Aleviliğin en kutsal ayı: Hızır ayı
Bâtıni anlamda insana uzanan Tanrı’nın eli, görünmeyen yüzüdür Hızır
Aleviliğin en kutsal ayı: Hızır ayı
Bâtıni anlamda insana uzanan Tanrı’nın eli, görünmeyen yüzüdür Hızır. Bedensel değil, tinsel bir kimliktir
Hızır kültü, Nuh Tufanı'ndan Kur'an ve Tevrat'a, Gılgamış Destanı'ndan Yunan mitolojisindeki Glankos Efsanesi'ne kadar birçok antik kültür ile Anadolu ve Orta Asya Türkleri, Kürtler, Zazalar, Fars, Afgan, Hint, Arap, İbrani vb. birçok halkın mitolojisinde yer alır. Ahmet Yesevi'den Pir Sultan Abdal'a, Memê Alan Destanı'ndan Dersim şairi Sey Qaji'ye kadar geniş bir yelpazenin halk edebiyatında karşımıza çıkar. Hızır başka pek çok ad ve sıfat altında örülen inançsal koddur. Koruyuculuğun, kolayıcılığın, kurtarıcılığın, yaratıcılığın, bilgeliğin ve ölümsüzlüğün simgesidir.
Bâtıni anlamda insana uzanan Tanrı'nın eli, görünmeyen yüzüdür Hızır. Bedensel değil, tinsel bir kimliktir. İnsan uğruna gönüllere düşen, insan için harekete geçen ilahi aşktır. Bazen de insanın aklına düşüp, onu yönlendiren tinsel bilgidir.
'Bazen fakir bazen vezir kılığında'
Alevi inancının temeli başkalarına Hızır olmakla başlar. Bunu bir Alevi dedesi olan şu sözlerle anlatıyor:
"Hızır'ı yaratan bizim inancımız, ikrarımızdır. Onun için her birey kendi Hızır'ını farklı yer ve zamanda görür. 'Birilerine Hızır ol ki, Hızır'ı yanında bulasın' öğretisi bizim inancımızın önemli bir ilkesidir. Çünkü o sana hem veren hem de seni sınamak için isteyendir. Bazen fakir kılığında, bazen de vezir kılığında nail olur."
Aleviler Hızır'ı bir nevi peygamber olarak kabul eder. O, Hızır Peygamber, Hızır Aleyhisselam ya da Hızır Nebidir. Alevi inancına Hızır, ölümsüzlük suyunu (Ab-ı Hayatı) içmiştir. Zaman zaman dünyaya gelerek, darda olanların yardımına koşar ve doğaya yeniden can verir. Bir başka inanca göre de Hızır Nebi her zaman dünyadadır ancak sadece "Hak Yolunu" sürenlere görünür ve yardımına/carına koşar.
Hızır Nebi, Alevilerin arasında şöyle tarif edilir: Üzerinde çiçeklerden yapılmış bir cübbesi bulunan, aksakallı, nur yüzlü bir yaşlı. Bastığı yerde güller açar, ekinler yeşerir. Elini sürdüğü kişi dertlerden, uğursuzluklardan, hastalıklardan arınır, ömür boyu huzurlu yaşar.
Hızır'ın gerçek mi yoksa hayali/mitolojik biri mi olduğu yönündeki tartışmalar devam etmektedir. Bazı anlatımlara göre Hızır, Hz. Âdem'in, bazılarına göre Kabil veya El Yasa'nın oğludur. Bazı kaynaklar Kuran-ı Kerim'de Kehf Suresi'nde geçen ve Hz. Musa ile beraber olan ama ismi zikredilmeyen kişinin Hızır olduğu yönündedir. Hacı Bektaş Veli'nin Velayetnamesinde de Hz. Hızır ile ilgili anlatımlar vardır.
Aleviliğin ana yurdu olan Dersim'de ise, Hızır her yerdedir; suda, karada, havada. "Yaratan tanrıdır" inancı Dersim'de adeta Hızır ile paylaşılır. "Wayır" denilen sahip olan ve koruyan-kollayan tanrı Hızır ile eş tutulur. Hatta bazen Hızır'ın kendisidir. Evlat dileği ve diğer pek çok dilek ve temenniler de O'nun adına yapılır.
