AK Partili Zengin: Türkiye'de çıplak arama yok, Gergerlioğlu Meclis'i terörize ediyor - Özel
Türkiye’de cezaevlerinde bu şekilde bir muamele olamaz. İnanılır gibi değil. Bunlar kesinlikle yok, kasti bir siyasi propaganda var.
AK Partili Zengin: Türkiye'de çıplak arama yok, Gergerlioğlu Meclis'i terörize ediyor - Özel
Özlem Zengin, Ak Parti içinde özgün ağırlığı olan isimlerden biri. Şu anda partinin Grup Başkanvekilliği görevini yürüten Zengin, öncelikli olarak hukukçu kimliği ile dikkat çekiyor. Bu nedenle son dönemde gündemi hayli işgal eden reform sürecini, Osman Kavala’nın serbest kalıp kalmayacağı tartışması ve Bahçeli’nin ‘HDP kapatılsın’ çıkışını konuştuk.
Bir dönem cumhurbaşkanı Erdoğan'ın başdanışmanlığını da yürüten Zengin’i Ak Parti içinde önemli bir isim haline getiren ikinci özelliği ise kadın mücadelesi yürütüyor olması. Geçmişte partinin İstanbul İl Kadın Kolları Başkanlığı yapan Zengin, hem Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM) hem de İstanbul Kadın ve Aile Araştırma Merkezi’nin kurucu üyeleri arasında yer alıyor.
Zengin’e gündemdeki kadın hakları ile ilgili temel başlıkları da sorduk. Kadınların sosyal medya üzerinden başlattığı taciz ve cinsel istismar ifşaları, cezaevlerindeki çıplak arama iddiaları ve hayli tartışmaya neden olan ‘Kadınların seçilme hakkı 80 yıl gasp edildi’ açıklaması…
"Kadınların seçilme hakkı 80 yıldır gasp edildi’’ dediniz, eleştirilerin hedefi oldunuz? Ne demek istediniz? Neden eleştirildiniz?
"Ben beni takip eden insanlar tarafından anlaşıldığımı düşünüyorum. Fakat kasti olarak sözü tersine çevirmeye, tevil etmeye yönelik bir gayret var. Zaten öyle olduğu için de ben bunu açıkladıktan sonra T24 haber sitesi bunu tevil etti, fakat daha sonra yaptığı hatayı anlayarak haberi olması gerektiği gibi verdi. Ama bunun hiç bir faydası olmadı. Çünkü bir grup saldırgan insan var, ne söylerseniz söyleyin bilerek tersini anlamak isteyen ve böyle olan maalesef televizyon kanalları var, gazeteler var, köşe yazarları var. Ve çok gereksiz bir şekilde tevil üzerinden yürüyen gereksiz bir saldırıya maruz kaldım. İlk defa olmuyor. Ne zaman özellikle baş örtülü kadınlarla ilgili bir şey söylesem benzer saldırılara maruz kalıyorum.
5 Mart Türkiye’de seçme ve seçilme hakkının kadınlara verilmesinin kutlandığı, önemli bir gün. Ve ben de o güne başladığım zaman güzel bir şey yaptım. Afet İnan’ın 1984 yılında TRT’de yaptığı bir röportaj vardı. O röportajda Mustafa Kemal Atatürk ile beraber bir seyahatini anlatıyor. Hangi saiklerle, nasıl seçme ve seçilme hakkının verilmesini anlatıyor. Videoyu koydum ve üzerine zaten bugünün nasıl olduğuna dair bir Twitt attım. Ben zaten bu hakkın 1934’te Mustafa Kemal Atatürk tarafından nasıl verildiğini anlatan bir Twitt attım. Akşam üzeride görüntülü bir yayına katıldım. 1934’te Türkiye’de dünyanın pek çok yerinden önce, kadınlara seçme ve seçilme hakkı verildiğini söylüyorum ve söyledim. Nokta. Ama devamı var Türkiye’de bu hak verilmiş olmasına rağmen, 2015 yılına kadar kadınlar, ki bu kadınlar Türkiye’deki kadınların yüzde 70’ini oluşturuyor, bu hakkı kullanamıyorlardı. Ve bu hakkı kullanamamakla alakalı da hiç bir hukuki engel yoktu aslında. Yani bir yasak yok, kanun maddesi yok. Hiçbir şey olmaksızın tamamen bir hakkın kullanımına keyfi olarak engel olan, Türkiye’de bir siyaset ve gelenek vardı.
