlisi, örtülü aflarla serbest bırakılanların gerçekten siyaset dışı olup olmadıklarıdır. Şimdiye değin, çıkar çıkmaz soluğu iktidar ortağıyla omuz omuza objektiflerin karşısında alanları biliyoruz çünkü. IŞİD ve Wagner için anlatılanlar, Barış Terkoğlu’nun “Barışı bırak eleğe bak” başlıklı yazısında[3] anlattığı “aflar”ın salıverdikleriyle bir arada düşünülünce, bütün bu “düzenleme”, “infaz” ve cezasızlıklardan en azından bir bölümü için, bunlar gerçekten “siyaset dışı” mıdır sorusu sonsuzca meşru görünüyor.

Hayır, sanki amaç tıklım tıklım dolu cezaevlerinde yer açmakmış gibi konuşanlar oluyor da, onun için söylüyorum. Bundan daha azgelişmiş bir gerekçe düşünmek zordur.

İkinci nokta, demokrasi yanlılarınca cumhuriyetimizin yüzüncü yılı dolayısıyla ilan edilmesi talep edilen “siyasi af” meselesi. Bir insanın iki saat bile haksızca alıkonulması bir hukuk faciasıdır, görevi kötüye kullanmadır ve cezaya tabidir. Yıllardır, aylardır ve günlerdir hapiste tutulmaları evrensel düzeyde utanç konusu olan siyasi tutuklular faciasına son verecek bir af yasası talebi, partilerden öte her bireyin de cumhuriyet karşısındaki tavrına işaret olacaktır, “güçlendirilmiş parlamenter sistem”ciler dahil. Daha dün, yıllardır herkesin bildiği ve tanıdığı bir gazeteci daha, hem de beşinci kez, cezaevine girdi.

İktidar cenahı, bizlerin “siyasi” saydığı kategorileri “terörist” kategorisinde tutmaya çalışıyor. İnsan hakları savunucuları, özgül hak savunucuları, gazeteciler, sanatçılar, yazarlar, Avrupa Birliği yasalarına uymayan maddelere göre, hatta bırakın yasa maddelerini, otokrasinin işine gelip gelmeyişlerine göre “terörist” sıfatıyla yargılanıp hapsediliyor. Demokratik bir cumhuriyete hiç yakışmıyor bu işler sayın yargı mensupları.

Arada bir, af talepleri konuşulduğunda soran olur, kim kimi affetsin diye. Hatta, bizim onların affına ihtiyacımız yok, gibi itirazlar dile getirilir. Bu tür tepkilerin gündelik dil açısından haklı olduğu durumlar vardır. Ancak, hukuk açısından “af”, teknik bir işlemin adı. Bu işlem evrensel hukuka aykırı uygulamalara hukuki sonuçlarıyla birlikte son verilmesini öngörüyor, tıpkı Uluslararası Af Örgütü’nün adıyla kastedilen gibi.

Yüzüncü Yıl Affı, işte bu anlamdaki bir siyasi “af” olmalıdır. Esasen siyasi davaların tümünün arkasında siyasi irade yatar. Ve bu bapta tarih önündeki bir numaralı sorumlu, siyasi iradedir. Sizlerin bu bapta ikinci sıradaki sorumlular olduğunuzu da biliyoruz sayın yargı mensupları. 29 Ekim’e üç ay bile kalmadı. #Adaletİstiyoruz 

https://t24.com.tr/yazarlar/necmiye-alpay/affin-siyasi-yuzu,41161

NECMİYE ALPAY / T24