AK Parti içindeki baskı devam ederse, başka Davutoğulları, başka Babacanlar çıkar

Temel Karamollaoğlu Independent Türkçe'ye konuştu:

AK Parti içindeki baskı devam ederse, başka Davutoğulları, başka Babacanlar çıkar




Temel Karamollaoğlu Independent Türkçe'ye konuştu: AK Parti içindeki baskı devam ederse, başka Davutoğulları, başka Babacanlar çıkar

Benan Kepsutlu, Independent Türkçe için Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu ile konuştu

Millet İttifakı’nın bir parçası olan Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, muhafazakar kimliğinin yanında renkli kişiliği ve açıklamalarıyla da sık sık gündemde oluyor.

Karantina sürecinde bir süre evde kalarak o da dinlenmeye çekilmişti; ancak kısa zaman sonra, tıpkı diğer parti liderleri gibi tekrar kolları sıvadı ve parti içindeki çalışmalara başladı.  

Son olarak da AK Parti ile ilgili söylemleriyle gündem oldu.

AK Parti’yi muhafazakar olarak kabul etmediğini, İslam’ın gerekliliklerini yerine getirmediklerini söyledi Karamollaoğlu.

Muhafazakar bir parti lideri olarak AK Parti için kullandığı bu ifade iddialıydı. 

Kendisiyle aslında sadece bu başlığın içeriğini detaylı olarak konuşmayı planlamıştım; ancak röportajı gerçekleştireceğim günün sabahı erken seçimle ilgili açıklamaları gündemin başlıklarından biri oldu.

Dolayısıyla röportaj sırasında konu konuyu açtı ve söyleşi, seçimde oluşabilecek yeni ittifaklardan, Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan’a, AK Parti’nin içindeki ayrışmalardan, CHP’ye yöneltilen ithamlara, Sevda Noyan konusundan AK Parti’nin muhafazakarlık anlayışına kadar pek çok konuyu içerdi. 

İşte Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu ile yaptığım röportajın detayları.
 

Temel Karamollaoğlu aa 1.jpg
Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu 


“Bahçeli’nin açıklamaları iktidarın güç kaybettiğini gösteriyor” 

- Saadet Partisi Genel Başkanı Sayın Temel Karamollaoğlu, efendim merhabalar.

Merhaba.

- Hemen son açıklamalarınızdan başlamak istiyorum. Özellikle erken seçim iddialarına yönelik. Bir yıl erken seçim olmaz dediniz. Neden böyle bir öngörünüz var ve neden bir yıl?

Ben Sayın Erdoğan yönünden baktığım zaman erken seçime gitmek bir zaruretse üç yıl daha önünde zamanı var. Neden erken seçime gitsin ki? Bir de kaybetme ihtimali de var. O yüzden ben böyle bir erken seçimi olası pek görmüyorum.

Ama şartlar uygun gelirse, son zamanlardaki görüşmeler, Sayın Bahçeli’nin açıklamaları, sanki böyle bir hazırlık var gibi. Ben yine de seçimin, seçime iki yıl kalan süre içerisinde yapılabileceği kanaatindeyim. 1,5 yıl kala o ihtimaller ortaya daha net çıkar.

- Yine bir erken seçim ihtimali var diyorsunuz?

Var. O zaman ama işte. Daha erken pek mümkün değil zannediyorum. 

- Peki neden böyle bir ihtiyaç olur sizce? Neden erken seçime gidilir?

Erken seçim kararını Sayın Cumhurbaşkanı ancak işlerin sürekli olarak kötüye gittiğini görür, sürekli olarak oy kaybettiğini görürse, bir an önce bunun önünü keseyim gayretiyle, düşüncesiyle bir seçime gidebilir. Yoksa niye beş yılı tamamlamasın ki, dediğiniz doğru.
 

bahçeli erdoğan aa.jpg


- Şu anda öyle bir şey söz konusu mu ki böyle bir şey gündeme getirildi?

Bunu tabi anlaşılan Sayın Bahçeli hissediyor. Giderek iktidar kanadı güç kaybediyor çünkü problemlerle uğraşırken, pek üstesinden gelemiyor gibi. Hep algıyla meseleleri halletmek istiyor. Algı da bir tarafa kadar.

Yani hani vefat etmişe derler ya hep iyisin iyisin dediler de ben niye öldüm ki demiş. Şimdi iktidar da hep iyiyim iyiyim diyecek ama bir noktaya gelecek, pek de iyi olmadığı anlaşılacak. Ondan endişe eder. 


“Cumhurbaşkanı muhafazakar değerlere sahip çıkıyormuş gibi davranıyor. Bu iş şekille olmaz”

- Seçim konusuna daha sonra döneceğim, yine açıklamalarınızla devam etmek istiyorum. “Ak Parti’yi muhafazakar olarak kabul etmiyorum, İslam’ın değerlerini yok sayıyorlar” dediniz. Bunu biraz açar mısınız? Bir de niye bu süreçte böyle bir açıklama yapma gereği duydunuz? 