''Ve Ak Parti de 2002’de iktidar oldu. Ak Parti iktidarına rağmen Türkiye’de bunu yapmak için uzun yıllar beklenmesi gerekti. Ve bence Türkiye’de başörtülü olarak aday olup, seçilip ilk kadın vekillerden bir tanesiyim. Tabii olarak ben 'gasp' kelimesini kullanıyorum. Eğer gasp olmasa bu hak bugüne kadar kullanılır hale gelmeliydi. Ama öyle olmadı ve ben bunu ifade ettiğim zaman da kasten şöyle bir şey oluyor: Baş örtülü kadınlar, özellikle de ben Atatürk devrimlerine, ilke ve inkilaplarına karşıyız. Bunları tanımıyoruz gibi bir hava oluşturulmaya çalışılıyor. Oysaki biz onu söylemiyoruz. Yani başörtülü kadınlara dair bir gerçeği ifade etmek istediğimde, başı örtülü olmayan kadınların aldığı hakları bir daha önceden saymam gerekmiyor. Bunlar bir ön kabuldür zaten. Buradan nereye gelmek istiyorum. Hala Türkiye’de başörtülü kadınlarla ilgili en ufak bir tespit yaptığınızda, sizden bütün başı açık kadınlarla alakalı olan hakların hepsini teyit etmeniz bekleniyor. Bu teyite ihtiyaç yok.
Bunu yazarlarımız, köşe yazarlarımız, özellikle CHP’nin içinde ‘kadın vekiller’, CHP seçmeni içerisinde bir grup ama özellikle partilere indirgemek de istemiyorum. Ancak bu konunun çok fanatikleri var. Bir değersizleştirmeye dönüyor. Deniyor ki şimdi; Türkiye’de Tansu Çiller başbakandı. Şimdi ben Ak Parti Grup Başkanvekili olarak bunu bilmediğim mi düşünülüyor acaba. İnanamıyorum bunların söylendiğine. Türkiye’de kıyafetinden bağımsız olarak kadınlar, bütün siyasal tarihimiz boyunca pek çok problem yaşamışlardır. Fakat bu yaşadıkları problemlerin tamamı fikirleri ve kendi ürettikleri siyaset ile alakalıdır. Ben kategorik bir yasaktan bahsediyorum; sadece başörtülü olmak... İsminizden, kimliğinizden, yüzünüzden bağımsız bir yasaktan bahsediyorum. Bu yasağı da Türkiye’de yaşayanlar sadece ve sadece başörtülü kadınlar. Yani başı açık kadınlar sadece başı açık diye hiç bir engelleme görmemiştir.''
Türkiye’de kadın hakları mücadelesinde kadınların başörtülü ya da başörtüsüz diye ayrıldığını mı düşünüyorsunuz?
