Ali Sirmen: Yargının hali
Türkiye’de “yargı reformu” tartışmalarına ışık tutmak...
2019 yılı biterken verilen iki mahkeme kararı, Türkiye’de “yargı reformu” tartışmalarına ışık tutmak ve ülkemizde yargının durumunu göstermek açısından son derecede önemlidir.
Tarih sırasıyla gidelim: 10 Aralık 2019’da Türkiye’nin de kurucu üyesi olduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) iki yılı aşkın süredir Gezi davası dolayısıyla tutuklu bulunan (ilk 16 ay boyunca hangi nedenle tutuklu olduğu da bilinmiyordu) iş insanı Osman Kavala’nın tutukluluğunun Ankara’nın da uyma yükümlülüğü altında olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin( AİHS) 5. ve 18. maddelerinin ihlali olduğunu bu yolla muhaliflere gözdağı verilmesi amacının güdüldüğünü, tutuklunun serbest bırakılması gerektiğini hükme bağlamıştı.
Bu durumda Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90. maddesinin amir hükmü gereğince Türkiye ihlali gidermek üzere, tutuklunun derhal bırakılması için gerekli işlemleri yapmak zorundaydı.
Ama gelin görün ki İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi, Gezi davasının, 24 Aralık’ta yapılan dördüncü duruşmasında, tutukluluk halinin devamına karar verdi.
Böylelikle Türkiye, dünya kamuoyunun gözündeki, altına imza koyduğu sözleşmeleri ve kendi anayasasını hiçe sayarak insan hakları ihlallerini hiç fütur etmeden sürdüren ülke konumunu biraz daha pekiştirmiştir.
* * *
Bu olayın üstünden daha bir hafta geçmeden İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesi, aralarında Emin Çölaşan, Necati Doğru, Metin Yılmaz, Yücel Arı ve Gökmen Ulu’nun da bulunduğu Sözcü’nün bazı yönetici, yazar ve çalışanlarına, “hiyerarşik yapısına dahil olmamakla birlikte FETÖ’ye bilerek ve isteyerek yardım etme” suçundan 1 yıl 3 ay ile 3yıl 6 ay arasında değişen hapis cezaları vermiştir.
Duruşmayı izleyen CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, karar hakkındaki düşüncelerini şu sözlerle dile getirmiştir:
“Bu davanın açılış biçimi, 37. Ağır Ceza Mahkemesi’ne düşürülmesi, böyle bir sonucun zaten baştan habercisiydi. Bu heyet, İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeyken Selahattin Demirtaş’a ceza verdi. Sonra bu heyet, olduğu gibi 37. Ağır Ceza heyeti yapıldı. Bu kez ÇHD üyesi avukatlara çok ağır cezalar verdi. Yine bu heyet, Canan Kaftancıoğlu’nu çok ağır şekilde cezalandırdı.”
Her iki yargı kararı da, 2019 Türkiyesi’nde yargının artık bir adalet arama mercii olmadığının, insanları korkutmak, sindirmek ,susturmak amacıyla kullanılan bir otomatik cezalandırma aracı olduğunun çarpıcı kanıtlarıdırlar.
Her iki karar da izan sahibi kişilerin vicdanlarını ve mantıklarını isyan ettirir. Bu isyan, daha “örgütün üyesi olmamakla birlikte...” diye başlayan tümcenin ilk sözcüğünde bayrağını açtırır. Bu mantık, “iktidara karşı olan, her türlü kötülüğün sorumlusudur; FETÖ bana karşı, bunlar da beni eleştirirken FETÖ’ye yardım etmiş oluyorlar” gibi abes bir mantığın ürünüdür.
Bu iki taze karar, iktidarın allayıp pullayarak sunduğu, Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun “Türkiye’nin demokrasiden sapmış olduğunu ileri sürenlere verilmiş tokat gibi” bir karşılık oluşturduğunu iddia ettiği yargı reformunun gerçek niteliğini de tartışma götürmez bir açıklıkla bir kez daha gözler önüne sererken, bağımsız olmayan yargıda reformun hiçbir anlam taşımadığının da çarpıcı bir örneğini oluşturmuştur.
Bu arada yargının İstanbul kanadındaki önde gelen kimi figürleri, bağımlı yargının zaman içinde, bağımlı olduğu odakları da müşgül durumda bırakacak davranışlar içine de girebileceğinin örneklerini veriyor.
Şimdiye dek, hep bağımlı yargıdan yakınanlar, yakında içinde, zulme biraz da kendi tuzu biberiyle katkıda bulunmak isteyen, başına buyruk türlü “fief”lerin bulunduğu, daha kaotik bir ortamla karşılaşmaya hazır olmalıdırlar.
İktidarın, zaman zaman amacı aşabilecek olan bu başıbozuk güçlerden yakınma hakkı yoktur. Çünkü bunları yargının başına musallat eden bizzat kendisidir.
ALİ SİRMEN / CUMHURİYET