Onu da çok net olarak söyleyeyim, Aslında muhafazakar derken muhafazakarlık çok farklı şekillerde algılanıyor biliyorsunuz.

Sayın Kılıçdaroğlu da bize dedi, bizim eski prensiplerimiz biz tam muhafazakarız, biz iyice sıkı sıkıya bağlıydık; halbuki ille de muhafazakar olmak sağcı olmak solcu olmak manasına gelmiyor. Eski değerlerini muhafaza etmek manasına geliyor.

Şimdi iktidar o havayı doğurmaya çalışıyor. Yani “Ben aslında çok net bir şekilde ifade etmesem bile inancımın gereği İslami değerleri için çalışan gayret gösteren bir siyasi partiyim. İmam Hatip okullarını açtım. Başı örtülü bakanlarımız var, milletvekillerimiz var. Şu anda böyle bir derdimiz yok”, bu havayı işleyerek vatandaş nezninde kendi manevi değerlerine sahip çıktığı intibasını doğurmaya çalışıyor Sayın Cumhurbaşkanı.

Ben de dedim ki aslında bizim inancımızın temel prensipleri var. Adalet bunun başında gelir. Liyakate önem vermek, bir yere insan tahsis ederken bunun başında gelir.

Şeffaflık, denetlenebilirlik bunun başında gelir, hesap verebilmeli iktidar. Dürüstlük, yani yolsuzluk yapmamak, israf etmemek, rüşvet alıp vermemek bunun başında gelir.

Şimdi siz bütün bu değerleri bir kenara iteceksiniz, sonra diyeceksiniz ki ben başı örtülülere önem veriyorum, ben yeni camiler inşa ediyorum, İmam Hatipler açıyorum, ondan dolayı da ben sizinle beraberim.

Ben de diyorum ki yok arkadaş kusura bakmayın. Bu iş şekille değil, şekil yerine göre önemlidir, ama bu iş ilkelerle, prensiplerle, esas kavranacak, kucaklanacak bir iştir.

En önemli konulardan bir tanesi mesela istişaredir. İstişare ille de sizin gibi düşünen insanlarla değil, sizin gibi düşünmeyen insanlarla da bir araya gelip meseleyi müteala etmek, görüşmek, sonra bir karar vermektir.

İlle de görüşünü aldığınız insanın görüşüne uymak mecburiyetinde değilsiniz; ama onun görüşünü alma erdemini göstermek önemlidir.

Buna vurgu yaptığım için ben son zamanlarda tekrar, başka konuşmalarımda şunu da söyledim; aslında şu anda muhalefette bulunan partiler de, normal olarak sosyal demokratlar da, milliyetçiler de, biraz sıkıca milliyetçilik vasfına bürünenler de biraz İslami değerlerle barışmak mecburiyetindeler.

Aslında bu değerlere geldiğiniz zaman, bir de göreceksiniz ki iktidarı alt edersiniz. Bu değerler de evrenseldir.


“Bir insan başını örtmek istiyorsa onun tahsil görmesine mani olmak, bir görevi üstlenmesine mani olmak mantıklı bir yaklaşım değil”

- Şimdi Sayın Karamollaoğlu tam onu soracaktım, o açıklamanızın bir bölümünde de diyorsunuz ki, dikkat çeken de bir yer, liberaller ve sosyal demokratlar da İslamla barışma gayretindeler, ben bunu fark ediyorum dediniz. Neden liberaller ya da sosyal demokratlar İslam’dan uzaklaşmış gibi görünüyorlar?

Mesela burada çok somut olarak söylüyorum, 28 Şubat’ta bir başörtüsü konusu gündeme geldi, herkes yüklendi. Sayın Kılıçdaroğlu da bir ara dedi ki “Ya biz nemize gerekti ki bu meselenin içinde buna karşı rol aldık” dedi. Mantıklı bir yaklaşım.

Hakikaten bir insan başını örtmek istiyorsa onun tahsil görmesine mani olmak, bir görevi üstlenmesine mani olmak mantıklı bir yaklaşım değil ki. Ben mesela Batı’nın bazı görüşlerini tenkit ediyorum. Batı’da tahsil ettim. Batılıların da değer verdiği bir takım özellikler var, onları da biliyorum.

Batı’da tenkit ettiğim husus, çifte standartlılar bazen, işlerine gelmediği zaman adaleti bir kenara koyabiliyorlar, demokrasiyi bir kenera koyup diktatörlerini destekleyebiliyorlar. Ama esas itibariyle bu değerlerle barışık olmaktır.

İnanıp inanmamak ayrı bir iş. Ama bu değerler evrenseldir. “Ben adalet istemiyorum” diyen ben hiçbir sosyal demokrat ya da liberal tanımadım.

Ben "Liyakata önem vermiyorum" diyen kimseyi tanımıyorum. Ben "Dürüstlük olmasın" diyen kimseyi tanımıyorum. “Yaw istişareye ne lüzum var, boşver” diyen kimseyi tanımıyorum. Aslında o kadar müşterek özellikler var ki. Diyorum ki yaw bunu da dillendirin, ne olur. 