"Türkiye’de kadınlarla ilgili problemler ortaya çıktığında, kadına yönelik şiddet, kadın cinayetleri meselesi gibi ortak zeminde hareket ediliyor. Ben sadece başörtüsü meselesi ile alakalı şeyleri konuşurken böyle bir engelleme ile karşılaşıyoruz diyorum. Kaldı ki, biz kendi başörtüsü mücadelemiz ile ilgili kendi mihenk taşlarımızı bu ülkede söyleyemeyecek miyiz? Bunu söylediğim zaman ben neden 1934’ü, neden Mustafa Kemal Atatürk’ü reddetmiş oluyorum? Böyle bir şey olabilir mi yani? Burada çok temel bir sorun var. Benim herhangi bir konuya dair bilgi söylerken, önce bir doğrulama yapmama gerek yok. Bunlar bir ön kabuldür zaten. Ben o ön kabulün üzerine bir şey söylüyorum. Bizler için 2015 yılı çok önemlidir. Çünkü 2015 yılı Türkiye’de kadınlar için yasaksız seçme hakkı zaten mümkündü, ama seçilme hakkının hiç bir yasak, engel olarak kullanılmadığı ilk dönüm noktasıdır. 2015 yılında ilk defa olmuştur. O yüzden bu tarihlerin tespitinden rahatsızlık duymamaları lazım. Çünkü kadınlar için gerçek bir özgürlük alanından bahsediyorum. Müsade etsinler biz de kendi kişisel ve Türkiye’deki bu kadar başörtülü kadınlar için önemsediğimiz tarihlere de bir mim koyalım yani.
Son günlerde kadınlar, sosyal medya üzerinden yaşadıkları cinsel istismar ve taciz olaylarını gündeme getirdi? Kadınların ifşa yöntemini seçmesini nasıl yorumluyorsunuz?
"Özü Metoo hareketi ile başladı. Türkiye’ye biraz da geç geldi bana sorarsanız. İşte dünyayı salladı, Amerika’da sinema endüstrisini alt üst etti, bir tarafıyla da siyasetçilere vurdu geçti, medya dünyasına çok önemli zararlar verdi. Sanıyorum başka çare kalmamıştı özellikle o ülkeler için. Hep anlatılır ya özgürlüğün ülkesi diye, özgürlüğün beşiği olan bu ülkelerde belgeseller çekildi bu kadınların hikayeleriyle. Yargının manipüle edilmesiyle hak ettikleri sonucu alamadıkları ortaya çıktı. Bu önemli bir konu dünyanın meselesi. İnsanların eğitim düzeyi arttıkça bu tacizin anlaşılmasını görülmesini engelleyecek çok şey ortaya çıkıyor. Bunu bilen erkekler o kadar böyle çalışılmış, inceltilmiş bir şiddetle bunu yapıyorlar ki bunun ispatı anlatılması çok zor hale geliyor. Ve tabi eğitimli kadınlar için de bunu anlatmak daha zor. Şöyle bir yanlış anlama var; bu işler eğitimsiz kadınların başına gelir ve bunu da eğitimsiz erkekler yapar gibi. Oysa ki dünyada da Türkiye’de de eğitimli kadınların başına da gelebilir ve bunu eğitimli erkekler de yapabilir. Ve bunu yaparken de çok daha üzerinde çalışarak, sadece tarafların anlayacağı şekilde, daha gizli ve ispatı daha zor şekilde yapıyorlar. O yüzden böyle durumlarda yargı yoluyla ispat edilemediği zaman ya da en son CHP’li kadın örneğinde de görüyoruz bazen şartları gereği için şikayetinden vazgeçmek zorunda kalıyorlar. Ama zaman geçtikçe kadınlar içinde tahammül edemediği ve belkide psikolojik olarak taşıyamadığı bir noktaya geliyor. Bence böyle zamanlarda, bunları anlatmaya dair eylemler kaçınılmaz hale geliyor. Tabi burada sınır çok önemli, tek taraflı ifşa bir hukukçu olarak, sadece bununla yetinemeyeceğim bir şey. Böyle ifşalardan sonra muhakkak diğer tarafın da dinlenilmesi lazım. Sadece anlatı ile insanların hayatının altüst edilmesi de bir hukukçu olarak çok zor ve ince bir terazi. Burada da hukukun içinde kalarak adaletli bir yaklaşım içinde olmak lazım. Bunun da suistimale müsaade edilmeden hayat bulması gerekiyor. Fakat çok önemli. Bu konunun üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin kadının ruhunda bıraktığı hasarın anlatılması ve ortaya çıkması çok önemli.’’
