AİHM kararı faiz kararı kadar heyecan yaratır mı, demokrasisiz ekonomi modeli olur mu?

Demokrasisiz ekonomi modeli olur mu?

AİHM kararı faiz kararı kadar heyecan yaratır mı, demokrasisiz ekonomi modeli olur mu?




AİHM kararı faiz kararı kadar heyecan yaratır mı, demokrasisiz ekonomi modeli olur mu?

İlla ekonomi için de değil, içeride hep birlikte mutlu yaşamak için de gerekmiyor mu adalet-demokrasi

MURAT SABUNCU YAZDI...

Salı günü Merkez Bankası’nın faiz kararı açıklandı. Öncesinde ve sonrasında fazlasıyla konuşuldu. Beklenen 250 baz puan artışken 750 baz puan yapılışı kutlandı, kurlarda bir süre sonra yeniden yukarı doğru hareketlilik olsa da, ilk anlarda yüzde 7’ye dayanan bir gevşeme oluşu "mutlu" etti. Hâlâ enflasyonla (TÜİK’e göre bile) Merkez Bankası’nın politika faizi arasında makul olmayan bir uçurum var, ama "piyasa" umutlu.
Ekonominin başına geçen Mehmet Şimşek, Merkez Bankası’nın yönetimini devir alan Hafize Gaye Erkan’ın seçimlerden sonra faizleri yüzde 8.5’tan yüzde 25’e yükseltmesinin başarı olduğunu "makula dönüşün adımları olduğunu" düşünüyorlar. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın "faiz sebep enflasyon sonuç" tezi ile "nass"ı yaklaşık üç yıldır nasıl savunduğunu düşününce, 132 günlük performansı ile belki de "kendi içinde-yakın dönemde en makul kararları alan" Naci Ağbal dönemini faizleri yüzde 19’a çıkardığı için nasıl bitirdiğini hatırlayınca buna bile sevinenleri bir şekilde "anlamamız" bekleniyor.

Karar öncesi yüzde 20 en azından şimdilik diye düşünenler, 18 Mart 2021’de faizleri yüzde 19’a çıkardıktan hemen sonra görevden alınan ve iktidara yakın medya tarafından hedefe konulan Ağbal’ı hatırladıklarından böyle bekliyordu.

Erdoğan’ın genel seçimler öncesi Merkez Bankası’na uygulattığı politikanın genel seçimler öncesinde büyüme merkezli bir amacı da vardı. Memleketin geleceği başta Kur Koruma Mevduat ile bir felakete sürüklenmişti ama Erdoğan’ın yeniden iktidarı kazanmasında bir rolü de olmuştu. Thomas Piketty’nin söylediği gibi "her eşitsizlik rejimi temelde bir adalet teorisine dayanır, eşitsizlikler gerekçelendirilip, ideal sosyal ve politik örgütlenmeye dair makul ve tutarlı bir vizyon anlatılarak yürünmeye çalışılır..." Erdoğan’ın ekonomide söylediği-vaat ettiği ile yaşattığı arasında derin bir farklılık her geçen gün artttı-artıyor ancak böyle anlarda imdadına kimlik siyaseti, din-milliyetçilik söylemi yetişiyor. Ve o bunu yıllardır "iyi kullanan" bir politikacı olarak biliniyor.

Piketty’nin "Kapital ve İdeoloji" kitabında grafiklerle anlattığı gibi dünyada da Türkiye’de de sağ popülist liderler yoksulların dilinden "daha iyi anlıyor" ve "iktidar alternatifi sol dünyada da Türkiye’de de işçilerin-yoksulların partisinden diplomalıların entelektüel meslek sahiplerinin partisine dönüşerek" rekabette zorlanıyor.

Peki Türkiye’de faizlerde "enflasyonun altında da kalsa yapılan bu artışlar" ya da KKM’nin tasfiyesi çalışmaları memleketi düze çıkarır mı? Bu düzden ne anladığınızla da bağlantılı elbet ama pek mümkün gözükmüyor. İki sebebi var bana göre. Birincisi bu hataya sürükleyen süreç sorgulanmıyor-sorgulanamıyor. Rezervlerin eritilmesinden uygulanan ekonomi politikasının felakete sürükleyeceğine dair uyarılara rağmen "kararlardan" dönülmemesi. Şimdi gelinen noktada özellikle emek kesiminin, emeklinin uğradığı büyük kaybın telafisi ne kadar zamanda mümkün olur? Ya da olabilir mi? Son iki yılda yüzde 200-300 zamlanan kiralar, başta gıda fiyatları kırılan rekorlardan geri dönüş olur mu? Elbette hayır. Ve tabii demokrasi… Gerçek anlamda demokrasi olmadan, yargı bağımsızlığına kavuşmadan, hapiste sadece muhalif oldukları için tutuldukları bilinen yüzlerce isim çıkmadan mümkün mü ekonomide yeniden iyiye gidiş? İlla ekonomi için de değil içeride hep birlikte mutlu yaşamak için de gerekmiyor mu adalet-demokrasi? Toplumun tavrı-refleksi de değiştirecek iktidarı ve ezberi: Faiz kararı kadar AİHM kararlarına (içeride mahkemelerin- AYM’nin kararlarına) karşı duyulmaya başlanacak heyecan-tepki… İyi olmak-iyileşmek için başkasına yapılan kötülüğe-haksızlığa da karşı çıkmak-sessiz kalmamak gerekir.

T24’te yazılarını büyük merakla okuduğum Ercan Uygur’un dün yazdığı yazı çok öğreticiydi. Onunla bitiriyorum:

"Şöyle de bir soru soralım; Türkiye "cortoplacismo" ile tanımlanan Latin Amerika ülkelerine göre devlet kırılganlığı bakımından ne durumdadır, nasıl bir gelişme göstermiştir?

Türkiye, 2007’de kırılganlık bakımından birçok Latin Amerika ülkesine göre daha iyi durumda. Meksika ve Brezilya ile aynı grupta yer alıyor. Arjantin ise daha da iyi bir grupta. 2013 yılında ise Türkiye geriye düşüyor ve El Salvador, Ekvador ve Honduras gibi ülkelerle aynı gruptadır. Kolombiya bu dönemde Türkiye’den daha kötü durumdadır.

2023’e geldiğimizde ise Türkiye tüm Latin Amerika ülkelerinden daha kırılgan ve kötü duruma düşmüştür. Kendisine en yakın ülke Honduras ve Kolombiya’dır.

Türkiye’nin kırılganlığını en çok hangi kalemler yükseltiyor? Devlet kırılganlığını en çok arttıran muhalif gruplara karşı uygulanan kindarlık, uzlaşmasız tutum ve gerginlik. İkincisi, diğer siyasilere karşı uygulanan ayrımcılık ve partizanlık."

Ercan Uygur’un dikkat çektiği gibi kırılganlığa sebep olan ayrımcılıktan insan haklarına ana konular halledilmezse Şimşek de yıldırım da fayda etmez düzelmeye.

MURAT SABUNCU

T24