Ahmet Taşgetiren Düğme nerede yanlış iliklendi?

Ak Parti’de ve Tayyip Erdoğan’ın siyaset yürüyüşünde acaba bir yanlış iliklenme var mı, o nerde gerçekleşti?

Ahmet Taşgetiren Düğme nerede yanlış iliklendi?




Ahmet Taşgetiren

Ahmet Taşgetiren

Düğme nerede yanlış iliklendi?

Ak Parti’de ve Tayyip Erdoğan’ın siyaset yürüyüşünde acaba bir yanlış iliklenme var mı, o nerde gerçekleşti?

Bana göre var ve o yanlışlık, üç dönem kuralını getirmekle başladı.

Üç dönem kuralı, siyaseti kişi eksenli olmaktan çıkaracak, kişilerin siyasete kazık çakmasını önleyecek ve yenilenmeyi sağlayacak bir yöntem olarak düşünüldü, bir yönüyle cazipti de, Ak Parti’de birlikte yola çıkanların pek çoğunu siyaset dışına itmekte de etkili oldu, ama kural gelip yolun en önemli isimlerinden birisi olan Tayyip Erdoğan’a dayandığında “Şimdi ne olacak?” sorusunu beraberinde getirdi. Ne yani, hareketin lideri konumundaki insan da bu şekilde tasfiye mi olacaktı?

Ama -sorun- Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmasıyla çözülmüş kabul edildi. Çözülmüş kabul edildi, diyorum, çünkü siyasetse Cumhurbaşkanlığı da siyasetti, üç dönem kuralı orada neden geçerli olmasındı? Ama Tayyip Erdoğan da üç dönem kuralına tabi olursa, hareketi kim yürütecekti?

Neyse Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı oldu. CB oldu, ama CB’nin statüsü, anayasaya göre partisizlik ve tarafsızlıktı. Yetkiler de sınırlıydı. Erdoğan ise hem partiyi yönetmek, partiye hakim olmak hem de fiilen icranın içinde olmak istiyordu.

Kendisi Başbakan, Gül Cumhurbaşkanı iken, Gül’ün kimi zaman icranın bazı faaliyetleri karşısında uyarıda bulunması, bizzat kendisi tarafından “çift başlılık” olarak nitelenmişti.

Şimdi ülkede hem icrayı yönlendirmek isteyen bir Cumhurbaşkanı vardı, hem anayasal planda icradan sorumlu olan Başbakan vardı, çift başlılık ne olacaktı?

Tayyip Erdoğan’ın hem fiilen partiyi yönettiği hem icrayı fiilen yönetmek isteyen bir Cumhurbaşkanı olduğu ortamda, icrada etkili olmak isteyen bir Başbakan çift başlılık sebebi olarak görülecek ya da o günlerin deyimiyle “düşük profilli” olmaya razı olacaktı. “Düşük profilli” olmayı içine sindiremeyen birisi ise, sorun haline gelecekti. Davutoğlu ile yaşanan sorun böyle bir sorundu, yerine Binali Yıldırım’ın getirilmesi ise, “düşük profilli” tartışmalarının ardından olan hadiseydi.

Neyse, Davutoğlu gitti, Binali Yıldırım geldi, “fiilen” sorun çözülmüş gibi oldu ama anayasal planda hala eski durum hakimdi ve anayasaya rağmen bir uygulama sürmekteydi.

İşte orada hangi fedakarlık duygusu ile bilinmez Devlet Bahçeli bir düğme daha ilikledi, “fiili olanı hukuki hale getirelim” dedi ve bir anayasa değişikliği ile “partili cumhurbaşkanı” statüsü gerçekleşti.

Böylece, eski sistemde AK Parti yüzde 34 oyla iktidar olabilirken, yeni sistemde CB’nin seçilebilmesi yüzde 50 artı 1’lik bir oyu getiriyor bu da Erdoğan’ı Bahçeliye muhtaç hale getiriyordu.

Ben o dönem, pek çok insan gibi bunun yanlış olduğunu ifade ettim. Ama Tayyip Bey partiyi yönetmekte ısrarlıydı.

Şu görülmek istenmez ama görmek gerekir.

Tayyip Bey’in Cumhurbaşkanı sıfatıyla fiilen AK Parti adına siyaset yaptığı, meydanlara çıktığı 7 Haziran 2015 seçimlerinde Ak Parti büyük oy kaybına uğramıştı. Seçimler 1 Kasım’da yenilenirken Tayyip Bey’i meydanlarda görmeyiz. Oy kaybı telafi edilmiştir. Dönemin terörle mücadele boyutu da etkili olmakla birlikte, Tayyip Bey’in meydanlara çıkmamasının da bana göre bunda etkisi vardır, eee, tabi Davutoğlu’nun da, ne kadarsa etkisi vardır.

Bir şey daha: Mahalli seçimlerdeki büyük kayıp. İstanbul’un kaybı, Ankara’nın kaybı, diğer kayıplar. Tayyip Bey meydan meydan dolaşır Cumhurbaşkanı ve Ak Parti genel başkanı olarak. Sonuç? Kitleler, evet -kemik Tayyip Erdoğan bağlıları müstesna, böyle önemli bir kitle de vardır- “bu yanlış” demişlerdir. Biliyorum Ak Parti’de kimse bunu böyle okumaya yeltenmez. Çünkü bu “Lider”in kararlılığıyla çelişmektir, onu da kimse göze alamaz.

Cumhurbaşkanı hüviyetiyle bir parti için meydanlara çıkan, keskin polemikler içine giren, üstelik olumlu icraatlar yanında problem olan her şeyin de sorumlusu haline gelen bir kişinin tartışılması kaçınılmazdır.

Bu tartışmaları, kendi tabanını kemikleştirmek için kamplaşma psikolojisine sokmak isteyebilirsiniz, bu etkili de olabilir, ama sürekli yeni seçmenlerin girdiği bir siyaset ortamında, yadırganabilir, yeni kuşaklardan kopabilirsiniz de…

Bence bu oldu, oluyor ve farkına varılmıyor. Ya da farkına varılıyor da, yeni kuşaklar okunamadığı, kimse de Lider’in sözü üzerine söz söyleyemediği için yanlış düğme iliklemesi devam ediyor.

Şunu söyleyeyim: Muhalefet tam da bu olaya oynuyor. Tartışmayı keskinleştiriyor, her tartışmanın içine Tayyip Erdoğan’ın girmesini sağlıyor, Tayyip Bey, olabildiğince medya ve halkla yakın temastan kaçınıyor olsa da, bir şekilde tartışma zeminine çekiliyor. Bu arada prompter dışı konuşmalarda, “Ananı al da git” sözüne benzer, “Kana İstanbul’u inadına yapacağız” gibi, “Açları muhalefet doyursun” gibi, en yenisi “Kanal İstanbul’a yatırım yapan şirketler paralarını söke söke alırlar” gibi yadırgatıcı polemiklere sürükleniyor.

15 Temmuz sonrası gelen olağanüstü dönemdeki -”ek belirleyicilik” rolünün hukuk ihlalleri ile bütünleşmiş olması da “hizmet insanı” profilini gölgeleyip, “keyfilik” görünümünü öne çıkarıyor.

Bana göre yanlış düğme iliklemesi devam ediyor. Nerede duracak göreceğiz.