Dersim araştırmacısı Dr. Daimi Cengiz, yörede Hızır'ın önemini şöyle anlatıyor:
"Örneğin eskilerde dereler taştığında, nehirlerin zorlu geçitlerinde imdada çağrılan Hızır'dır. Hiçbir şey sahipsiz olmadığına göre denizlerin, göllerin, derelerin de bir sahibi vardır ki o Hızır'dır. Ondandır ki; ırmak ve çayların durgun ve derin kesimlerinin ya da yüksek dağların başındaki bazı krater göllerinin adı 'Gole Xızıri'dir. Yani Hızır'ın Gölü."
Hızır'a, Dersim'de karada da kutsallık atfedilir. Cengiz, bunu da şu ifadelerle dile getiriyor:
"Dersim'de "Xızır golde ro, Duzgı kemerde ro"(Hızır göldedir, Düzgün kayadadır) özdeyişine rağmen, Hızır karadaki toplumsal yaşamın zorluklarında da sık sık karşılaşılan öğedir. At sırtında dara yetişen, aksakallı, süvari ve bilge kişi olarak betimlenen mitolojik Hızır, Pir Sultan'ın "Düldül eyerlendi, Zülfikar kuşan / Ali'm ne yatarsın car günün geldi" dizesindeki düldülün sırtında cara yetişen Hz. Ali tiplemesi ile aynı roldedir. Hızır; beyaz donlu, yaşlı ve aksakallı kıyafetli bilgedir. Tez elden dar yerine varması ve tehlikeyi savuşturması gerekir. O'nun atı Köroğlu'nun kıratı gibi ak köpüklerden çıkma, delişmen, rüzgâr kadar süratlidir. Beyaz donlu ve beyaz atlı Hızır tipi barışın da sembolüdür. O görünümü ile şeffaflığı, bilgeliği ve barışı çağrıştıran sıfat ve isimlerle anılır.
Dersim'in bilge şairi ve seyidi Sey Qaji'de 1938 öncesi Dersimlilerin beyaz donlu kıyafetlerini ve lisanlarını Hızır ile ilişkilendirerek bir mani ile dile getirir: "Zonê ma zonê Xızır'i yo/ Thonê ma thonê Xızır'i yo." (Dilimiz Hızır dilidir / Donumuz (kıyafetimiz) Hızır donudur.)"
'Dara düşenin yardımcısı'
Gerçekten de Hızır her yerdedir Dersim'de. Riskli her işe "Ya Hızır!" denilerek başlanır. Hızır el atılan bir dal parçası, çığda sığınılan kayanın oyuğu, ağacın kovuğudur. Darda olanın yanında, hastanın başucunda ve korumasızı kollayan, gözleyendir. İnsana kendisinden daha yakın duran Hızır'dır. Hızır hastanın, ameliyatta olan ve yaralanan kişilerin başucundaki beyaz kıyafetli cerrahtır. Kundaktaki kırklık bebeğin başucundaki kollayıcıdır.
Hızır adı anılınca küsler barışır, ikrar verilir. Adına niyaz denilen çörekler, lokmalar pişirilir, paylaşılır. Adının geçtiği her söz, her metin kutsal sayılır. Adının geçtiği her yer veya adına izafe edilen her mekân, her göl, her dağ, her vadi, her ağaç kutsal kabul edilir. Bazı kaynaklara göre "Hızır, Allah'ın diğer adıdır". Bütün zamanlarda yaşamaktadır, zaman ötesidir, zamansızdır. Hızır bir yanıyla Tanrı'nın, bir yanıyla da Hz. Ali'nin bedenleşmiş hâlidir. Bir başka deyişle Tanrı, Hızır veya Ali ile kendini gösterir. Bektaşi cem törenlerinin temel olarak 12 postu/12 makamı vardır. 12'inci post, mihmandar postudur . Bu postun sahibi Hızır'dır.
Alevilerde 12. imama zamanların sahibi "sahib-i zaman" denilir. Bununla Hızır'ın zamanların sahibi olduğu simgesel olarak vurgulanmış olur. Alevi inancında mihman/konuk kutsaldır. Kimi söylemlerde "mihman Ali", kimilerinde "mihman Hızır", kimilerinde ise "mihman Allah"tır. Allah'ın, Hızır'ın veya Ali'nin insanda mihman/konuk olması gelen konuğun da, kim olursa olsun (dilenci, fakir, yetim, zengin vb.) kutsal kabul edilmesi ve iyi karşılanması gerektiği inancı ve kabulünü doğurur. Bunu Edip Harabi veciz bir şekilde söylemektedir: "Hakk'a hiçbir layık mekân yok iken / Hanemize aldık mihman eyledik".
