'Anti-hukuk günlerinde'* AYM’den beklenen

Prof. Dr. Yaman Akdeniz Anayasa Mahkemesi’ne çağrıda bulundular:

'Anti-hukuk günlerinde'* AYM’den beklenen


Kemal Can
Kemal Can

[email protected]

'Anti-hukuk günlerinde'* AYM’den beklenen

Bugün (6 Mayıs 2020) Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, İnfaz Yasası’yla ilgili itiraz başvurusunu görüşecek. Hukuksal ve anayasal çok ciddi sakatlıklarla malul düzenlemenin, tarihin yargılamasına kalmadan önce düzeltilmesi için son fırsat. Anti –hukuk ikliminde yargı kurumlarının hiç olmazsa şekli bir direnç takati kalıp kalmadığının son işareti belki.

Korona salgını önlemlerinin gevşetilmesini içeren “normalleşme” planı önceki gün açıklandı. Normalleşme adımları bazı tıp uzmanlarının uyarılarına rağmen beklenenden biraz daha hızlı devreye girecek gibi görünüyor. Daha önceki önlemlerde, uygulamalarda olduğu gibi öncelikler meselesi yine hayli sorunlu: Örneğin parkları yasaklı tutarken AVM’leri açmak gibi. Önce satışı yasaklanan, sonra takılması mecbur edilen ama temin edilemeyen ve dağıtılamayan maskenin gecikmeli “özgürleştirilmesi” gibi. Olup olmayacağı belirsiz turizm sezonu erken başlasın diye üniversite sınavını öne çekip öğrencilerden alınan tepkilerin ardından “ama sınav kolay olacak” demek gibi.

Neyse, bütün bu yalpalamalara rağmen “normalleşme” ihtimalini duymak, sonuçlarıyla ilgili endişeler bâki kalsa bile bir rahatlama getiriyor. Umarız tehlikeli bir rahatlamaya neden olmaz bu. Diğer yandan bizzat Erdoğan tarafından açıklanan “normalleşme” planının sunumu sırasında, bir süredir büyük hız kazanmış olan bildiğimiz “siyasi normalin” tuhaf dilinde, pek bir değişme olmayacağı net anlaşıldı. Erdoğan, “normalleşme” konuşmasında bile yine CHP’ye yer ayırmayı başardı. Ayırdığı yerin son derece ağır ifadeler içeren pek hayırhah olmayan bir yer olduğunu söylemeye gerek yok.

Tamamen anti-politik bir içerik kazanmış “siyasetin”, “yeni normal” olarak sunulan anormalliklere ara vermesini beklemek, dev salgınla yaşamaya alışmaktan daha uzak bir ihtimal olarak duruyor. Anti-siyaset rüzgarı, siyasetin kesin katli sınırına doğru –failleri ve mağdurlarının ortak katkılarıyla- hızla ilerliyor. Hem iktidardakilerin hem muhalefetteki kimi kesimlerin; “sonucu belli, sonucu geçersiz, sonucu önemsiz, sonucu garantilenmiş, sonuç alınamaz” şeklinde etiketleyerek üzerinde tepindikleri seçime (sandığa) sıkışmış aritmetik direnç dışında pek siyaset alanı kalmadı.

Medya ve sosyal medyanın trolleşmesi yeterli gelmeyip daha açık kısıtlama, engelleme istendiğinin işaretleri de artıyor. Medyada kontrol altında olanların seviyesi, direnmeye çalışanların imkanları hızlı düşüş yaşıyor. Her alanın, her kavramın, her kurumun, her kesimin hareket alanı daraltılıyor; bu da yetmiyor tamamen ilga/imha adımları –en azından tehditleri- peş peşe geliyor. Uzun bir süredir tahribat yaşayan ve yaşatan yargı için de durum ağırlaşıyor. Ali Topuz “Anti-hukuk günlerinde yeni yargı” yazısında* şöyle diyordu: “Siyaset ilga edilirken yargıya biçilen görev siyasetin boğulmasıdır. Bu hukukla olamayacağı için anti-hukuk öne çıkıyor.”

Temel ve evrensel hukuk normlarını hiçe sayan yasalar, zorlama mevzuat değişiklikleri, kural dışı uygulamalar, alışılmadık usul ihlalleri ve hukuk dışı kararlarıyla yargı, “adaletle” bağını kestiği gibi yürürlükte olan kanunların bağlayıcılığını da dikkate almaz hale geldi. Yargı, siyaseti boğmaya çalışırken beraber dibe doğru ilerliyor. Örneğin gazetecilerin tutukluluğa itiraz duruşması kendilerine ve avukatlarına haber verilmeden (barodan avukat istenerek) ve “gizlice” yapılıveriyor. Elbette çıkan sonucu söylemeye bile gerek yok. Tıpkı daha önce Gezi Davası’nda tanığın gizlice “bilinmeyen” bir yerde dinlenmesinde olduğu gibi.

Soruşturmalar, gözaltı kararları ve tutuklamaların talimatla –hatta sosyal medyadan yapılan paylaşımlarla- yapılması artık inkar edilen bir şey olmaktan çıktı. “Tak diye gelen emri şak diye yapan” yargı, yeni sistemin “etkili yönetim” açısından övünç kaynağına dönüştü. Gündelik dildeki pek de saygın olmayan “çektiririm karakola” sözünün en sakil uygulamalarına tanık oluyoruz. Anti-hukuk fiilî bir uygulama pratiği olmanın yanında yasama utançları olarak meclisin siciline de ekleniyor. Geçtiğimiz günlerde meclisten çıkan infaz düzenlemesi kılığındaki kısmi ve adaletsiz af bunun zirve örneklerinden biri.