“Anlaşmazlıklar, paralel devlet tartışmalarından çıktı”

- Korona sürecine ilişkin de sorularım olacak. Biz neden partiler arasında, hele ki konu yardımlaşmayken bir dayanışma göremedik? Siz olsaydınız nasıl bir sistem uygulardınız mesela? 

Burada partiler arasında değil de bu doğrudan doğruya AK Parti’nin, Sayın Cumhurbaşkanı’nın yaklaşımından kaynaklandı, onun tavrından kaynaklandı. Mesela bütün belediyeler seferberlik ilan ettiler, vatandaşa yardım için.

“Hop, yapamazsın. Bu paralel devlet manasına gelir” dedi. Öyle mantık olur mu? Paralel devlet dediğiniz, devletin yerine kendisini koyup yeni kurallar koyan bir anlayış demektir. Yardım kampanyasında “Ben devletin yetişemediği yere de, merkezi hükümetin, ben de yardım götüreceğim" demek meşru bir belediye olgusuyla paralel devlet aynı kefeye konulabilir mi? Konamaz.

Bundan dolayı aslında farklılıklar ortaya çıktı. Yoksa rahatlıkla birlikte götürülebilir, huzur ortamı doğar ve buna eminim. Evet, bir yarış olur, ama bu yarışın en büyük kazananı siyaseten iktidar olurdu. 
 

“İktidar bir türlü başkalarının yaptığı hizmeti hazmedemiyor” 

- Bu konuyla alakalı olarak, "Dünyanın hiçbir yerinde Türkiye’deki kadar zaaf içinde olan ekonomik yardımlaşma sistemi olmadı" dediniz. 

Doğru, maalesef, maalesef. Bakın ben dış basını mümkün olduğu kadar takip etmeye çalışıyorum. İngilizce olanlarını takip ediyorum. Orada gördüğüm, aralarında çekişmeler oluyor. En büyük çekişmeler de Amerika’da var.

Hele de New York Valisi ile Trump arasındaki çekişme zirveye çıktı. Ama çekişseler de oturuyorlar, konuşuyorlar. Yanlış gördükleri hususları dile getiriyorlar. Eksik olduklarında talep ediyorlar, bize şunu verin diyorlar.

Aslında problem böyle çözülür. Yani iktidar bir türlü başkalarının yaptığı hizmeti hazmedemiyor. Belediye olarak hizmet mi yapıyorsun? Gel bana katıl, seni alkışlayayım. Hatta destek vereyim; ama katılmıyorsan ne demek ya ikinci bir devlet kurma peşindesin gibi bir havaya giriyor, ben bunu doğru bulmuyorum. Sıkıntı da burada.


“Amerika bizim maskemize mi muhtaç? Bizim memleketimizin içinde insanlar açlıktan perişan oluyor.” 

- İşin ekonomik tarafına da atıfta bulunmuşken, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Sayın Mahir Ünal’ın da yaptığı bir açıklama var. "Türkiye krizi yönetme becerisiyle diğer ülkelere kıyasla sıçrama gerçekleştirecek" diyor. Evet ,Türkiye’de partiler arasında ya da Sayın Cumhurbaşkanı’nın talepleri doğrultusunda bazı anlaşmazlıklar yaşandı. Fakat diğer ülkelerle kıyasla Türkiye bu kriz sürecini nasıl yönetti, nasıl yönetiyor ve siz böyle bir sıçrama bekliyor musunuz?

Sağlık çalışanları, Sağlık Bakanı, kurulan Bilim Kurulu güzel çalışmalar yaptılar ve yapmaya devam ediyorlar. Bunu ben göz ardı edemem. İnsanımız da memnun. Tabi en büyük fedakarlığı doktorlarımız, hemşirelerimiz, sağlık personeli gösterdi. Onlara teşekkür borçluyuz; ama iktidar bu süreci iyi yönetti diyemeyiz. Ben diyemem şahsen. Hele de ekonomik yönden kesinlikle diyemem.

Bir defa hükümet şaşkınlık içinde. Neyi yapacağını tam bilemiyor. Amerika’ya maske gönderiyor, burnunun ucundaki mağdur olan fakir ülkelere en ufacık bir yardımı yapmıyor. Şaşkınlığın ifadesi. Yahu Amerika bizim maskemize mi muhtaç? İngiltere bizim maskemize mi muhtaç?

Niye? Hava atıyor, dünyanın en gelişmiş ülkelerine bile yardım edecek kadar güçlü bir ülkeyiz demek istiyor. Bizim memleketimizin içinde insanlar açlıktan perişan oluyor. İşlerini kaybetmişler, karınlarını doyuramıyorlar. İntihar edenler var. Bunları görmüyor iktidar.

Birisi görüp bunu da kamuoyuna yansıtmaya kalkarsa “vatan hainisin” diyor. Haydiii, adamcağız, hele de gazetecilerse, onunla ilgili yazıyı da yazdıysanız, hapı yuttunuz demektir Türkiye’de. Böyle bir mantık işler mi? Böyle bir mantığa başarılı denebilir mi?

