Ali Babacan: Sorumluluk kimin üzerine kaldı?
Ali Babacan, KRT televizyonunda Özel Akarsu Çelik ile Politika Özel programına katıldı.
Deva Genel Başkanı Ali Babacan, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun Cumhurbaşkanı tarafından kabul edilmeyen istifasına ilişkin, “Şu son 48 saatte yaşananlara bakınca sorumluluk kimin üzerinde kaldı, anlamadım doğrusu. Hiçbir şey yokmuş gibi devam etmek, kabul edilemez” dedi.
ANKARA – Demokrasi ve Atılım Partisi (Deva) Genel Başkanı Ali Babacan, KRT televizyonunda Özel Akarsu Çelik ile Politika Özel programına katıldı.
Gündemdeki konulara ilişkin açıklamalar yapan Babacan, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından kabul edilmeyen istifasından, siyasi iktidarın korona virüsü salgını ile mücadelesine; CHP’li belediyelerin bağış kampanyalarının durdurulmasından salgınla daha da büyüyecek ekonomik krizin nasıl aşılacağına kadar birçok soruya yanıt verdi.
Babacan’ın açıklamalarından öne çıkan başlıklar şöyle:
HİÇBİR ŞEY OLMAMIŞ GİBİ DEVAM ETMEK, KABUL EDİLEMEZ: Toplumun yarısından fazlasını yok sayan bir yaklaşımla bu krizi yönetmek mümkün değil. Şu 48 saatte yaşadıklarımıza bakın. Bu 48 saat tekrar göstermiştir ki, bu bir yönetim sistemi değildir. Bu sistemle Türkiye yönetilmeye devam edilemez. Bu olanlarda sorumluluk çok önemlidir. Sorumluluk nerede, kimin üzerinde kaldı, anlamadım doğrusu. Konu çevrildikten sonra, sorumluluğun buharlaştırılıp ortadan kaldırılması ve pazartesi sabahı hiçbir şey yokmuş gibi devam etmek kabul edilemez.
GEÇ KALINDI, KARAR MEKANİZMALARI SAĞLIKLI İŞLEMEDİ: Türkiye mutlaka güçlendirilmiş bir parlamenter sistemle yönetilmek zorunda. Sistem çok önemli ama aynı zamanda üslup da çok önemli. Kutuplaştırıcı, ayrıştırıcı, ötekileştirici bir üslupla da kriz yönetilemez. Korona salgınında maalesef rakamlar gittikçe artıyor. Geç kalındı. Karar mekanizmaları sağlıklı işlemedi. Bugünlerde alınmayan tedbirlerin bedelini yarın çok ağır ödeyeceğiz.
TEK BİR AKIL VE DAR BİR KADRO OLMAMALI: Tek bir akıl, tek bir merci ve dar bir kadro olmamalı. Katılımcı bir anlayışla Türkiye yönetilmeli. Ortak akıl çalıştırılmalı. Böyle bir krizde “ben yaptım oldu, ben istedim oldu…” bunu söylemeye kimsenin hakkı yok.
KARARLARIN GECİKMESİNİN VEBALİ BÜYÜK: Bilim Kurulu’nun önerileri gerçekleşiyor mu, gerçekleşmiyor. Bazı kararlar daha erken alınsaydı, Türkiye’de vaka sayısı ve kaybettiğimiz vatandaşların sayısı daha az olabilirdi. Yurt dışı uçuşların, kalabalık ortamların kontrol altına alınması… Dünyadaki Müslüman ülkelerin pek çoğunda cumalar kılınmıyordu. Bilim ve akıl çok önemlidir. Akıl, bizim dinimizin emridir. İstişare mekanizmasını çalıştıramıyorsanız, kararlar gecikiyorsa bunun vebali büyüktür. Bu krizi gelin siyasi partilerle, sivil toplum örgütleriyle, işi bilen bilim insanlarıyla yönetin!
DÜŞÜNCE SUÇLULARINI DERHAL ÇIKARIN: Suç, eğer bir düşünce suçuysa bu insanları içeride tutmanız için bir sebep yok. Konu, bu ülkenin sistemine, insanına, kurumlarına karşı terör eylemi yapmış olanlar ise onlar ayrı. Buradaki amaç hapishanelerdeki yoğunluğu azaltmaksa düşünce suçlusu kim varsa derhal bunları çıkarın! Meclis’te iktidar ortağı olan iki siyasi parti hiç kimseyi dinlemeden bu işi yürütüyorlar. Mutabakat sağlansa bu iş çoktan yapılırdı.
