Avrupa, Rusya’nın Farkında mı?

Rusya’nın İlişki Ağı

Avrupa, Rusya’nın Farkında mı?


Avrupa’nın Rus doğal gazına bağımlılığı, NATO ittifakı içerisinde eskiden beri devam eden ve yeni ortaya çıkan görüş ayrılıkları, Batı sistemini Rusya konusunda atalete sevk etmektedir. Genelde Batı, özelde Avrupa, kronik aktüel sorunlarla karşı karşıyadır. Bu sebeple dikkatler, Rus yayılmacılığı üzerinde yoğunlaşamamaktadır.


 

Rusya’nın İlişki Ağı

Hiç kuşku yok ki, Rusya’nın Ortadoğu coğrafyasına ilgisi Suriye ile sınırlı değil. Rusya aynı zamanda İsrail’in en önemli dostları arasında yer alıyor. Ayrıca Irak ve Suriye’de ılımlı ve radikal Kürt siyasal hizipleri ile diyalog içerisinde. Bu noktada Rusya’nın Türkiye ile çok yakın ilişki ve iş birliği tesis ettiği dönemlerde bile Moskova’daki PYD/PKK temsilciliği faaliyetlerini sonlandırılmadığını hatırlamak gerek. Putin, Libya iç savaşında ayrılıkçı lider general Hafter’i desteklemektedir. Rusya’nın Ortadoğu’da dikkat çekmeyen bir diğer açılımı da Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile kurulan yakın ilişkiler. Moskova yönetimi, geleneksel olarak ABD muhibbi kabul edilen İslam dünyasındaki krallık ve hanedan yönetimleri ile yakınlaşmakta sayısız yararlar görüyor. Bu kategorideki ülkelerin bir bölümü OPEC üyesi ve bu kanaldan söz konusu ülkeler üzerinde nüfuz tesis etme gayreti içerisinde. Bir başka açıdan reelpolitik Rusya’yı İslam dünyası ile yakınlaşmaya itiyor. Sınırları içerisinde 30 milyonun üzerinde Müslüman azınlık yaşayan Rusya, 2005’ten beri İslam İşbirliği Teşkilatı’nda gözlemci üye olarak bulunuyor.

Rusya’nın İran ile yakın ilişkisi ise hiç kimse için sır değil. Ayetullah Humeyni’nin 1985’te Gorbaçov’a mektup yazması ile başlayan yakınlaşma, o tarihten günümüze artarak devam etti. Hazar Denizi’ne sahildar devletlerin 2018’de mutabakat sağladıkları özel statü rejimi büyük ölçüde Rusya ve İran’ın istekleri doğrultusunda şekillendi. Yeni anlaşmaya göre Hazar Denizi, sahildar olmayan ülkelerin donanmalarına kapatılıyordu. Rusya ve İran’ın iş birliği yaptıkları bir başka örnek de Dağlık Karabağ sorunu. Rusya, bu ihtilafta İran ile de iş birliği yaparak Ermenistan lehine tavır aldı.

 

Nüfuz Bölgesi

Bu çalışma, post-SSCB dönemde Rusya’nın nüfuz bölgelerinin tedricen nasıl genişlediğini ortaya koyma amacı taşımaktadır. İkinci olarak Rusya’nın coğrafi ve nüfuz alanı olarak yayılması karşısında Avrupa’nın tutumu ele alınacaktır.

Öncelikle belirtilmesi gereken nokta, Rusya’nın genişleme alanları yakın çevre olarak kabul ettiği eski SSCB ülkeleri ile sınırlı değil. Rusya aynı zamanda Ortadoğu, Balkanlar ve Avrupa üzerinde söz sahibi olmak, bu coğrafyalarda nüfuz alanını genişletmek istemektedir. Rusya’nın Avrupa’daki yumuşak karnı, AB ve NATO’nun Doğu’ya doğru genişlemesidir. Rusya, 1990’larda SSCB sonrası dönemdeki güçsüzlüğü nedeniyle “Barış İçin Ortaklık” adı altında yürütülen NATO genişlemesini engelleyememiş, hatta Boris Yeltsin iktidarı döneminde güçlü olan Atlantikçilerin etkisiyle, “Rusya’nın da esasen Batı Kulübü üyesi” olduğu tartışması yaşanmıştı. Bu ekolün tasfiye olması ve yerine Çarlık dönemi ve SSCB hayallerini gündemde tutan Avrasyacıların gelmesi, iç güvenlik, dış politika ve savunma alanlarında strateji ve doktrinlerin değişmesine neden oldu.