HDP’li vekil Ömer Faruk Gergerlioğlu, sosyal medya üzerinden Türkiye cezaevlerinde çıplak aramaya maruz kaldığını iddia eden kadınların mesajlarını yayımlıyor. Gündem oldu bu mesajlar, ne düşünüyorsunuz çıplak arama iddiası ile ilgili?
"Bir milletvekilinin adı üzerinden bunu söylemek istemem ama Ömer Faruk Gergerlioğlu kadar ben Meclis’i terörize eden başka bir milletvekili görmedim. Kendisinin geldiği bir yer var. Orayı siz artık bağlarsınız, nereden geldiğini. Bütün ajandası bu, genel kurula çıktığında böyle şeyler ifade ediyor. Ben Türkiye’de çıplak arama olduğuna asla inanmıyorum, yok böyle bir şey. Zaten bu konuya İçişleri bakanımız genel kurulda cevap verdi. Bunu çok net söyleyeceğim, bu bir FETÖ yöntemidir. Ne münasebet, hem de bahsettiği kadınlar mütedeyyin kadınlar. Bütün hayatı kadın mücadelesi ile geçmiş bir insanım, böyle bir şeye müsaade edebilir miyiz biz? Bir kadının böyle aranmasına biz tahammül edebilir miyiz? Akıl var, mantık var. Bunları yaparak bir kampanyanın sesi oluyor, tabi onların dışarıda ekipleri var. Büyütüyorlar, TT yapıyorlar. Türkiye’deki cezaevleri dünya ile kıyaslanamayacak kadar şartları iyi. Hiç kimse cezaevinde olsun istemem, istemeyiz. Süreçlerden geçerek geliniyor, anlatılıyor çocukları çok üzgün. Tabi ki üzgün, eşi üzülmez mi, evlatları üzülmez mi, üzülür. Ama onların üzülmesi suçu ortadan kaldırmıyor. Yani burada odaklanmamız gereken ailesi çocukları değil, odaklanmamız gereken suçu iddia edilen şüpheli, mahkumsa mahkum. Türkiye’de cezaevlerinde bu şekilde bir muamele olamaz. Hele ziyaret edilen birisi ile alakalı olarak. Ya nerede yaşıyor bu insanlar? Böyle bir şey olabilir mi? İnanılır gibi değil. Bunlar kesinlikle yok, kasti bir siyasi propaganda var.
Ak Parti bir zamanlar kapatma davasına muhatap olmuş bir parti. Aynı zamanda yaptığı yasal düzenlemeler ile parti kapatmayı zorlaştıran da bir parti. Ancak reform sürecinin konuşulduğu şu günlerde iktidar ortağı MHP, HDP’nin kapatılması talep ediyor. Parti kapatmalara ve MHP’nin bu talebine nasıl bakıyorsunuz?
"Ben prensip olarak parti kapatmalara karşıyım. Aynı şekilde baktığımızda Ak Parti’nin de politikaları parti kapatmaya karşı gelmiştir zaten. Çünkü bizim geldiğimiz siyasi hareketin içinde pek çok defa parti kapatma ile karşı karşıya geldik. Biliyorsunuz bize kapatma davası açıldı. Aslında kapatma davası ile alakalı da yeterli sebepleri buldular fakat, reylerin sayısı ile orantılı olarak kapatma cezası değil de para cezası verildi. Bu yoldan geçmiş bir partiyiz. O yüzden bu işleri götürürken bugüne kadar kim teröre bulaşıyorsa ona ceza vermeyi, yargılama sürecinin başlatılmasını karar verdik bugüne kadar. O yüzden buradaki en önemli görev HDP’ye düşüyor. HDP karar vermesi gerekiyor. Genel kurulda HDP’nin bu kararı vermediğini görüyoruz.