MUHALEFET PARTİLERİNE DESTEK, YÜZDE 50’Yİ GEÇMİŞ DURUMDA: Dengeler değişti. Bugün itibariyle halkın desteği muhalefet partilerine daha fazla görünüyor. Yüzde elliyi geçmiş bir temsil gücünün TBMM’de yok sayılması ve inatlaşmayla bu işin götürülmesi, yazıktır, günahtır!
MERKEZİLEŞMEYLE SAĞLIK SEKTÖRÜNÜN SORUNLARI DA BÜYÜDÜ: Özel sağlık sistemi bir opsiyondur. Esas, devletin, sağlık hizmetinin tüm vatandaşlara fırsat eşitliğiyle ulaşacağı ve yüksek kaliteli sağlık hizmeti alacağı bir sistemdir, Türkiye için doğrusu budur. Sağlıkta Dönüşüm bugün eleştirildiği kadar kötü değildi. Son 4-5 yıldır bozuldu. O zaman tek merkezden yönetim diye bir şey yoktu. 83 milyonun tek bir merciden, hatasız yönetilmesi mümkün değil. Türkiye başarılı oldu zamanında ama ne zaman ki iş merkezileşmeye başladı, ne zaman ki bu bir kadro hareketi değil daha farklı bir hareket haline geldi, bilim akıl ve istişare bir kenara konuldu, her alanda olduğu gibi sağlıkta da sorunlarımız büyüdü.
İŞ İNSANI OLAN BAKANLAR İŞLERİYLE ARALARINA ÇİN SEDDİ KOYMALIDIR: Sadece devlet yönetiminde değil sivil toplum örgütünde de hem yöneten hem yönetilen olmazsınız. Bakan arkadaşlar kendi şirketleriyle aralarına ne kadar mesafe koydular onu bilmiyorum. Bir Çin Seddi kurup yönetimden, ortaklıktan tamamen ayrıldılarsa, bu millet devlet için çalışacağım dedilerse bu, o kadar sorun olmayabilir ama iki ilişki bir arada yürümez. İlke olarak prensip olarak doğru değil.
KAMU ÖZEL ORTAKLIĞINDAKİ PROJELERİN SINIRINI İYİ ÇİZMEK LAZIM: Biz bütün bu riskleri zamanında gördük. Kamu Özel Ortaklığı, sınırlı bir alanda kullanılması lazım. Eğer bir proje sürekli gelir temin ediyorsa o zaman bunların özel sektör eliyle yapılması mümkün olabilir ama bunun sınırını iyi çizmek lazım. Bütçeye sığdıramadık diye bütün projeleri kamu özel ortaklığıyla yaparsanız yanlış olur. Türkiye’nin bugüne kadar yaptığı pek çok Kamu Özel Ortaklığında maalesef özellikle çevre etkisi dahil pek çok fizibilite çalışması iyi yapılmamıştır.
KANAL İSTANBUL İHALESİ BENİ ÇOK ÜRKÜTTÜ: Düşünebiliyor musunuz, Kanal İstanbul gibi bu kadar önemli bir proje, korona salgınının ortasında ihale edilmiştir. Duyunca inanın aklım ermedi. Türkiye’nin bu kadar kaynak arayışında olduğu, adeta vatandaşlarına gidip bağış istediği bir dönemde Kanal İstanbul ihalesi yapılmasına inanamadım. Demek ki odaklanılan konular neler! Çok ürküttü beni doğrusu. Kamu Özel Ortaklığı sistemini dışlamamamız ama bu projelerin fizibilitesinin iyi yapılması, herkese açık, şeffaf yapılması lazım.
KAMU ÖZEL ORTAKLIKLARI BÜTÇEYE BÜYÜK YÜK GETİRMİŞTİR: Kamu özel ortaklıkları, maalesef bu ülkeye çok büyük yük getirmiştir. Her yıl çok büyük ödemeler vardır ve bu ödemelerin hangi tarihte ne kadar olacağıyla ilgili bir yayın ve şeffaflık da yoktur. Bunun için 2016-2017 yıllarında çok uğraştık. Her yıl bu ülke şehir hastaneleri için, havaalanlarının garanti kapsamında ne kadar para ödeyecek? Bir şeyi açıklamıyorsanız, gizliyorsanız, burada bir iş var der herkes.