 

Derin Devletin Stratejisi

Rusya’yı Mart 2000’den beri Vladimir Putin yönetiyor. SSCB’nin dağılmasının ardından ardıl devlet olarak BM Güvenlik Konseyi daimi üyeliği ve nükleer silahlar başta olmak üzere birçok alanda uluslararası yükümlülükler Rusya’ya miras kaldı. Ülke, SSCB sonrasında iki dönem Boris Yeltsin tarafından idare edildi. Yeltsin’in sağlık sebepleriyle görevi yürütemeyecek hale gelmesi üzerine eski KGB istasyon şefi olan Putin, 1999’un son gününde ülkeyi seçimlere götürecek geçici başkan olarak atandı. Bu atamanın ardından seçimlere kadar geçen sürede kesif bir medya propagandası ile Putin süper kahraman olarak kitlelere empoze edildi ve Mart’ta yapılan seçimler bu yöntemle kazanıldı. İki dönem başkanlık görevinin ardından anayasa üçüncü dönemi yasakladığından 2008-2012 döneminde Putin başbakanlık, yakın dostu Dimitri Medvedev de cumhurbaşkanlığı görevini üstlendi. Yarı başkanlık sistemi ile yönetilen ülkede Medvedev döneminde bile iktidar Putin tarafından idare ediliyordu. Anayasada yapılan yeni düzenleme ile cumhurbaşkanının görev süresi 6 yıla çıkarıldı. Putin, hem 2012, hem de 2018 seçilerinde başarılı oldu ve Rusya’nın tartışmasız lideri olduğunu tescil ettirdi. Şimdilerde 2024 sonrasında da Putin’in göreve devam etmesi için yeni formül arayışları üzerinde durulmaktadır.

Tam bu noktada sorulması gereken soru şudur: Putin’in 2000’den günümüze Rusya’da siyasal sistem, ekonomi politika ve dış ilişkileri yönlendiren tek lider olarak ortaya çıkması olağan/spontane bir gelişme midir? Yoksa inceden inceye kurgulanan bir derin devlet projesi sonucunda mı mümkün olmuştur? Tüm emareler ikinci seçeneğin geçerli olduğunu ortaya koymakta. Günümüzde Putin’in arkasındaki kamuoyu desteği yüzde 65 seviyesindedir. Bu sonuç, tek yönlü medya bombardımanı, muhalefetin sindirilmesi ve aykırı yayın yapan tüm kitle iletişim araçlarının “ajanlık yasası” ile susturulması ile mümkün oldu.

Rusya’da son 20 yılda ülkenin tek hakimi olan eski KGB görevlisi Putin, aslında derin devletin politikasını uygulamaya koyan bir teknokrat hüviyeti taşımaktadır. Bir başka ifadeyle Rusya’da Putin’in popüler hale getirilmesini kamu diplomasisi faaliyetinin sonucudur. Günümüzde Putin, sadece lideri olduğu Birleşik Rusya Partisi için değil aynı zamanda Çarlık dönemi özlemi çekenlerin, SSCB’yi yeniden canlandırmak isteyen komünistlerin, Avrasyacıların, askeri bürokrasinin ve Rus Ortodoks Kilisesi’nin de gizli veya açıktan desteklediği figürdür. Putin’in uygulamaya koyduğu güvenlik, savunma ve dış politika stratejileri, akil adamlar grubu tarafından kurgulanmaktadır.

Bu genel çerçeve içerisinde Rusya’nın dış dünya ile ilişkilerine bakıldığında iki nokta öne çıkmaktadır. Bunlardan ilki, Rusya’nın yeniden süper güç haline gelme hayali, ikincisi de eski SSCB coğrafyası başta olmak üzere Balkanlar, Doğu Avrupa ve Ortadoğu’da nüfuz alanını genişletme stratejisi. Bu kapsamda Putin idaresindeki Rusya’nın en önemli önceliği, NATO ve AB’nin etki alanını sınırlandırmak.

 

Rus Askeri Aracı
Suriye’nin Kuzey doğusundaki Haseke şehrinde bulunan M4 otoyolunda devriye gezen bir Rus askeri aracı, 22 Şubat 2020

Temel Doktrinler

Kadim bir devlet geleneği olan Rusların SSCB’nin dağılmasından ders çıkardıkları bir vakıadır. Bir ara dönem olarak kabul edilmesi gereken 1990’lardaki Yeltsin iktidarı döneminde geleceğe yönelik temel strateji ve doktrinler kurgulandı.

Rusya’nın askeri güvenlik doktrini ilk kez 1993’te yayınlandı ve 2000’lerde birkaç kez revize edildi. Bu doktrinde askeri blokların Rusya’ya doğru genişlemesi tehdit olarak değerlendirilmiştir. Doktrinde Rusya’ya yönelik dış tehdit NATO’nun genişlemesi, iç tehdit ise etnik ve dini aşırı akımlar olarak yer aldı.

