Arap dünyasında geçen hafta: ABD ve İsrail İran'ı savaşa çekmek istiyor
'ABD VE İSRAİL İRAN’I SAVAŞA ÇEKMEK İSTİYOR'
Arap dünyasında geçen hafta: ABD ve İsrail İran'ı savaşa çekmek istiyor
Arap basınında geçen haftanın en önemli gündem maddelerinden biri ABD ve İsrail'in İran'a karşı hamleleri oldu. Gazeteler 20 Ocak'ta görevi devretmesi beklenen ABD Başkanı Donad Trump'ın giderayak İran'ı savaşa sokmak istediğini yazdı. Arap dünyasında yer bulan diğer konular Arap Baharı'nın 10. yılında, hareketin başladığı Tunus'un durumu ve Lübnan merkezli İsrail- Hizbullah gerilimi oldu.
Amerika Birleşik Devletleri’nin yeni başkanı seçilen Joe Biden’ın 20 Ocak’taki yemin törenine az bir zaman kala, Arap coğrafyasının gündeminde halen Donald Trump’ın giderayak bir savaş çıkarabileceği konuşuluyor.
Son olarak Trump’ın Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun başta terör örgütü El Kaide konusunda olmak üzere İran’ı hedef alan açıklamaları ve İsrail’in Suriye’nin doğusundaki İran’a bağlı askeri güçleri hedef alması, İran’a yönelik bir saldırı ihtimalinin daha fazla gündeme gelmesine neden oldu.
'ABD VE İSRAİL İRAN’I SAVAŞA ÇEKMEK İSTİYOR'
Trump’ın giderayak İran’a yönelik böyle bir adım atması artık çok zor gibi dursa da bazı Arap gazeteleri bu durumu, Trump ve İsrail’in kışkırtıcı adımlarıyla İran’ı bir çatışmaya çekmek istedikleri şeklinde yorumladı.
ABD’nin tehditleri ve İsrail’in İran’a ait hedefleri vurması karşısında ise İran’dan karşılık verileceği şeklinde gelen mesajlar ve açıklamalar, İran’a yakın Arap gazetelerinde bile eleştirilmeye başlandı. “Direniş Eksenine” yakın bir politik çizgide duran Rai Al Youm gazetesine göre, İran’ın bu saldırılar karşısında bir şey yapmaması ve saldırıların artması daha tehlikeli bir hal almaya başladı.
Suriye’nin resmi haber ajansı SANA, geçen çarşamba günü Deyr Ez Zor iline bağlı bazı bölgelerde hava saldırıları düzenlendiğini duyurmuştu. Daha sonra yapılan açıklamalarda ise bu saldırıların İsrail tarafından İran’a yakın gruplara yönelik olduğu belirtilmişti.
'ARAP BAHARI’NIN 10. YILI'
10 sene önce Tunus’ta fitili ateşlen ve daha sonra “Arap Baharı” olarak adlandırılan sürecin başlamasının üzerinden 10 yıl geçti.
Tunuslu bir seyyar satıcı olan Muhammed Buazizi’nin kendini yakmasıyla 2010’un Aralık ayında başlayan gösteriler, devlet başkanı Zeynel Abidin Bin Ali’nin 14 Ocak 2011’de ülkeyi terk etmesiyle sonuçlandı. Bin Ali’nin devrilmesi Tunus’ta “Yasemin Devrimi” olarak adlandırıldı.
Aradan geçen 10 yıla rağmen Tunus, diğer bazı Arap ülkeleri gibi (Suriye, Libya, Yemen) iç savaşa sürüklenmedi ve dış askeri müdahalelere maruz kalmadı. Ancak halkın 10 sene önce sokaklara çıkmasına neden olan kötü yaşam koşulları düzelmek yerine daha da kötüye gitti. Bu durum da, birçok kesimde “devrimin yolundan saptığı” şeklinde bir algı oluşmasına neden oldu.
Tunus’ta gelinen noktada en yaygın eleştirilerin başında, 23 yıllık diktatörü deviren sürecin, sadece “demokrasi mücadelesi” bağlamında gündeme gelmesi ve sosyal adaletin sağlanması ile işsizlik ve yolsuzluğa son verilmesi gibi gösterilerin temel taleplerinin unutulması(?) gelmekte.
'İRAN’IN KARŞILIK VERMEMESİ SALDIRILARIN ARTMASINA NEDEN OLUYOR'
“İsrail uçaklarının geçtiğimiz çarşamba günü Deyre Ez Zor’daki El Bukemal bölgesinde İran’a yakın gruplara ait hedeflere yönelik düzenlediği ve 60 kişinin hayatını kaybettiği saldırı çok açıktır ki, İran’ı karşılık vermeye zorlamak ve kışkırtmak için yapılan en son girişimdir. Bu da, İran’ın vereceği herhangi bir yanıtın, Trump yönetiminin uzun süredir planladığı saldırıyı Joe Biden’ın görevi devralmasından önce düzenlemeye bir gerekçe oluşturması içindir.
Suriye resmi haber ajansı SANA’da yayınlanan ve Suriye ordusuna ait beyanda –ki böyle bir açıklama ilk defa yayınlanıyor– Irak sınırındaki saldırının İran tarafından desteklenen gruplara yönelik olduğu belirtildi.