EN UFAK KORKUMUZ YOK, BU İŞE BAŞIMIZI KOYDUK: En ufak bir korkumuz yok. Biz bu işe başımızı koyduk! Sadece ben değil tüm arkadaşlarımız. Arkadaşlarımızın hepsi birer kahraman. İktidara talip bir partiyiz. Siyasi yelpazenin tam ortasında, ana akım bir siyasi partiyiz. Bir kişiyle başlayıp bir kişiyle yok olan parti olmasın Deva Partisi. Parti kurulalı bir ay oldu. Bu bir ayda da kendi iç yapılanmamız, görevlendirmelerimizi yaptık. Bundan sonra daha görünür olacağız.
KAVGADAN ÇEKİNMEYİZ AMA BU TOPLUM KAVGADAN BIKTI: Kavgadan da çekinmeyiz ama bu gerginlikten, bu kavgacı üsluptan halkımız yorgun. Halkımız biraz sükûnet, diyalog, makulü görmek istiyor. Yapıcı olacağız, yıkıcı olmayacağız. Türkiye’nin bir başka yıkıcı partiye daha ihtiyacı yok.
OSMAN KAVALA’YA YAŞATILANLARDAN HİCAP DUYUYORUM: Maalesef bırakın bir partinin genel başkanı olmayı, bir vatandaş olarak benim hicap duyduğum bir gelişme. Böylesine bir inatlaşma, böylesine bir hukuk garabeti ortaya çıkabiliyorsa bu ülkede hiçbir vatandaşın kendisini güvende hissetmesi mümkün olmaz. Söz konusu bir iş adamıysa sonra gelip de neden Türkiye’ye yatırım yapmıyorsunuz diye nasıl soracaksınız?
ÜCRETSİZ İZNE ÇIKARMA, KISA ÇALIŞMA ÖDENEĞİNİ İŞLEMEZ HALE GETİRDİ: 2008-2009 krizinde Kısa Çalışma Ödeneğini getirdik. Şu an Almanya gibi ülkelerde derhal uygulanmaya başlandı. Getirilen bu ücretsiz işten çıkarma ve karşılığında günlük 39 lira 24 kuruş ödeme yapılması uygulaması adeta Kısa Çalışma Ödeneğini işlemez hale getirdi. Neden işveren bu kapı açıldığında kısmen ben ödeyeyim kısmen devlet ödesin desin ki! Tamam işten çıkarmam ama ücretsiz izne çıkarıyorum der.
ŞU ANDAKİ SİSTEMLE TÜRKİYE’NİN DEVAM ETMESİ MÜMKÜN DEĞİL: Maalesef şu andaki yönetimin elinin altında bir kriz yönetimi dosyası yok. Karar verene kadar iş işten geçiyor. İnsanlar hayatını, işini kaybediyor, işletmeler sönüyor. Bu da ortaya koydu ki, şu andaki yönetim sistemiyle Türkiye’nin devam etmesi mümkün değil.
KAMBİYO KONTROLÜ, SERMAYE KONTROLÜ UMARIM Kİ OLMAZ: Virüs salgını var diye siz güç egzersizi yapıyorsanız, yasaklar koymaya eğilimli bir duruşunuz varsa ki bunun sinyallerini görüyoruz, Türkiye’yi daha çok kapatarak insanların konuşma özgürlüğünü, sosyal medya özgürlüğünü ellerinden alarak, sermaye kontrolünü, kambiyo kontrolünü getirerek bu krizi aşmanız mümkün değil. Umarım ki olmaz! Mevcut krizi aşmanın yolu, Türkiye’yi kapatmak değildir. Toplumla paylaşarak, toplumla ve uluslararası dayanışmayla bu krizi aşabilirsiniz.
SOSYAL MEDYAYI KISITLARSANIZ BU ÜLKEYE YAZIK OLUR: Medyada en ufak eleştirel yazı yazan köşe yazarları, hafifçe dokunduran gazeteciler işlerini kaybediyorsa, bir de sosyal medyayı kısıtlamaya dönük düzenlemeler getirirseniz bu ülkeye, bu insanlara yazık!