Yazar Mehmet Kabadayı da 'mihman' kavramının Hızır ile ilişkisine dair şu yorumu yapıyor:
"Hızır ayı geldiğinde evlerin her tarafı güzel bir şekilde temizlenir ve gelecek misafirlerin şahsında haneye Hızır uğrayacağına inanılır. Aleviler misafiri Hızır'la, Hızır'ı da Şah-ı Merdan Ali ile özdeşleştirmişlerdir. Mihman (misafir) Şah-ı Merdan Ali'dir denilip daima misafirin geleceği hesaplanarak ön hazırlık yapılır. Hızır efsanesinde anlatılan bu tarihi buluşma, Hicri takvime göre Ocak ayının 31'inci günü, Şubat ayının da 1 ve 2'inci günlerine denk gelirken, Miladi takvimine göre ise 13, 14, 15 Şubat'a, denk gelir."
Hızır'ın Alevi-Bektaşi kültüründe de simgesel anlamı kurtarıcılık, yol göstericilik ve umuttur. Dirilmenin, var olmanın adıdır. Dayanışmanın, mazlumun ahıdır. Zalime ceza, yoksula şifadır. Dileklerin gerçekleştiricisi, topluluğun birlik ve dirilik sesidir. Onun varlığı ile halk da doğa gibi dirileşir, irileşir, bir ses, bir nefes, bir beden olur. Gökyüzünden yere iner, görünmez olmaktan görünür hâle gelir ve yapıp ettikleriyle topluma yol gösterir. Bir yanıyla bireyi, diğer yanıyla toplumu yönlendirir. Yıllarca istenen, arzulanan, dilenenler umudun tükendiği sırada Hızır ile yeniden var olur.
Hızır bitmeyen sabrın ve tükenmeyen umudun görünür hâli olarak bireylerde umuda döner. Umut hep diri tutulur. Hızır, gerçekleşmesi mümkün olmayanın, hikmetin, mucizenin olduğu kadar, hareketin, eylemin de görünür hali olarak kişilere rehber olur. Halkın gerçek hayatta bir işi, durumu, olayı yapabilme, gerçekleştirebilme güçlüğü Hızır sembolizmi ile halka gösterilir.
Hızır uzun aksakallı, ak saçlı, nur yüzlü, beyaz giysiler içinde, elinde asası ve bindiği Boz atı ile bereket sağlar. Hızır her zaman aksakallı ve atlı görünmez. Bazen sokaktan herhangi bir insan, bazen dilenci kılığında da görülebilir. Savaşa çağırmaz ama savaşanlar arasında iyilerden yana tavır koyar, yardım eder.
Alevi inancına göre her dilenci, her garip, her yetim bir kurtarıcı olabilir. Kimin hangi kutsallığı, hangi yeteneğinin olabileceği dışarıdan bilinemez. O hâlde çevremizde yaşayan her insan Hızır olabilir. Hızır bu itibarla soyut bir kavram olmaktan çıkmış, ete kemiğe bürünmüştür. Alevilerin Hızır anlayışı "ete kemiğe büründüm/Yunus gibi göründüm" diyen Yunus Emre'nin felsefesinde kendini bulur. Bu anlayışta insan, Allah'ın yansıması, görünür hâlidir.
"Hızır'ın Sırrı" denilen bir yemin vardır ki gizliliği ifşa etmemek için iki kişi arasında verilen söz ve içilen yemindir. Ölene kadar ifşa edilmez.
Dr. Daimi Cengiz "Hızır, Dersim inancının olmazsa olmazıdır, hatta bölgede "Allah, Muhammed ve Hz. Ali'den çok daha önde ve baskındır. Kurban ve niyazlar onun adına olan mekânlara götürülür. Çerağlar ona yakılır. Dualar, yalvarış ve yakarılar ona yapılır ve gözyaşları ona dökülür" diyor.