'ABD’DEN İSRAİL’E SALDIRI YETKİSİ'
“Son dönemlerde İsrail işgal ordusu tarafından Suriye’nin doğusundaki El Bukemal ve Meyadin bölgelerindeki birçok noktayı hedef alan saldırılarda çok fazla kişinin ölmesinin sebebi netleşmedi. Fırat Post sitesinin haberine göre, söz konusu bölgelerdeki askeri konuşlanmayla ilgili bilgiler gösteriyor ki saldırılar, çoğunluğu Pakistanlılardan oluşan Zeynebiyyun tugayları ile çoğunluğu Afganlardan oluşan Fatimiyyun tugaylarını hedef aldı. İsrail’in sınırlı bir eğitim ve güce sahip unsurlardan oluşan bu gruplara neden kasıtlı bir şekilde bu derecede ağır kayıp verdirdiği soru işaretleri doğurmaktadır.
Daha önce çoğu saldırısında (Jerussalem Post gazetesine göre son 5 yılda 1000 hava saldırısı) sorumluluğunu kabul etmekten imtina eden İsrail’in bu saldırılarında yeni olan durum, ABD’nin İsrail’e saldırıları için bilgi aktardığına dair haberlerin sızdırılmasıdır. Buna göre ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ile Mossad Başkanı Yossi Kohen’e Washington’da bir buluşmada bu bilgileri vermiştir.
Bu saldırılarda, İsrail’e Suriye topraklarında Tahran ile mücadelede daha açık bir yetki verilmesi bağlamında mesajın net olarak Tahran’a verildiği söylenebilir.” (Subhi Hadidi / Kuds El Arabi gazetesi)
'HİZBULLAH VE İSRAİL’İN KARŞILIKLI TEHDİTLERİ'
“İsrail’in Lübnan’ın hava sahasındaki egemenliğini ihlal etmesi yeni bir durum değil ama yüksek maliyetine rağmen bu ihlaller son dönemlerde önemli ölçüde arttı. Birçok kesim bu ihlallerin İsrail ve Hizbullah arasındaki savaş için bir hazırlık olmasından endişe etti. Peki, bu yerinde bir endişe mi?
Her şeyden önce, İsrail ve Hizbullah arasındaki çatışma riskinin, artık sınır şeridi seviyesindeki karşılıklı askeri hazırlıklarla sınırlı olmadığına dikkat edilmelidir.
Lübnan’da İsrailliler ve Hizbullah arasında bir çatışma çıkma olasılığı konusunda, her ne kadar ABD’nin görev süresi bitmiş olan başkanı Donald Trump’ın bu konuda yarattığı tehlike geçmiş olsa da, iç sorunlardan kaçmak isteyen İsrail başbakanı Bünyamin Netenyahu’nun böyle bir adıma sığınması hâlâ ihtimal dâhilinde.
Gün geçmiyor ki, İsrail tarafından, Hizbullah’ın güneyde herhangi bir operasyona girişmesi durumunda Lübnan’da geniş çaplı bir karşılık vereceği şeklindeki tehditlerini duymayalım. Diğer taraf da, Lübnan’a yönelik herhangi bir saldırıya karşılık olarak İsrail’in derinliklerinin vurulması için füzelerin hazır durumda olduğunu belirtiyor. Ancak şu bir gerçektir ki İsrail ve Hizbullah, 2016’dan beri devam eden tehditlerini pratiğe dökseydi İsrail ve Lübnan birçok kez yerle bir edilmiş olacaktı.” (Naci El Bustani / Lübnan El Nashra Gazetesi)
'10 YIL SONRA TUNUS'
“On yıl önce Tunuslular açısından yaşananlar sadece iktidardaki tekeli sona erdirmekle sınırlı değildi. Aksine ilk hedefleri günlük yaşantılarında rahata ermek, özgürlüğe kavuşmak ve bunu aşamalı olarak kalıcı hale getirmekti. Ancak 2011’den itibaren ardı ardına gelen hükümetler bunu gerçekleştirmek konusunda aciz kaldı. Bu da devrimin gücünün kaybolduğu ve demokrasi illüzyonunu aşındırmaya başladığı izlenimi uyandırdı.
İslamcılardan liberallere ve solculara kadar Tunuslu siyasi güçler, bir devlet kavramının olmamasından muzdarip ve onun yerine iktidara sarılmaktadır. Hayati önem taşıyan kurumlarda büyük bir zayıflığın olması ve ekonominin her alanında reforma yönelik gereken önemin verilmemesi oldukça belirgin bir hal almış durumda.
Tunus devrimi her ne kadar Bin Ali iktidarını deviren siyasi ayaklanmayla bağlantılandırılsa da, aslında onun tetikleyen dinamik ekonomik ve sosyal marjinalleştirmeydi. Bu yüzdendir ki, birçok bölgede talepleri devlet tarafından karşılanmayan vatandaşlar, devletle karşı karşıya kaldılar.
Birçok vatandaş açısından siyasi olarak ilerleme kaydedilmesi, daha iyi yaşam standartlarına ve onurlu yaşama ulaşılmasında kendini göstermedi. Sosyal adaletin tesis edilmesi, yolsuzlukla mücadele edilmesi ve istihdam alanında iyileştirmeler gerçekleşmedi. Aksine son yıllarda daha da kötüye gitti.” (Riad Bouazza / El Arab gazetesi)