BİR YIL İÇİNDE ÇOK SAYIDA ÖZEL BANKA YÖNETİCİ GÖREVİNDEN UZAKLAŞTIRILDI: Çok sayıda banka yöneticisi görevlerinden uzaklaştırıldı son bir yıl içerisinde. Bu özel bankaları da kontrol altına almanın bir yöntemi. Düzenleme ve denetleme çerçevesi dışındaki müdahalelerle siz özel bankalara bir şeyler yaptırmaya çalışıyorsanız bu dünyada anında duyulur. Dünya Ekonomik Özgürlük Endeksinde Türkiye 180 ülke içinde 71’inci sıraya düşmüş durumda.
BELEDİYELERİN ÖNÜNÜ AÇIN, BIRAKIN İNSANLAR BİRBİRİNE YARDIM ETSİN: Bu kadar merkezi, tek bir noktadan yönetilen bir devletin bütün bu işlere yetişmesi mümkün değildir. İlçe belediyesi ilçeyi daha iyi görür. Bu dönemde yapılması gereken sivil toplum kuruluşlarının, belediyelerin tamamen önünü açmasıdır. İnsanlardan yardım çağrısı yapacağınıza bırakın insanlar birbirine yardım etsin! İnanın bunun on katı yardım toplanırdı. Yardım istediğinizde de yardım eden kim? Merkez Bankası, kamu kuruluşları… Devlet bir cebinden alıp diğerine koyuyor. 700-750 milyar dolar civarında büyüklüğü olan bir ekonomiye sahip Türkiye. Bir de toplanan yardıma bakın! Bir milyar civarında deniyor. Belediyeler iktidardayken belediyelere yaptıralım, belediyeler muhalefete geçince biz yapalım, bu kısır bir bakış açısı ve Türkiye’ye kazandırmaz.
LÜKS VE İSRAFA SON VERMEK GEREKİR: Bu kriz, ikinci dünya savaşından sonraki en sert, en büyük ekonomik şok. Böylesine olağanüstü şartlarda olağanüstü tedbirler gerekir. Öncelikle lüks ve israfa kesinlikle son vermek lazım. Devletin hem içeriden hem dışarıdan borçlanmaya ihtiyacı olacak. Merkez Bankası’na Türk Lirası üret demek, morfin etkisi yaratır. Merkez Bankasının bu operasyonların süresinin, sınırının belli olması lazım.
TÜRK LİRASI’NIN YANINDA DÖVİZ KAYNAĞI DA BULUNMALI: Türkiye’nin sadece Türk Lirası kaynak üreterek bu krizi aşmanız mümkün değil. TL bollaşırsa kur artar, enflasyon artar. Türkiye’nin bunu dengelemek için döviz kaynağı da bulması lazım. 2008-2009 krizinden sonra biz bütün uluslararası kuruluşlarda acil finansman imkanlarını oluşturacak yapılar kurduk. O kuruluşların çok itibar ettiği görüşler ve katkılar vererek bunları oluşturduk. Türkiye’nin şu anda, talep ettiği an devreye girecek kaynakları var bu uluslararası kuruluşların. Çok uygun maliyetli kaynaklar ve bu bizim hakkımız. Lütfen Hükümet baksın! Türkiye’nin şu an yüzde bir faizle hemen elde edeceği kaynaklar var bu sistemde.
ULUSLARARASI KURULUŞLARDAN PARA ALMAK İÇİN CİDDİ BİR U DÖNÜŞÜ GEREKİYOR: Öylesine bir politika izlendi ki son yıllarda, bir yabancı düşmanlığı, uluslararasıcılık düşmanlığı, dışarıda ne varsa bize düşman, bize bizden başka dost yok… Bu politika maalesef şu andaki yönetimi dar bir köşeye sıkıştırdı. Bu dar köşeden çıkmakta güçlük çekiyorlar. Ciddi bir U dönüşü gerekiyor bu mekanizmalardan istifade etmek için. 100’e yakın ülke bunlardan istifade etmek için süreç başlattı. “Biz bize bakalım, Merkez Bankası’nın Türk Lirası üretmesi de güzel şeymiş”, bununla istikrarı sağlayamayız. Bununla bir iki ay gider sonra çok daha derin bir şok yaşarız! Böylesi dönemlerde siyasi söylemlerin esiri olmamak lazım. İnsanlarımız neden inat uğruna fakirleşsin, işini kaybetsin! (DUVAR)