Hızır günleri
Bu kadar önde bir kutsiyete vakfedilen Hızır günleri ise, tam 40 gün sürer. Denizlerin piri Hızır'la karaların piri İlyas'ın buluştukları gün adına da icra edilen bir ritüeldir. Üç gün orucun tutulduğu, kurbanların kesildiği ve niyazların dağıtıldığı bu günler yaklaşık olarak kışın ocak ayının 20'sinde başlar, şubat ayı boyunca devam eder.
Bu orucun birkaç farklı hikayesi vardır ki, ilki şöyledir: Hz. Ali ve Hz. Fatıma'nın oğulları İmam Hasan ve İmam Hüseyin'in hastalanır. Fukara kılığında gelen kapıya gelen Hızır onları iyileştirir, bunun üzerine peygamber üç gün şükür orucu tutar.
Bir başka rivayet ise Hızır'ın Ab-ı Hayat suyunu bulması ve Hakk'ın katında nebilik makamına ulaşmasından dolayı tuttuğu üç günlük oruçtur.
Hızır ayı, havanın en zor şartlarının olduğu günler içerir. Bu günler, bir tür dayanışma, paylaşma günüdür. Bu, karakışın hüküm sürdüğü, hayvanlar için yazdan toplanmış otların bittiği, yiyeceklerin tükenme noktasına geldiği, ısınmak için toplanan tezek veya odunların bitme noktasında olduğu dönemdir.
İnanca göre Hızır bu en zor dönemde halk arasında dolaşır, zorlukları ortadan kaldırır. Halk oruç tutarak, kurban keserek, lokma/niyaz dağıtarak Hızır'ın gelmesini kolaylaştıracağını ve zorluktan, darlıktan kurtulacağını düşünür.
Hızır orucunun tutulduğu günlere veya tamamlanmasından sonraki güne Hızır günü adı verilir. Her köyün Hızır günü, Hızır ayının farklı bir gününe tekabül edebilir. Hızır günlerinde cem tutulması ibadetin esası sayılır. Özellikle bu günlerde, Hızır'ın fakir insan kılığında evlere konuk olduğuna inanılır. Hızır günlerinde mutlaka subaşlarına gidilir, bereket ve sağlık vereceği inancıyla bu sudan içilir. Hızır günü kaynağından getirilen su eve ve hayvanlara serpilir.
Hızır orucu nasıl tutulur?
Hızır; inanışa göre dar ve zor zamanın kurtarıcısıdır. Darlıkta ve zorlukta olanlar veya onun gönlünü kazanmak, evini bereketlendirmek, ocağını şenlendirmek isteyenler Hızır orucu tutarak ona olan rızalıklarını, bağlılıklarını bildirirler. İnanışa göre Hızır, adına oruç tutanların imdadına daha çabuk yetişir. Hızır orucu, Hızır düşünülerek veya Hızır adına niyet edilerek tutulur. Bir tür nefsi arındırma, yoksulları anlama, onlarla manevi bağ kurma aracı olan bu oruç, yine yoksulların birbirini anlayarak birbirinde çoğaldıkları, birbirine dayandıkları, rızıklarını paylaştıkları, birbirine razılıklarını sağladıkları oruçlardandır. Bu oruç için sahura kalkılmaz. Ancak Muharrem matemi orucundan farklı olarak, bu oruçta iftarda su içilir. Gece yarısından önce hiç yememek üzere tutulur ve hava iyice kararıncaya, göz gözü göremez hale gelinceye kadar devam eder. Oruç, bu yanıyla Hızır'ı çağırmaya, bereketi çoğaltmaya, sağlık bir biçimde bahara erişmeye çağrıdır. Nitekim bu ayda Hızır çağrısı daha çoktur. "Hadi gel! Tez gel" denilerek Hızır'ın gelmesi kolaylaştırılır. Bu çağrılarla Hızır'ın gayrete getirildiği ve gelmesinin sağlandığına inanılır. Herhangi bir kişi/varlık görülmese de geldiği var sayılır. Hızır böylece hayata bağlanmanın, hayat mücadelesinin, an ve geleceğin umudu olarak yer alır.