Bu arkadaşlarımız hala ya farkında değiller yahut da bu başarısızlığın üstünü örtebilmek için akıl almaz yollara başvuruyorlar. Türkiye’de borç zirveye çıktı. Dış borç ödenemiyor. IMF’nin kapısına gidemiyorlar, çünkü gitseler de itibar görmeyeceklerinden korkuyorlar. Bir de IMF bir yere yardıma girdi mi, “ekonomiyi ben kontrol ederim” diyor. Ona da rıza gösteremiyorlar. 

- Öte taraftan IMF’nin bütün talepleri yerine getirildi.

Getiriyorlar zaten. Aslında IMF’nin taleplerini, başladıkları zaman eksiksiz yerine getirdiler. Belli bir noktadan sonra IMF maaşları da vergileri de kontrol etmeye başlayınca, orada “yok” dediler, “biz böyle kabul etmeyiz.”

Ancak şu anda geldikleri noktada bir tane çözüm yolu kaldı. Dünya Bankası da IMF de işe yaramıyor. E Türkiye’nin paraya ihtiyacı var. Merkez Bankası’nda para kalmadı. Hazine'de para kalmadı. SWAP işlemi. O ne? Başka kredilerden istifade etmek, Merkez Bankası vasıtasıyla. Güvenini kazanabilmek için onlara yağ çekmeye çalışıyor. Onlar da aldanmıyorlar benim gördüğüm.
 

“Asgari ücret hala Sayın Cumhurbaşkanı’nın 2002’de yaptığı çay simit hesabına göre tutmuyor”

- Doların 7 liranın altına düşmüş olması ekonominin düzeldiği manasına gelmiyor dediniz. Biz ekonominin düzeldiğini nasıl hissedeceğiz peki?

Ekonominin düzeldiğini görmemiz için benim birkaç tane kıstasım var. Bir; işsizlik seviyesi nerede? İşsizlik bu kriz başlamadan önce yüzde 14’lerin üstündeydi ve 4,5 milyondan fazla işsiz insan vardı. Eğer ekonomi düzeliyorsa, en azından işsizler ordusunun azalması lazım, ortadan kalkması lazım.

İki; geçim sıkıntısının ortadan kalkması lazım. Asgari ücret hala Sayın Cumhurbaşkanı’nın 2002 yılında yaptığı çay simit hesabına göre tutmuyor. İnsanlar geçinemiyorsa, siz asgari ücreti hala 2,300 liralarda tutuyorsanız bu ülkede açlık var demektir, yokluk var demektir.

Biliyorsunuz ekonomide iki rakam belirlenir; 1- açlık sınırı, 2- yoksulluk sınırı. Bizimkiler hep açlık sınırını konuşuyor, yoksulluk sınırını gündemine alan yok. Böyle bir mantık olmaz.

Üç; dış borç. Dış borçlarımız ödeniyor mu ödenmiyor mu? Farklı rakamlar gündeme getiriliyor. Bu sene bizim ödememiz gereken dış borç 145 milyar doların üstünde. Nereden ödeyeceğiz? Ekonomi tıkandı. Bir ara bu 170 milyar deniyordu. Siz eğer dış borcunuzu ödeyemiyorsanız ekonomimiz güçlü demenin mantığı yok.

Başka bir konu dış ticarette. Siz dış ticarette her zaman açık veriyorsanız bunu nasıl kapatacaksınız Allah aşkına! Sürekli açık veren dış borcu, dış ticareti dikkate aldığınız zaman bizim ekonomimiz güçlü diyemezsiniz. 


“Bugünkü hükümet ekonomiyi düzeltemez”

- Peki sorun olarak dile getirdiğiniz bu maddelerin düzelmesi için ne kadar süre gerekli? Kaç ay? Kaç yıl? 6 ay mı? bir yıl mı? İki yıl mı?

Bir defa bugünkü hükümet bu problemleri çözemez. Çünkü yaklaşım metodu ters. Bunları çözebilmek için üretken yatırımlara öncelik vermek, bütün yolsuzluğu, israfı, rüşveti durdurmak lazım, tamamını!

İsraf dediğim zaman, üretken olmayan her inşaat israftır. Yol da israftır bu noktada. Çünkü o yolu yaptığın zaman benim ürettiğim mallar geçmiyorsa ben ne yapayım o yolu?

Bir başka konu; bizim devletin kaynaklarının ötesinde dışarıya güven vermemiz lazım. Yani dışarıdan Türkiye’ye gelecek para kendisini güvende hissetmeli ki gelip yatırım yapılsın. Şu anda Türkiye’de mevcut yatırımcılar paralarını dışarıya sevk ediyor, yatırımlarını dışarıya yapıyor. Takriben 400-500 milyar dolar civarında Türk müteşebbisinin parası, yatırımı var dışarıda. Siz bunu geri getiremezsiniz.

