Arınç’ı susturun!
“KHK mağdurlarını” kastettiği de açıktır.
Bülent Arınç Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyesi de olsa susacak bir insan değil; onun doğruları, yanlışları tartışılabilir ama inandığı doğruları söylemekten geri kalmadığı da bellidir.
“KHK bir faciadır” derken “Kanun Hükmünde Kararname” kavramını değil, “KHK mağdurlarını” kastettiği de açıktır.
KHK gibi idari-siyasi bir tasarrufla işini ve itibarını kaybeden, ama haklarında soruşturma bile açılmayan ya da yargıda beraat eden onbinlerce insan var; bunu kim inkar edebilir?
Maalesef “sorun odaklı” ve rasyonel düşünmek yerine “siyaset” odaklı ve tarafgir düşünüyoruz. İyiler ve doğrular “siyasi” tercihlerimize göre oluşuyor! İyileri ve doğruları hukuk, hakkaniyet, rasyonellik gibi açılardan düşünmüyoruz.
Böyle olduğu için değil midir ki, yüz yıldır çözemediğimiz sorunlar var.
‘MERHAMET’ İYİDİR
KHK ile insanların delilsiz, yargılamasız işten atılmalarını, ekmek ve onurlarıyla oynanmasını doğru bularak “susturun” diyenler çıksın, bunun doğru olduğunu savunsun. Hukuktan, anayasadan, toplumsal barış ve aidiyet gibi ilkelerden gerekçeleri her neyse göstersinler.
Elbette 15 Temmuz şehitlerinin yüksek bir manevi değeri var. Fakat onların katilleri, tankla, topla, tüfekle, bombayla karadan ve havadan insanlara ve kurumlara saldıranlardı; en ağır cezalarla yargılanıyor, bir kısmı da mahkum oldu.
Ama haklarında soruşturma açmak için bırakın “delil”i, “makul şüphe” bile bulunmayan insanlar… Yahut yargılanıp beraat eden insanlar…
Bu insanları o katillerle aynı kefeye koyarak “bunlar” diye genellemek, ekmekleriyle ve onurlarıyla oynamak hangi vicdana, hangi hukuka uyar?
Bu yargısız infaz değil midir?
Camide “merhamet” diye konuşup siyaset kürsüsünde acımasızlığı savunmak çelişki değil mi?
Şemseddin Sami’nin “Kamus-ı Türki”sinden Yaşar Çağbayır’ın “Ötüken Osmanlı Türkçesi Sözlügü’ne kadar bütün muteber lügatlere bakın, “merhamet” demek, “acımak” demektir. Acıma duygusudur.
Acımasızlık İslami ve insani bir erdem olamaz.
AYM NE DİYOR?
Anayasa Mahkemesi’ne göre “Kamu personeli olarak görev yapan kişilerin bulundukları görevlerden alınmalarını gerektiren haklı bir neden olmadıkça görevlerine son verilememesi, hukuki güvenlik ilkesinin bir gereğidir” (Karar No: 2014/81)
15 Temmuz darbe girişimi kamu görevlerinden tasfiye için “haklı bir neden”dir elbette…
Fakat üç yılı aşkın zaman geçti, bırakın darbe eylemine katılmayı, örgütle hukuki anlamda ilişkisine dair hiç delil olmayan ya da yargılanıp aklanan insanlar için artık “haklı neden”den bahsedilemez. “İrtibat ve iltisak” gibi hukuki tanımı olmayan, bu yüzden siyasi ve kişisel suistimale açık kavramlarla bu mağduriyetleri sürdürmek hukuk devletine yakışmaz.
AYM aynı kararında, kamu görevlerini düzenlemek için kanun çıkarılabileceğini söylüyor; tabii KHK da çıkarılabilir. Fakat AYM “kazanılmış haklarını ihlal etmeyen düzenlemeler” kaydını koyuyor.
KHK mağdurları için ne “kazanılmış hak” gözetildi, ne başka bir işte çalışmalarına imkan verildi!
Sürekli olarak “bunlar” genellemesiyle darbecilerle ve örgütün illegal tarafıyla beraberlermiş gibi gösterilmeleri onları toplumda “damgalı” durumuna düşürdü, mağduriyetleri katmerli hale geldi.
DEVLETİN İTİBARI
Tom Hanks’in “Casuslar Köprüsü” filminden birkaç defa bahsettim. Film’de Tom Hanks bir Sovyet casusunun avukatı rolündedir. Soğuk Harbin en kızgın zamanı… Bir vatan haininin nasıl avukatı olursun diye eleştirilere maruz kalır.
Bunu diyenlere Tom Hanks Sovyetlere karşı savundukları sistemde “savunma hakkı”nın kutsal olduğunu hatırlatıyordu.
Devletin itibarı, hukuka bağlıdır. Adaletin gereği, daha çok insanı dışlamak, daha çok insanı cezalandırmak değil, “at izi ile it izini” ayırarak “adalet dağıtmak”, suçu sabit olmayan insanları topluma kazanmaktır.
Türkiye Cumhuriyeti’ne sadakati, bu ülkeye aidiyet duygusunu güçlendirmenin en önemli yollarından biri devletin adil olmasıdır. Hukukun üstün olmasıdır.
Hakkaniyetin gözetilmesidir.
Bu bakımından mağduriyetleri gidermek hukuki ve insani bir görev olduğu gibi ülkenin uzun vadede hukuki sağlamlığını güçlendirmek için de zorunludur.