Rusya’nın dış politika doktrinleri bakımından da benzeri bir durum söz konusudur. 1993’te kabul edilen ilk belgede eski SSCB coğrafyası nüfuz alanı ilan edildi. Temel argüman ve bakış açısı, 1823’te ABD’de ilan edilen Monreo Doktrini’nin aynısıydı. Rusya, “arka bahçe” kabul ettiği eski SSCB coğrafyasına başka güçlerin müdahale etmesini istemiyordu. Dış politika doktrini 2000, 2008, 2013 ve 2016’da revize edildi. Rusya, tek kutuplu dünyanın egemen gücü olan ABD’ye artık kendi sınırlarının dışında karşılık verecekti.

1997 tarihli Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’nde bir yandan iç tehditler, öte yandan nüfuz alanı olarak belirlenen yakın çevrenin kontrol altına alınması öngörülmüştü. Rusya, birkaç kez güncellenen bu belge mucibince Orta Asya Cumhuriyetleri ve Kafkasya üzerindeki nüfuzunu yeniden tesis etme ve güçlendirme çabasına girdi. Orta Asya’da Kırgızistan’ın dışında kalan ülkelerde yönetim SSCB döneminde yetişen lider ve bürokrasinin kontrolü altında bulunuyordu.

Güney Kafkas ülkelerinden Ermenistan ile Rusya çok yakın ilişki içerisindeydi. 2008’de Gürcistan’a müdahalesi Rusya’nın yayılma stratejisine geçtiğinin işaret fişeği olarak kabul edildi. Bu operasyonun sonucunda bir yandan Gürcistan’ın NATO üyeliği engellenirken, öte yandan özerk statüde bulunan Güney Osetya ve Abhazya bağımsızlık için tahrik edildi. Buralarda sadece Rusya tarafından tanınan devlet yapılanmaları oluşturuldu ve bunlarla askeri ve güvenlik anlaşmaları yapıldı, üsler kuruldu. Günümüzde hem Abhazya’nın hem de Güney Osetya’nın özerk bölge sınırlarını Rus askerleri korumaktadır.

 

Kırım’dan Doğu Avrupa’ya

Rusya’nın yayılmasında ikinci aşama, 2013’te Ukrayna’daki gelişmelere müdahale ile başladı. Ukrayna’da Yanukoviç yönetiminin AB ile yapmış olduğu anlaşmanın gereğini yerine getirmekten kaçınması üzerine patlak veren gösterilerin alevlenmesi üzerine, Rusya Sivastopol üssünden ve Kerç’ten Kırım’a asker soktu. Öte yandan Dinyeper nehrinin doğusunda bulunan Rus azınlık, merkezi yönetime karşı isyana teşvik edildi. Sonuç olarak, Donetsk ve Luhank bölgelerinde sadece Rusya tarafından tanınan Halk Cumhuriyetleri kuruldu. Kırım, Mart 2014’teki işgalin ardından sözde bir referandumla Rusya tarafından ilhak edildi. Günümüzde Donetsk ve Luhank bölgeleri fiilen Ukrayna’dan koparılmış durumdadır. Ukrayna’da yapılan genel seçimlere bu bölgeler katılamamaktadır. Kırım’ın ilhakının ardından AB tarafından Ukrayna’ya “yaptırım uygulanması” kararı alınmıştır. Karar, Kırım’ın ilhakına tepki olarak Rusya ile ticari ilişkilerin kısıtlanmasını öngörüyordu. Rusya üzerinden Batı Avrupa ve Balkanlar’a doğal gaz sevkiyatında bu kararın ardından bir aksama yaşanmadı. Daha da ilginci, yaptırım kararı alındığında inşa faaliyetleri süren Kuzey Akım-2 doğal gaz boru hattı faaliyetlerinin devam ettiğini gösteriyordu.

Rusya’nın Batı ile rekabet yaşadığı bir başka bölge ise Balkanlar olmuştur. Balkan ülkelerinin birbiri ardına AB ve NATO üyeliği yoluyla Batı kulübüne dahil olmaları sonrasında bile Rusya’nın bölge üzerinde nüfuz tesis etme ve güçlendirme çabaları sürdü. Kosova ihtilafında Sırpların lehine tavır alan Rusya, günümüzde, Sırbistan ve Karadağ’ın AB’ye katılım müzakereleri devam ederken bile değişik enstrümanlarla anılan ülkeleri ve diğerlerini etkilemek istemektedir. Rusya’nın bu çerçevede kullandığı araçların başında doğalgaz/enerji bağımlılığı gelmektedir. Ayrıca Rusya Balkanlar ve Doğu Avrupa’da kimi zaman Slav dayanışmasını, kimi zaman Rus Patrikhanesi merkezli Ortodoks gruplaşmasını öne çıkarmaktadır.