Ne olacak, ekonomiyle alakası yokmuş gibi görünen adaletin düzgün işlemesi lazım. İnsanlar adalete güvenmezse neden gelip yatırım yapsın? Yapmaz. O nedenle çözüm üretime dönük yatırımlar.

Bir numaralı sektör tarım sektörüdür. Ekilmeyen arazi kalmayacak, çiftçi ekip ürettiği mahsulden para kazanacak. Siz onun para kazanma durumunu da ortadan kaldırırsanız bu yatırımlar olmaz. Onun için en ciddi sektördür şu anda tarım ve gıda sektörü, hayvancılık sektörü.

Onun dışında diğer yatırımlara da girecekseniz, siz ortamı buna göre hazırlayacaksınız, imkanları ona göre hazırlayacaksınız. Bunun imkanlarımız yıkıldı, tüm fabrikalar yıkıldı.


“İktidar darbe söylemlerinden fayda sağlıyor”

- Bir diğer başlık da CHP’ye yöneltilen ithamlar. O da şu; özellikle son dönemlerde yapılan ve sıkça tekrarlanan darbe ruhunun yaşadığı yerin CHP olduğu yönünde. Siz neler söyleyeceksiniz bu ithamları için?..

Ben darbe söylemlerine itibar etmiyorum. Türkiye’nin gündemi darbe olamaz, olmamalı. Ama bu birazcık da iktidar tarafından ortaya atılıyor gibi geliyor.

Evet, CHP’den bu konuyla ilgili fikir beyan edenler oldu ama doğrudan doğruya iktidarın işine geliyor; çünkü darbe kime karşı yapılır? İktidara.

O zaman “Biz iktidarımıza sahip çıkalım” duygusu insanlarda, seçmende oluşuyor. İktidar da bundan yararlanıyor bence. Yoksa darbe “geliyorum” demez. Konuşulacak bir konu değil bence.
 

“Sevda Noyan konusunda savcılar hemen harekete geçmeli” 

- Sevda Noyan’a ilişkin savcılığa yaptığınız çağrı yanıt buldu mu? Eğer bulmadıysa, yanıt geleceğini düşünüyor musunuz?

O beni çok üzdü tabi. Aslında bu tip meseleler, “listeler hazırlıyoruz, katliam yapacağız” gibi ifadeler, savcıların hemen el atması gereken hadiseler. Eğer bunda el atılmıyorsa, burada ciddi bir yanlışlık var manasına gelir.

Neden? Diğer tarafta ufacık bir kelime bile insanların hemen tutuklanıp hapse atılmasına vesile oluyor. Burada “Biz liste hazırladık. Yarın bir hareket olursa bak görürsünüz kimleri hemen halledeceğiz” ifadesi geçiştiriliyor. Şaşırdım ben. 


“İktidar kendileri gibi düşünmeyenlere yardım etmedi”

- Kabine toplantısına ilişkin de sormak isterim. Hangi kararlar çıkarsa normalleşme konusunda daha sağlıklı bir sürece girmiş oluruz? 

Bu konuda çeşitli görüşlerim oldu. Açıklamaya gayret ettim; ama iktidar bizimle aynı tavırlar sergilemiyor. Bizim söylediklerimizle onların sergiledikleri tavır hiç alakalı değil.

Dedik ki, "Aç olan insanlar var. Siz bunları mutlaka doyurmalısınız. O yüzden kişi başına bin lirayı verin, gerisini düşünmeyin."

Efendim "zenginler de var" dediler. Zenginler bunu almaz, alsa bile başkalarına dağıtır; ama bu aç insan bırakmamayı hedefleyen bir yaklaşım. Umurlarında bile değil.

“Biz aile başına 2 milyon insana 1000 lira para veriyoruz” diyor. E tamam da, o iki milyonu verdiğin aileler bugüne kadar seni desteklediği için senin desteklediğin aileler. Mağdur olanlar değil. Onlar da mağdurdur belki; ama “ben işsizim” diye müracaat edenlerden hemen kesiliyor 400-500 lira onlara verdikleri destek. Biz buna rıza gösteremeyiz ki.

Şu anda en önemli konulardan biri esnaf çok zor durumda. Küçük esnaf özellikle ve çok ciddi bir destek lazım. Kirasını ödeyemiyor, çalıştığı insanların maaşını ödeyemiyor, gaz borcunu ödeyemiyor, alacağını tahsil edemiyor. Şimdi küçük esnafa aslında şu anda milyarlarca lira para tahsis edilmesi icap eder ki Türkiye ayakta kalsın.

Ama bu arkadaşlarım seçici davranıyor ve hiçbir zaman kendisi gibi düşünmeyenleri yardım kefesinin içine koymuyor. Onun için muhalefette bulunan partilerin bu kampanyaları başlatmasına da karşı çıkıyorlar.

Evet, CHP’li belediyeleri görevden alıp yerine kayyum atamadılar ama “onlar yapamaz, yapmasın” diyorlar; ama sizin yaptığınız size bir fayda sağlamıyor en sonunda seçimler esnasında.