Bugün (6 Mayıs 2020) Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, İnfaz Yasası’yla ilgili itiraz başvurusunu görüşecek. Hukuksal ve anayasal çok ciddi sakatlıklarla malul düzenlemenin, tarihin yargılamasına kalmadan önce düzeltilmesi için son fırsat. Haksız yargılama ve tutuklamalar nedeniyle hukukları zaten çiğnenmiş insanların, yaşam haklarını ellerinden alabilecek vebalden kurtulmanın son imkanı. Anti –hukuk ikliminde yargı kurumlarının hiç olmazsa şekli bir direnç takati kalıp kalmadığının son işareti belki. Mecliste çokça tartışıldı, sivil toplum örgütleri, hukuk uzmanları, sesini duyurabildiği kadar kamuoyu itiraz etti, vicdanı olanlar sessiz kalamadı ama durdurulamadı.

Şimdi AYM’nin önünde ve artık her alanda karşılaştığımız soru yine gündemde: Liyakat mi sadakat mi belirleyici olacak? Bu kritik eşik öncesinde biri eski AYM hakimi, biri eski AYM raportörü, bir diğeri AİHM yargıcı olan 11 seçkin hukukçu bir bildiri yayınladılar. Emekli AYM üyesi Ali Güzel, Prof. Dr. Cem Eroğul, Prof. Dr. Ergun Özbudun, Yrd. Doç. Dr. Kerem Altıparmak, Prof. Dr. Köksal Bayraktar, Prof. Dr. Oktay Uygun, Prof. Dr. Osman Can, Prof. Dr. Ozan Erözden, Dr. Rıza Türmen, Prof. Dr. Rona Aybay, Prof. Dr. Yaman Akdeniz Anayasa Mahkemesi’ne çağrıda bulundular:

Özel af mahiyetinde düzenlemeleri barındıran bu yasada belirli bazı suçların yanında, muğlak terör örgütü üyeliği, yardım ve propaganda suçlamaları gerekçesiyle, gerçekte düşünce açıklamaları, kolektif özgürlük eylemleri veya basın faaliyetleri nedeniyle yargılanıp mahkûm edilen kişilerin başta ifade özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı olmak üzere anayasal hakları yok sayılmıştır (…) Çıkarılan yasa, infazda eşitliği gözetmemiştir. Aynı cezayı alan iki hükümlüden biri, suçunun türü nedeniyle infaz yasasındaki koşullu salıverme ve denetimli serbestlikten yararlanıp tahliye olurken, başka bir gruptaki hükümlü cezasını çekecektir ki, bu durum Anayasa’nın 10. Maddesindeki eşitlik ilkesine, 2. Maddedeki hukuk devleti ilkesine ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 14. Maddesine aykırıdır (…) Anayasa Mahkemesi’nin bu yanlışlıkları, denetim yetkisi ve özgürlükler lehine yorum imkânları çerçevesinde düzelteceğine inanıyoruz.”

Hukukun üstünlüğü endeksinde 128 ülke içinde 107’nci sıraya gerilemiş Türkiye’de, yüksek mahkemenin, iktidarın sipariş alarak hazırladığı “anti-hukuk”un zirve hamlelerinden birini düzeltmesini beklemek boş bir hayal midir? Siyaset, hukuk, toplumsal vasat, medya veya kültürel zemin gibi hemen her konuda, yaşanan olumsuzluklara, hayret uyandırması gereken gelişmelere ilişkin çok sık karşılaşılan bir tepki var: “Ne bekliyordunuz? Niye şaşırıyorsunuz?” Bu tepki, zaman zaman doğal bir serzenişin sınırlarını aşıp, iktidarda olanların “yeni normal” olarak dayattıklarını kabullenmenin bir başka yüzünü oluşturuyor: “Hukuk mu dediniz? Siyasetten bahsedilebilir mi? Medya mı kaldı?” Hak, özgürlük, adalet ve eşitlik talep etmek, talep etmekten vazgeçmemek, bunlara yönelen her saldırı için hayret ve itiraz etmek kabul ettirilmek istenen “normale” teslim olmamakla mümkün.


Kemal Can kimdir?

1964 yılında Düzce’de doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1986’da mezun oldu. 1984’de Gençlik ve Toplum dergisinde yazdı. 1986-87’de Yeni Gündem dergisinde 1987-90 döneminde Nokta dergisinde, 1990 yılında Sabah gazetesinde gazetecilik yaptı. 1993’de EP (Ekonomi Politika) dergisinde 1994’de Ekonomist dergisinde çalıştı. Yine aynı yıl Express dergisini çıkartan ekipte yer aldı. 1997 – 1999 döneminde Milliyet gazetesine yazı dizileri hazırladı. 1998’de Yeni Yüzyıl gazetesinde, 1999 yılında Artı Haber dergisinde çalıştı. Birikim dergisinde yazıları yayınlandı. 1999 yılında CNNTÜRK’te çalışmaya başlayarak televizyon gazeteciliğine geçti. 2000 yılından itibaren çalışmaya başladığı NTV’de sırasıyla politika danışmanlığı, editörlük, haber koordinatörlüğü ve genel müdür yardımcılığı görevlerinde bulundu. 2013 yılından itibaren kapatılana kadar İMC TV yayın danışmanlığını yaptı. Yazdığı ve yazar ekibinde yer aldığı kitaplar: Devlet Ocak Dergah (İletişim Yayınları 1991), Türkiye’de Sivil Toplum ve Milliyetçilik (İletişim Yayınları 2001), Türkiye Savaşın Neresinde (Metis Yayınları 2001), Homopolitikus Lider Biyografilerindeki Türkiye (Aykırı Yayınları 2001), Devlet ve Kuzgun (İletişim Yayınları 2004), Yoksulluk Halleri (İletişim Yayınları 2007).

DUVAR