Biz genel kurulda hala 'PKK bir sonuçtur, terör örgütü değildir' diyen milletvekillerini dinliyoruz. Sizi beklerken, HDP'li bir kadın vekilinin konuşmasını duydum, konuşmasının başında ve sonunda bütün mahkumlara selam vererek başlıyor. Bu mahkum arkadaşları, yani sadece siyasetçilere selam vermiyor. PKK’dan, terör eylemlerinden ceza almış mahkumlara verilen selamları, ben biraz önce Meclis’in bahçesinden dinleyerek bu yayına geldim. Bu çok hazin bir şeydir. Buna hep beraber bir çözüm bulmamız gerekiyor. Bu konu kapatılım mı kapatmayalım mı diye çok kategorik konuşuluyor. Bu meseleden öte bir şeyden bahsediyoruz. Genel kurulda çok pervasızca bir dil var. Öcalan tartışması yaşadık, bunlar sık sık oluyor, soyadı ile gurur duymalar... Her seferinde en az Öcalan soyisimli biri ile genel kurula gelmeler… Yani sembolik bir siyaset üretiliyor, sadece kelimelerle değil. Burada mesele şudur; öncelik bireylerin eğer teröre bulaşmışlarsa hukuki sürecinin devam etmesidir, parti kapatma meselesi en son düşünülmesi gereken konudur. Kaldı ki, bu şahsi değil AYM üzerinden yürüyen bir süreçtir. Türkiye parti kapatmalarla ilgili de inanılmaz olumlu yönde Ak Parti yönetiminde yol almıştır. Ama burada da genel kurulda olan biteni bence siz gazetecilerin çok daha yakından takip etmesi gerekiyor. İnsanlarımız çok yakından takip ediyor. Genel kurul mahkumlara selam gönderme yeri değil, genel kurul vatandaşların sorunlarına çözüm üretme yeridir. Yani orası böyle sloganik yere dönüşüyor.’’
OHAL İnceleme Komisyonu’nun görev süresi 23 Ocak 2021’de doluyor. Dosyası burada olan pek çok KHK’lı bu komisyonu bir ‘cezalandırma’ olarak görüyor? Bu ifadeyi doğru buluyor musunuz? Ayrıca komisyonun süresi uzayabilir mi?
"Komisyonun süresinin uzayıp uzamayacağı ile ilgili bir bilgim yok. Ama hukuken verilen bir imkanın cezalandırma olabileceğini nasıl düşünebiliriz ki? Sonuçta bu konuyla alakalı insanların elini rahatlatacak, kendileri ile alakalı başvuruları değerlendirecek bir merci üretilmiş oluyor bu komisyonla birlikte. Bu komisyonda ciddi bir yığılma oldu ama ben burada bir haksızlık yapıldığını düşünüyorum. Komisyon pek çok kişi ile ilgili olarak da iade kararı verdi. Ve şunu yaptı; anayasaya göre olağanüstü hal ile alakalı bu işlemler yargı denetimi dışındaydı. En önemlisi Olağanüstü Hal Komisyonu’ndan aldığınız karar bir idari karar olduğu için, o kararı idare mahkemesine götürme imkanı verdi. Nasıl bir cezalandırma olabilir? Tam tersine, o kararları yargının denetimine açmış oldu. Böyle bakıldığında tabi ki yol olarak çok hızlı olduğunu söyleyemeyiz ama yargı hep böyle. Bu manada yargı yolunu açtığı için komisyonu önemsiyorum.
Osman Kavala’nın yargılama süreci devam ediyor. Anayasa Mahkemesi Kavala’nın bireysel başvurusunu genel kurula sevk etti. Yerel mahkemenin tavrı merak konusu. Kavala kararı doğrudan reform süreci ile ilişkilendirilebilir mi?