Dikkat ederseniz oralardaki oy kaybını telafi edemiyorlar. Çünkü yaklaşım yanlış. İnsanlar sadece iktidarda kalan, güzel laf eden, sırtını sıvazlayana oy vermiyor. Tavrını görmek istiyor.

Bu arkadaşların tavırları partizan. Kendilerinden olmayanların adam saymayacaklar neredeyse. Ben çıkacak kararlardan da isabetli bir karar çıkacağını zannetmiyorum çünkü bu daha büyük çapta bir finansal konuyu gündeme getiriyor. 

- Masada konuşulan bir diğer konu da kısıtlamaların devam edip etmeyeceği. Diğer sosyal alanlara giriş çıkışın nasıl olacağı, hastanelerin durumu olabilir. Gerçi bir planlama yayınlandı ama bu planlamada değişiklik olacak mı ya da ne gibi önlemler alınır şeklinde bir çerçeve çizilecek.

O olur. Ben koronavirüs sayesinde alınacak bu kararları doğru buluyorum. Zaten Bilim Kurulu da bu konuda tavsiyelerini yapıyor ve hükümet de sanki uyuyor gibi. Bunlara benim bir itirazım olmaz.

Bayramda da serbest bırakacaklarını zannetmiyorum. Yine kısmen bir kısıtlama olacaktır; ama bu kısıtlamalar biraz daha gevşeyecektir diye düşünüyorum. Halkımız da duyarlı davranıyor.
 

“AVM’lerin açılmasına şaşırdım” 

- Bu kısıtlamaların gevşemesi için şu anda doğru bir zamanda mıyız sizce?

Mesela ben AVM’lerin açılıp lokantaların kapalı kalmasına şaşırdım; çünkü AVM’lere gidenler genelde oralarda yiyip içip çocuklarını da eğlendirmek istiyorlar. AVM’lerin kapalı bir mekanda açılıp sokaktaki mekanların açılmamasına da şaşırdım.

Aslında dışarıda problem olmaz, kapalı alanda olur. Sıkışıklık olur, kuyruklarda insanlar. Halbuki dışarıdaki koskaca cadde. Aslında onlarınki daha makul bana göre.

Onun için kararlar alırken hangi kıstaslara göre alıyorlar ben anlamadım. Fakat isabetli karar alamadıkları için de üzgünüm; çünkü nihayetinde aldıkları kararlar sokaktaki vatandaşı, bizi etkiliyor.


“Yeni ittifakların olup olmayacağını seçime giderken konuşabiliriz. İktidar bu sistemin yanlış olduğunu anladı ama nasıl döneceğini bilmiyor” 

- Seçim konusuna geçmek istiyorum. "Seçim döneminde yeni ittifaklar olabilir" dediniz. Ne gibi değişiklikler olabilir? O yeni ittifaklarda hangi partiler yer alabilir? Saddet Partisi bu yeni ittifaklar sürecinde nasıl bir yol haritası izleyecek?

Tabi böyle tek bir cümleyi alıp çekince farklı yorumlar ortaya çıkıyor. Ama benim bu dediğim tamamen teorik bazda bir şey söyledim; çünkü parti adedi arttıkça yeni oluşum ihtimali ortaya çıkıyor.

Ama bugünkü seçim sistemi ve oy dağılımı dikkate alındığında bu aslında ikili sisteme yönlendiriyor. Oradaki şans artıyor çünkü. O nedenle bu bir varsayım. Olabilir mi olabilir, ama olur mu? Onu seçime giderken oluşan şartlara göre ancak söyleyebiliriz.

Bu sistem ters oldu. Bu sistemin yanlış olduğunu iktidar anladı; ama nasıl döneceğini bilmiyor. Kutuplaşmaya da sebep oluyor. Hele ki 50+1 olamadın mı gittin gümbürtüye. Bunu görüyorlar. “Acaba biz bunun üstesinden nasıl geliriz” diyorlar.

“Yüzde 40 +1 olur da kazanabilirsek 40+1 yapalım” diyorlar. Böyle saçma sapan yorumlarla, gerekçelerle, saçma sapan kararlar alınmaz. Türkiye’yi ciddi bir badirenin içine soktular sırf hırstan dolayı ve yanlış yaptılar. 

- "İttifakları o dönem gösterir" dediniz; ama aslında şu anda belki de belli olan bir şey bu sizin kafanızda ama ben sizden duymak isterim. AK Parti ile ittifak yapıp yapmama konusundaki düşünceniz ne? Daha öncesinde bu konuda açıklamalar yaptınız ama şu anki görüşünüz ne?

Sadece AK Parti ile ilgili değil, ben seçim sürecine girmeden ittifak konusunun hiçbir zaman gündeme gelmemesi gerektiği kanaatindeyim. Onun için bu konuda hiçbir fikir beyan etmeyeceğim, diğer partilerle ilgili olarak da.

