Avrupa göçe kapılarını kapatıyor... Türkiye'yi bekleyen tehlike
GÜNÜMÜZDE GÖÇ NEDİR?
Avrupa göçe kapılarını kapatıyor... Türkiye'yi bekleyen tehlike
Kayahan Uygur yazdı...
Avrupa’nın siyasal İslam’a ve Müslüman çoğunluklu ülkelerden gelen göçe karşı tavrı 2015’den sonra çok değişti. Elbette bunun görünür nedeni Arap kökenli teröristlerin özellikle Fransa ve Belçika’da yaptıkları ve yüzlerce kişiyi öldürdükleri vahşice eylemler oldu. Fransa dış güvenlik ve istihbarat örgütü DGSE’nin eski başkanı Pierre Brochand’ın Senato’da yaptığı bir konuşma yeni bir politikanın ipuçlarını açıklıyor.
Brochand’ın “De Gaulle Dostları” adlı senatörler grubuna hitaben 15 Kasım’da yaptığı özel konuşmanın metni geçtiğimiz hafta “Le Figaro” tarafından yayınlandı. Bu konuşma Fransız Parlamentosu’nda Salı günü başlayacak olan göçmenlik konulu genel görüşme öncesi sadece De Gaulle’ün ülkesini ve Avrupa’yı değil birçok yönleriyle bizi de ilgilendiriyor. Kimileri farkında olmadan edindikleri ümmet aidiyeti duygusu nedeniyle konuşmanın içeriğinden hoşlanmayabilirler, üslup da biraz sert olabilir ama herkesin metni dikkatle incelemesinde yarar var.
GÜNÜMÜZDE GÖÇ NEDİR?
Fransız istihbaratçı çok önemli saptamalarda bulunuyor: Göç, sadece insanların başka topraklara yerleşmesi değildir, onlarla birlikte dış sorunlar, dünyadaki tüm çatışmalar da ülkeye ithal edilmiş oluyor. Başka halkların sorunu olması gereken konular ister istemez yerli halkı da içine çekiyor. Göçmenlik insanların teker teker adres değiştirmesi değildir, bir ülke içinde yeni insan grupları ortaya çıkması ya da zaten oluşmuş olan grupların güçlenmesidir.
Göç belli bir nüfusun bir kereliğine bir ülkeye yerleşmesiyle bitmiyor. Gelenler başkalarının öncüsü oluyor, aile birleşimlerinden köy birleşimlerine ve bazı bölgelerin toptan yer değiştirmesine kadar varıyor. Kontrol edilmeyen göçmenliğin bir kartopu gibi büyüyerek koca ülkeleri altında bırakan bir çığa dönüşmesi her zaman mümkündür.
Fransız istihbaratçı konuşmasında sadece Fransa’yı anlatmış olmuyor. Diyor ki, “Fransa’ya göç akını Fransız toplumunu üçüncü dünyaya benzetti, kilit alanlarda eğitimde, üretkenlikte, kamu hizmetlerinde, güvenlikte hatta nezakette sürekli bir gerilemeye yol açtı. Elbette kötü giden her şeyde suçlu olarak göçü görmek yanlıştır ama onun payının da yeteri kadar hesaba katılmadığını bilmek gerekir”.
Aynı zamanda bir diplomat ve yazar olan DGSE eski başkanı konuşmasında liberal iktisatçı ve düşünür Milton Friedman’ın “bireylerin serbest dolaşımı ile sosyal devletin bağdaşmayacağı” yolundaki sözünü anımsatıyor. Günümüz dünyasında katkı payı ödenmeden sunulan ve herkese açık olan sosyal hizmetlerin göçmenleri bir mıknatıs gibi kendine çekmesinin normal olduğunu belirtiyor.
GÖÇ NE GİBİ RİSKLER TAŞIYOR?