Ukrayna, Belarus ve Moldova dışında kalan Doğu Avrupa ülkelerinin NATO veya AB kanalıyla Batı sistemine dahil olmaları, Rusya bakımından her şeyin bittiği şeklinde algılanmamaktadır. Rusya yeni dönemde çeşitli araçlarla Batı sistemi üzerinde etki oluşturmaktadır. Bu kapsamda en yakın ilişki kurduğu ülkelerin başında Almanya gelmektedir. Öte yandan 2019’da Orta Menzilli Nükleer Silahlar Anlaşması (INF)’nın feshedilmesi Doğu Avrupa’da silahlanma yarışını gündeme getirdi. SSCB döneminde 1987’de imzalanan INF, karaya konuşlandırılan kısa (500-1000 km) ve orta (100-5500 km) menzilli füzelerin yasaklanmasını öngörüyordu. ABD, 2014’te Rusya’nın anlaşmayı ihlal ettiğini öne sürmüş ve 2019’da da askıya alınacağını duyurmuştu. Kısa bir süre sonra da Putin, Rusya’nın anlaşma yükümlülüklerinden çekildiğini açıkladı.

Günümüzde Rusya ile NATO arasında rekabet Balkanlar ve Orta Avrupa’da devam etmektedir. Öte yandan Rusya’nın Arap Baharı sonrasında Ortadoğu coğrafyası ile giderek artan ölçüde ilgilenmesini nüfuz alanını genişletme gayreti veya NATO’ya meydan okuma anlamına gelmektedir. Rusya, Batı ittifakı içerisindeki tartışmalardan azami derecede fayda sağlamayı ummaktadır. NATO ittifakı içerisindeki görüş ayrılıkları Rusya tarafından yakından takip edilmektedir. Çeşitli zirvelerde ABD tarafından ileri sürülen Avrupalı ortaklarından savunma harcamalarını artırmalarını talebi ihtilaf yaratan konuların başında gelmektedir. ABD tarafından dile getirilen 70 yıl boyunca Sovyet/Rus tehlikesine karşı Batı’yı savunduğu şeklindeki görüşler ve son olarak ABD’nin Pasifik bölgesine ağırlık verme çabaları, Rusya tarafından Batı ittifakında çatlak bulunduğu şeklinde okunmaktadır.

 

Normandiya Dörtlüsü Zirvesi

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Ukrayna Cumhurbaşkanı Vladimir Zelenskiy, Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Paris’te gerçekleştirilen “Normandiya Dörtlüsü” Zirvesi’nde, Ukrayna’nın doğusunda bulunan Donetsk ve Lugansk bölgelerinde ateşkes sağlanması konusunda anlaştı, 10 Aralık 2019

AB’nin Kronik Sorunları

Rusya’nın son 20 yıldır yeniden süper güç olma hayali ile hareket ettiği hiç kimse için sır değil. Rusya giderek artan ölçüde Ortadoğu ve Doğu Avrupa’da gücünü takviye etme çabası içerisinde. Bu genel çerçeve içerisinde Rusya’nın uluslararası siyasal sisteme bakışını neorealist karakter taşımaktadır. Buna karşılık bir ekonomik bütünleşme hareketi olan Avrupa’da ve başka yerlerde demokrasi insan hakları, hukuk devleti gibi normların savunuculuğunu yapmaktadır. AB’nin savunma ve güvenlikle ilgili faaliyetleri barış gücü operasyonları ile sınırlandırılmış durumdadır. Netice olarak, AB ve Rusya’nın bakış açıları birbirinden ayrışmakta, farklı öncülleri esas almaktadır. AB liberal değerlerin öncelik verirken, Rusya’nın ortaya koyduğu tutum, neo-realist teoriye uyarlık taşımaktadır. Rusya savunma ve güvenlik konularına ağırlık vermek suretiyle gücünü takviye etme gayreti içerisindedir. AB ise aktüel sorunlarla başa çıkamamaktadır. Euro bölgesi mali sıkıntıları, mülteci akını, Avrupa ülkelerinde aşırı milliyetçi siyasal partilerin güçlenmesi, yabancı düşmanlığı ve Brexit temel sorunlar olarak varlığını korumaktadır.

Öte yandan Avrupa’nın Rus doğalgazına bağımlılığı, NATO ittifakı içerisinde eskiden beri devam eden ve yeni ortaya çıkan görüş ayrılıkları, Batı sistemini Rusya konusunda atalete sevk etmektedir. Tüm bu hususlar birlikte ele alındığında şu iddia edilebilir. Genelde Batı, özelde Avrupa, kronik aktüel sorunlarla karşı karşıyadır. Bu sebeple dikkatler Rus yayılmacılığı üzerinde yoğunlaşamamaktadır.

https://kriterdergi.com/dis-politika/avrupa-rusyanin-farkinda-mi

İrfan Kaya Ülger / KRİTER DERGİ