Ama mutlaka ittifaklar olacak; çünkü ittifak olmadan yapılacak seçimde siz bir ittifakın dışındaysanız oyununuz neredeyse tamamen yok sayılıyor, onun için ittifaklar olur.

Nasıl olur, kimler yapar, kimler girmez, onu da zaman gösterecek. O nedenle bunun gündemimizi işgal eden bir konu olmadığını düşündüğüm için bundan ileri gitmiyorum. 

- Efendim çok politik bir yanıt oldu bu.

Olsun. Buna havanda su dövmek derler. Su dövülür mü? Dövülmez. Ama boş laf, durmadan sürekli “şöyle ettin, böyle ettin, şunu demişti, ben bunu demiştim, aman yanlış anlaşıldı”, işimiz gücümüz problemleri çözmekten çok birilerinin ifadelerini yorumlamakla geçiyor. Ben bu konularda, bu tip siyasette biraz acemiyim diyelim.
 

“Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan, AK Parti’nin artık Türkiye’yi yönetemeyeceğini ortaya koydular”

- Estağfrullah. Ben de tam şu cümleyi kuracaktım, yıllarını siyasete veren birisi olarak dediniz ki "Seçim sürecinde yeni partiler de oluyor ve o partilerden öne çıkanlardan biri Sayın Ahmet Davutoğlu’nun başkanlığındaki Gelecek Partisi, bir diğer Sayın Ali Babacan’ın başkanlığındaki Deva Partisi." Siz yıllarını siyasete veren biri olarak, bu iki partinin kuruluş aşamasından bugüne kadar geliş sürecini ve Gelecek Partisi’nin ve Deva Partisi’nin geleceğini nasıl görüyorsunuz? 

Benim için Gelecek Partisi’nin ve Deva Partisinin Türk siyasi hayatına kattığı en önemli özellik, artık AK Parti ile Türkiye’nin yürüyemeyeceği, AK Parti’nin Türkiye’nin gerçekleriyle barışamadığı, Türkiye’yi yönetemeyeceği gerçeğini ortaya koydular.

Bu çok önemli bir şey. Çünkü şu ana kadar biz sanki dışarıdan gazel okuyormuşuz gibi tarif ediliyordu; ama bu noktaya kadar AK Parti’yle geldikten sonra, “Yeter artık ya, bu iş böyle gitmez” diyerek iki grubun ayrılması, AK Parti’nin süresinin dolduğunun artık en açık işareti.

Bu arkadaşlarımızın kendilerine göre, benim de baktığım zaman bir takım özellikleri var tanıdığım kadarıyla. Dürüstler. Her noktada anlaşabilir miyiz? Anlaşırız diyemem, farklı noktalarımız vardır mutlaka. Ama çalışkanlar.

Yiyip yemeyen, yedirip yemeyen insanlar gibi, bizdeki kanaat bu, adalete önem veren insanlar. Adaletsiz olmaz diyen insanlar. Bundan dolayı da Türk siyasetine bu ayrılmaları ciddi bir katkı sağladı.

Ne kadar oy koparırlar, onun üzerinden yorum yapmayı şu anda doğru bulmam. Onu kamuoyu yoklaması yapanlar zaten yapıyorlar. Bir sürü fikirler gündeme getiriliyor; ama ben ancak bu seçime yaklaşınca ortaya daha net çıkacağı düşüncesindeyim. 


“AK Parti’nin en önde gelen savunucuları gibi görünenler arasında, aslında çok ağır ifadelerle tenkit edenleri biliyorum”

Şu andaki rakamlar bastırılmış rakamlardır; çünkü vatandaşa bir soru sorduğunuz zaman insanlar kendi fikirlerini, düşüncelerini özellikle söylemekten korkuyorlar. AK Parti’ye destek vermeyecekse bile, özellikle destek vereceğini söyleme ihtiyacını duyuyorlar.

Onun için şu anda anketlere de güvenmek doğru değil. Bunu anket yapanlar da açıkça söylüyorlar. Bana da açıkça söyleyenler var; çok ağır ifadelerle iktidarı tenkit eden ve “Aman abi, bu aramızda kalsın” diyen bir sürü insan biliyorum ben.

Ve bu insanlar şu anda AK Parti’nin en önde gelen savunucuları gibi gözüküyorlar. Sandığa gittiklerinde ben birinci kanaatlerinin öne çıkacağını görüyorum şahsen. Onun için Tayyip Bey de bunu görüyor ve bunun üstesinden gelecek yol arıyor şimdi, inşallah mantıklı bir yola girer. 


“Dijital ortamda oy kullanma diye bir şey çıkartırlarsa üçkağıtçılığın zirvesi olur. İktidar partisi dürüst değil çünkü” 

Umarım halkın güvenini kazanmayı bir numaralı mesele haline getirir. Sandıklarda bir sürü numaralar döndü. Ben şu andaki seçim sandığına güvenemiyorum. Neden? Çünkü bizim iki tane sandık müşaitimiz sandık başında katledildi.

Başka yerlerde bizim adaylarımız tehdit edildi, çekilmeleri istendi. Ben bunları gördükten sonra nasıl güveneyim?