Yazar Mehmet Kabadayı Hızır orucuna dair de şunları söylüyor:
"Hızır gününün ilk sabahı güneşin doğuşu kapı önüne çıkılarak karşılanır, güneşin ilk ışıklarının değdiği toprak ananın yüzüne "Ya Hızır" denilerek aşk-ı niyaz edilir. En yakındaki kutsal mekân ziyaret edilir. Hızır kurbanı adanır. Ocak'larda yakılan ateş üç gün boyunca söndürülmez, kadim inanışta yakılan Hızır ateşi yasamın yeniden doğuş ateşidir. Can taşıyan her canın ve insanın hanesine ve yaşamına Hızır uğrasın dünyamıza aydınlık gelsin, her türlü karanlıklar öncelikle de zalimin ektiği karanlıklar boğulsun, Hızır günlerinin ilk sabahıyla doğan güneş, güzellikler getirsin, özgürlük getirsin, denilerek dualar edilir. Anadolu'da kimi yörelerde bekâr genç kızlar ve erkekler oruç akşamları su içmezler, Hızır'dan dilek dileyip uyurlar, rüyalarında kendilerine kim su ikram ediyorsa, ilerde onunla evlenileceklerine inanırlar."
Orucun tamamlandığı günün gecesinde, Hızır Cemi yapılır. Alevilerde cem ibadeti, cuma akşamı olarak nitelendirilen kutsal perşembe gecesi kurulur. Yalan, gıybet, haram, hırsızlık suçu olanlar cem ibadetine alınmaz. Bu ibadete alınanlar ise yine toplumun rızası alınarak kabul edilir ve "dara çekilir". Dara çekilme, bir tür sorgulama, yargılama, halk mahkemesidir. Hızır Ceminde Hızır'ı çağıran semahlar dönülür ve deyişler okunur. Bu deyiş/nefeslerde Hızır adı özellikle geçirilir. Hızır yardıma çağrılır. Çekilen azap, duyulan ıstırap ve kaygı, beklenen umut vb. durumlar için dileklerde, niyazlarda bulunulur.
Hızır günlerinde yapılan yemekler
Alevilerde Hızır kültü üzerine araştırma yapan Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi'nden Dr. Ali Abbas Çınar, Hızır günü kesilen kurbana dair şunları söylüyor:
"Orucun tamamlandığı akşam Hızır adına adanarak kesilen kurbana Hızır kurbanı adı verilir. Alevilerde kurban kesmek sözü yerine, 'kurban tığlamak' sözü kullanılır. Adanan kurbana özel bir ihtimam ve sevgi gösterilir. Kurbanın erkek olmasına dikkat edilir. Gelen komşular ve akrabalara ilk önce ciğer pişirilir ve lokma edilir. Kurbanın kanı ve kemikleri de toprağa gömülür, günah denilerek kediye, köpeğe atılmaz. Dede yoksa bilen biri kurbana gülbangini/duasını verir. Bu duada Hızır adı mutlaka geçer."
Alevilere göre, Hızır'ın adı anılmak şartıyla, ikram edilen her yiyecek Hızır lokması sayıldığını söyleyen Çınar, "Ancak genel anlamda Hızır lokması: Hızır orucunun tamamlanması sonrası pişirilen, Hızır cemine katılanlar veya ev halkı huzurunda dualanarak yenilen yiyeceğe verilen ad" olduğunu belirterek devam ediyor:
"Bu, bir tür kansız kurbandır. Lokma (kömbe-pargaç); süt, yumurta, erimiş tereyağı, tozşeker, tuz, yoğurt ve suyun karışımıyla elde edilen hamurun, bir tepsi içinde yayılarak közde veya fırında pişirilmesiyle hazırlanır. Öte yandan, kurban kesenler de lokma pişirmek zorundadırlar. Hızır orucu tutamayanlar da Hızır lokması (kömbesi) pişirebilir. Hızır lokması, toplum içinde, bir arada olmanın, aynı yiyeceği paylaşmanın, dayanışmanın sembolleşmiş şeklidir.
Hızır ayının en önemli yiyeceklerinden biri de kavuttur. Kavut, kavrulmuş buğday tanelerinin (kavurganın) el değirmeninde öğütülmesiyle elde edilen una denir. Kavut da kömbe gibi bir tür lokmadır. Hızır orucu sonrası, Hızır adı anılarak hazırlanır. Bir tepsi içine veya konan kavut, gece Hızır'ın gelebileceği, elini basacağı inancıyla un şeklinde bırakılır. Cuma sabahı pişirilir, içine tereyağı dökülür, komşularla birlikte dualanır, yenir."
The Independentturkish