"Tek bir kişi veya olay üzerinden bir şeyi okumayı doğru bulmuyorum. Sorduğunuz sorudan, Türkiye’de bir kasıt var, bir kasıtla içeride ve yargıya bir müdahale var gibi bir anlam çıkarıyorum. Şimdi ben bu ön kabullerle bunlar söyleniyor. Ben yargının içerisinde olan bir insanım yani. Ben önce bunu reddediyorum. Bizim hakimlerimizden dosyada ne varsa hakka hukuka uygun karar vermesi. Ben bunu bekliyorum. AYM kararları kıymetlidir ve bu kararlara nasıl uyulacağı da bellidir. O yüzden yerel mahkemelerden bu manada değerlendirme yapmasını da çok anlamlı buluyorum. Sonuç olarak bir isim üzerinden okumayı asla doğru bulmuyorum. Reformlardan kast ettiğim bazı isimlerin çıkması ya da kalması olamaz. Ve bu reform dediğimiz şey de yeni başlayan bir şey değil. Bugüne kadar yargı reformu ile alakalı pek çok belge açıkladık yani. Bunun bir devamı olarak düşünüyorum. Eğer böyle anlatırsanız, sanki devasa problem var ve buradan çıkış olarak görülüyor. E bunu da kendimize haksızlık olarak görüyorum gerçekten. Çünkü daha önce yargı gereğinden fazla olarak bir sopa olarak kullanıldı. Hayatı hukukun içinde geçmiş olan biri olarak, yargının bir terazi içinde olması benim için çok önemli. Burada herkese görev düşüyor, herkes işini yaparsa sorun kalmayacak. Reform süreci dediğimiz şey mevcut problemlerimize daha yakından bakmaya çalışmak. Bu bir süreç, reform kelimesi bence devamlılık içeren bir şeydir. Zaten reform dediğimiz zaman zaten devam eden sürecin içerisinde rastladığımız problemlerle alakalı yeniden bir mercek altına alma hali.
ABD yaptırımları ile ilgili dört parti bir bildiri yayımladı. Bu yaptırımlar Türkiye’yi nasıl etkiler ve Türkiye’nin tavrı ne olmalı?
"Bildiri imzalarını ben organize ettim ve her zamanki gibi dört parti dışında HDP imzalamadı. Şaşırmıyoruz, böyle durumlarda Türkiye’nin yanında durmayı istemeyen bir parti. Bu yaptırımlarda asıl mesele Türkiye’yi hizaya getirmek. Ben sana yapacağımı bilirim demek, hiç bitmeyen bir cezada Türkiye. En ufak kendimiz olmaya çalıştığımızda, iç ve dış politikanızla alakalı kendi çıkarlarınız için karar vermeye çalıştığınızda hemen Türkiye’ye bir parmak sallama geliyor. Dediğimi yapmak zorundasın. Evet ama niçin? 15 Temmuz da bunun neticesindedir zaten. Yani Türkiye bugüne kadar, hep darbelerle, darbeciklerle, içten yapılanmalarla hizalanmak istenmiştir. Bu da onlardan bir tanesi. Türkiye’nin suçu nedir burada? Suriye’de etrafımızda terör ile alakalı bir yapılanma var. Ve bu yapılanma sadece orada kalsın istenmiyor, oradaki PYD yapılanması ve PKK’nın da varlığı ile Türkiye’nin içine ihraç edilmek istenen bir siyaset ve terör var. Türkiye çok doğal olarak bununla ilgili NATO ve ABD’den silah almak istiyor. Savunma sistemleri almak istiyor. Ama ne yapılıyor Türkiye’ye sen Suriye ve Irak konusunda benim tezimi benimseyeceksin deniliyor. Neden? Senin tezin benim aleyhime. Doğal olarak Türkiye başka çaresi kalmadığı için S-400’lerle ilgili bir anlaşma yapmak zorunda kaldı. Şimdi geldiğimiz bu aşamadan sonra CHP ve İYİ Parti’ye teşekkür etmek isterim. ABD’den gelen bu saldırılar karşısında bir dur demek gerekiyor çünkü ben müstakil bir ülkeyim. Bu aşamadan sonra Türkiye savunma sanayisini daha da güçlendirecektir, kendi şartlarını zorlayacaktır. Ve müstakil ülke olma yolunda bir adım daha atacaktır ama bunun yolu birlik beraberlik olmaktan geçer. İmzaladığımız bildiri bu anlamda önemli.
VOA