“İnternet ortamında veya başka bir ortamda oy kullanalım” deniyor. Bu Türkiye’de seçim sisteminin bittiğinin işareti olur. Sandığa gidip oyumuzu kullandığımız zaman bile endişe duyuyorsak, bir de dijital ortamda oy kullanma diye bir şey çıkartırlarsa bu üçkağıtçılığın zirvesi olur.

Bundan sonra da iktidar partisi dışında kimse seçimi kazanamaz. Dürüst değiller çünkü. Açık söylüyorum, güvenmiyorum.

Nasıl güveneyim benim adaylarım tehdit edildiği zaman, bana karşı tavırlar sergilendiği zaman… Ben gidip de PKK ile anlaşma imzalamışım diye utanmadan iddialar attılar, utanmadan. Ne diyeyim şimdi ben bunlara?

- Peki Saadet Partisi olarak ne gibi tedbirler almayı planlıyorsunuz? Böyle bir ihtimal her zaman var diyorsunuz sonuçta.

Biz demokrasi ve hukuk kuralları normal işleyecekmiş gibi çalışmakla mükellefiz. Bizim derdimiz seçmenin oyunu, gönlünü kazanabilmek. Bu da ancak onun problemlerine çözüm üreterek olur.

Ha bunun sonucunu sandıkta alamazsanız ne yapacaksınız diye sorarsanız hiçbir şey yapamayız. Kavga edecek halimiz yok. Yine de iktidarı itidale, dürüst olmaya, samimi olmaya, adaletli olmaya, adil olmaya davet ederiz. Yapacağımız başka bir şey yok.
 

- "Güvenmiyorum" dediniz. Dijital ortamda oy kullanma sürecine geçilirse o zaman siyasetin bir parçası olamaya devam etmeyecek misiniz?

Devam ederiz, çünkü bu gerçeklerin insanlar tarafından, vatandaşlarımız tarafından bilinmesini istiyoruz. Siz hile ile bir noktaya kadar gidersiniz, bir noktadan sonra patlar. Stalin bile dayanamadı, bıraktı gitti, komünist sistem çöktü.

Komünist bir sistem çöktükten sonra siz demokrasiye özenen, ama demokrasiyi içselleştirememiş, adında “Adalet ve Kalkınma” olan; ama ne adaleti ne kalkınmayı beceremeyen bir partiden bunu bekleyemezsiniz, yapamazlar.

Bir noktaya kadar güçleri tamam basıyla gelir ama bir noktadan sonra kendi içlerindeki kendi insanları, nasıl şimdi Davutoğlu da Babacan da çıktıysa, bu sefer başka Davutoğulları başka Babacanlar çıkar.

Hepsi çürümüş manasına gelmez ki. Siz insanları her zaman belli imkanları onlara bağışlayarak kontrol edemezsiniz. Herkesin bir seviyesi vardır.

Hani rüşvet için bir hikaye vardır. Adamın biri demiş ki “Rüşvet kadar kötü bir şey yok. Peki size hiç rüşvet veren oldu mu? Ben 10 milyon liraya kadarını reddettim, gerisini veren olmadı. Verselerdi nasıl olurdu bilmem” demiş.

Burada da her şeyin bir seviyesi var. O seviyeyi aştınız mı insanlar tahammül göstermezler. Eninde sonunda bu memlekette sağ duyunun hakim olacağına inanıyorum. Yoksa çalışmazdım.


“19 Mayıs ülkemizin bağımsızlığı ve bütünlüğü için atılan ilk adımdı”

- Son olarak hem 19 Mayıs’a ilişkin, hem Ramazan Bayramı'na ilişkin söylemek istedikleriniz neler, onları dinleyelim.

19 Mayıs kutlama mesajlarımız bugünden itibaren zaten yayınlanıyor. Biz gençlerimizin, ülkemizin bağımsızlık ve bütünlüğü için ciddi bir ruha sahip olmalarını istiyoruz. 19 Mayıs bunun ilk adımıydı.

İnşallah gençliğimiz bu havada, ileride kendi memleketine, milletine sahip çıkar. Ramazan Bayramı'mızda da Allah bütün kardeşlerimizin bayramını mübarek etsin.

Üzüntülü geçti bu bayram. Ne teraviler kılınabildi, ne cuma namazları kılınabildi. Bunlar tabi inanan ve bu ibadetlerini yerine getiren insanların nezdinde büyük bir eksiklik ve yara olarak hissedildi. İnşallah yapılan dualar kabul görür.

Ben bütün kardeşlerimizin, milletimizin Ramazan Bayramı'nı sizin aracılığınızla şimdiden sizin aracılığınızla tebrik ediyorum.

Daha nice bayramlara sağlık, afiyet içinde ulaşmalarını temenni ediyorum. Bana böyle imkanı verdiğiniz için de sizlere teşekkür ediyorum.

- Bizler teşekkür ediyoruz. Çok teşekkürler. 

 

 

Independent Türkçe