Brochand’ın konuşmasında ilginç bir bölüm şöyle:
“Dünya gerçekliği ne hoştur, ne de neşe dolu, ona lanet etmek de intihar demektir çünkü öfkeniz bumerang gibi gelir sizi vurur hem de 5 misliyle. Ve eylemde günahların en kötüsü kendi arzularını gerçek sanmaktır. Gelmekte olan kötülük kesin olmasa da onu engellemek için öngörü sahibi olmak gerekir. “Mülti” özelliği taşıyan toplumlar parçalanmaya mahkûmdur. Biz bir arada yaşamak istemeyen insanları birlikte tutmak açısından kendimizi Lübnanlılardan veya Yugoslavlardan daha kurnaz görmemeliyiz. İnsan grupları arasındaki ilişkide hiç kimse bir başkasına hediye vermez ve akıl verenler The New York Times gazetesi ya da SOS Akdeniz yardım kuruluşu da olsalar bedel ödeyecek olanlar onlar değildir ve kendi yaşamsal çıkarlarımızı ancak biz koruyabiliriz, kimse bunu bizim yerimize yapmaz.”
Brochand göçmenliğin Fransa’da kapanmış soruları tekrar deştiğini anımsatıyor. Laiklik sorunu 1905’te, sömürgecilik 1962’de ve ırkçılık da 1945’te çözülmüşken göçle birlikte eski tartışmaların yeniden canlandırıldığını söylüyor. DGSE eski başkanı “geçmişi tartışalım” önerisiyle ortaya atılanların önce geçmişin gerçekten geçip geçmediği konusuna açıklık getirmelerini istiyor. Geçmiş mi tartışılıyor, yoksa bugün mü? Masum bir ahlaki tartışma olarak geçmişi gündeme getirip gerçekte yeni bir kapışma hazırlamak hiç de masum değildir ve bunun anlaşılmadığını sananlar da yanılmaktadır. Kendini çok güçlü, asker ümmet ve ilahi olarak haklı sanan Müslüman halkların son yüzyıllarda yaşadıkları yenilgileri ve geri kalmışlığı hazmedemedikleri bir sır değildir. Küreselleşmenin doğurduğu bazı fırsatlar bu sönmüş yanardağı uyandırmış ve oluşan patlamada cihatçılık, selefilik, İslamcılık, yeniden kültürel İslamlaşma gibi akımlar ortaya çıkmıştır. Sorun kültürel azınlık haklarının çok ötesinde her çeşit çatışma tohumlarını kendi içinde taşımaktadır.
Fransız istihbaratçının anlattıklarından Türkiye gerçeğine dönecek olursak ülkemize milyonlarla yerleşecek olan Arapların da Osmanlılar hakkında Türkiye’de anlatılanlara inanacaklarını ve toplum içinde ayrı topluluklar oluşturmaya girişmeyeceklerini sanmak da aşırı bir saflık olur. Ancak DGSE eski başkanı göçmenlerin eski din, ırk ve sömürgecilik çatışmalarını yeniden tutuşturduklarını söylemekle yetinmiyor, Arap-İslam kültürüne has yeni üç olguya dikkat çekiyor ki ülkemiz açısından da geçerli bir saptama bu:
ARAP-İSLAM GÖÇÜNÜN ÜÇ YENİ ÖZELLİĞİ
“-Birincisi başka bir zamana ait uyumsuz, gelinen ülkeden kaynaklanan ve bizim yaşam biçimimize zıt topluluksal geleneklerin içimize girmesidir. Kan bağlarının önceliği, sadece babaya dayanan akrabalık, kadınların kontrolü, cinsiyetin sosyal denetimi, dışa kapalı akraba evlilikleri, şeref kodu ve buna ek olarak bireysel adalet, dişe diş göze göz yasası, suçu ve suçluyu gizleme sessizliği, özgüven ve öz sevginin aşırı büyümesi, özeleştiriye uyumsuzluk… Tabii çok eşliliği, kadın sünnetini, hatta büyücülüğü de unutmamak gerek.
“-Hiç duyulmamış başka bir ayrışma: yeni gelenlerin kökenlerine adanmış milliyetçiliği, geldiği ülkenin hukuksal ve manevi vatandaşlığına bağlılık ve efsaneleştirilmedir… Yeni aldığı pasaport ile bağlılık duyulan eski ülke arasında farklılığın yarattığı tüm tahribat da cabasıdır.
“-Son olarak, pasta üstünde kiraz, başka yerden gelen toplulukların sadece Fransa ile anlaşmazlığa düşmemeleri aynı zamanda kendi aralarında da çekişme olmasıdır. Mağribî/Siyah Afrikalı, Cezayirli/Faslı, Türk/Kürt ve Ermeni çatışmaları, Afgan, Çeçen, Sudanlı, Eritreli, Somalili, Pakistanlı her biri kendi yönünden patlamaya hazır ve hepsi çingenelerden nefret etmekte. Paraşütle inmiş ve oryantal tipte korkunç bir antisemitizmi de unutmayalım.”
ÖNERİLEN ÖNLEMLER
Fransa’ya her yıl 500 bin göçmen geldiğini açıklayan ve bunu çok sakıncalı bulan Fransız istihbaratçısı şu önlemlerin alınmasını öneriyor:
-Göç politikasının değiştiğini açıklamak, yasal ve kontrol edilebilen göçü 10’da 1’e indirmek…
-Aynı ölçüde vatandaşlığa geçişleri de kısıtlamak, otomatik vatandaşlığı kaldırmak…
-Yasadışı göçü engellemek için vizeleri 20’de 30’da 1’e indirmek, riskli ülkelerden öğrenci vizelerini dahi kısmak, ülke topraklarında hiçbir iltica talebini kabul etmemek, hileyi ödüllendirmeyi kaldırmak (devlet sağlık yardımı, barınak, gemilerin yanaşması) …
- Fransa’nın çekiciliğini önlemek için içinde katkı payı olmayan tüm sosyal hizmetleri yabancılar için kaldırmak, bunu sosyal mesken sağlanması dâhil olarak ve çocuk yardımını Fransız ailelerindeki gibi 3 çocukla sınırlayarak yapmak…
-Diasporaların genişlemesini önlemek için oturma izinlerini sınırlamak ve otomatik uzatmayı kaldırmak…
-Laik devlet ilkesini korumak ve İslamcılığın meydan okumasını sadece devlette ve okulda değil kamusal alanda, üniversitede ve iş dünyasında etkisiz hale getirmek.”
TÜRKİYE’Yİ NE BEKLİYOR?
Görüldüğü gibi Fransızların sütten ağızları yanmış yoğurdu üfleyerek yemeyi tercih ediyorlar. Avrupa Parlamentosu’nun solcu etiketli Yunanlı Başkan Yardımcısının İslamcı Katar’dan para aldığının ortaya çıktığı bir ortamda yaşıyoruz. Umarım Brochand’ın konuşması Batı Avrupa ülkelerinde göçmenlik ve İslamcılık konusunda değişen hava hakkında yeterince bilgi veriyordur. Dikkat ettiyseniz, bu yazının ikinci cümlesinde “görünür neden” ifadesini kullanıyorum. Peki, Batı Avrupa’da göçe ve Ortadoğu-Kuzey Afrika göçmenlerine karşı değişen tavrın asıl nedeni nedir?
Dünyada önemli gelişmeler var. Bunlardan birincisi kapitalizmin merkez ülkelerinin iklim değişikliğiyle mücadele gerekçesiyle fosil yakıt kullanımından 15-20 yıl içinde vaz geçeceklerini açıklamaları. İkinci önemli gelişme ise iklim değişikliği nedeniyle artan kuraklık olarak görülüyor. Bu iki nedenin Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dan orta vadede çok önemli bir göç dalgası beklendiğini ortaya koyduğu apaçık belli. Petrolsüz ve kurak bir Ortadoğu, daha genel anlamıyla İslam dünyası yok olmanın kıyısına gelmiştir. Ve tüm bu gelişmeler Türkiye’de sayıları şu anda 10 milyon civarında olan göçmenlerin sadece bir öncü güç olduğunu gösterir.
Fransız DGSE eski Başkanı Pierre Brochand’a göre göç Fransa’nın en can alıcı sorunu. Peki, Türkiye için göç nedir? Türk göçünden 1000 yıl sonra Anadolu’ya devasa bir Arap göçü ve çıkacak kargaşa içinde devletin yok olması riski. Durum bu kadar açık ve net olarak ortada… Kuşkusuz gerçekleri oldukları gibi kabul etmesini bilenler için.
Odatv.com