Avukat Feyza Altun: ‘Mücadeleye devam’
Feyza Altun ile Cumhuriyet Pazar için bir söyleşi yaptık.
İlk romanı “Sınırda Üç Kadını” İnkilâp Yayınları etiketiyle okurla buluşan Feyza Altun yaşanmış kadın hikâyelerinden yola çıktığı kitabında sarsıcı meselelere eğiliyor. Feyza Altun ile Cumhuriyet Pazar için bir söyleşi yaptık.
Avukat Feyza Altun, teşbihte hata olmasın, sırtında hedef tahtasıyla dolaşanlardan adeta. En son Berna Laçin, Canan Kaftancıoğlu ve Nevşin Mengü ile birlikte adı sosyal medyada dolaşan bir tecavüz listesinde yer aldı. Muhalif kimliği sebebiyle türlü odakların saldırılarına maruz kalan Feyza Altun yıllardır icra ettiği avukatlık mesleği sebebiyle memleketteki kadına yönelik şiddetin de ilk elden tanıklarından. Altun’un bu tanıklıklardan yola çıkarak yazdığı ilk romanı “Sınırda Üç Kadın” geçenlerde okurla buluştu. Biz de son zamanlarda adet olduğu üzere uzaktan sorularımızı yönlendirerek İnkılâp Yayınları etiketiyle çıkan kitabını ve tabii ki bitmeyen hukuktan kadına şiddete, Türkiye’nin bitmek bilmeyen meselelerini konuştuk.
Daha önce de kitaplarınız olmuştu ama bu sefer bir romanla çıktınız okurların karşısına. Neden roman, öncelikle onu merak ediyorum. Roman yazmak hep var mıydı aklınızda?
Evet vardı, aslında böyle bir yeteneğimin olmasını hep istedim. Ne kadar başarılı olduğumu bilemiyorum, aslında önceki kitaplarımda da kısa öyküler vardı, her zaman deneme yazmışımdır.
‘BUNLAR MÜNFERİT OLAYLAR DEĞİL’
Gerçek olaylardan esinlendiğinizi vurgulamışsınız romanın hemen girişinde. Burada anlattığınız olayların roman formunda okura sunulması nasıl bir fark yatacak size göre?
İnsanlar bazen gördükleri okudukları şeylerin münferit olduğunu düşünüyor. Kurgudur deyip geçiyorlar. Ben istedim ki bu tür olayların münferit olmadığı görülsün. Her zaman, her yerde bazen kapı komşumuzda bazen çocuğumuzun okul arkadaşının evinde, bazen her gün gördüğümüz insanların evinde yaşanıyor bu olaylar
Romanda teşekkür ettiğiniz küçük kız kim peki?
Kendi küçüklüğüm. Çok teşekkürü hak eden bir çocuk benim küçüklüğüm.
“Alice Harikalar Diyarı”na çok fazla atıf var romanda. Ne ifade ediyor sizin için Alice?
Biliyorsunuz Alice’in neden nasıl yazıldığı konusunda birçok iddia var. Kitapta bağımlılığın anlatıldığı ya da borderline kişilik bozukluğunun anlatıldığına dair çok şey okudum. Psikiyatrik bir tanıya gönderme yapıldığını düşünüyorum ben de. Bu bakımdan Alice’teki karakterlerle kitabımdaki karakterleri benzeştiriyorum. Dengesizlikler, duygusal şiddet, baskı, öfke ... Zaten bölümlere göre alıntıları yaptım.
‘ÇOCUKLUĞUM VE GENÇLİĞİM OKUYARAK GEÇTİ’
Edebiyat denince başka hangi eserler ve yazarlar var sizi etkileyen, hayatınızı şekillendiren?
Benim çocukluğum ve gençliğim okuyarak geçti. Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Reşat Nuri Güntekin, Yusuf Atılgan, Yakup Kadri Karaosmanoğlu okuyarak büyüdüm. Ayrıca Dostoyevski, Tolstoy, Goncharov, Gogol... Aklıma gelmeyen bir sürü yazar ve onların romanlarıyla büyüdüm. Kemal Tahir, Ahmet Hamdi Tanpınar, Sabahattin Ali, Adalet Ağaoğlu... Nefessiz okurdum. Kendimi bu yazarların kitaplarında kaybederdim.
Son zamanlarda hayatımı şekillendiren kitap ise Orhan Pamuk’un “Masumiyet Müzesi” oldu. Böyle derinden etkilendim. Bana önemli kararlar aldırdı. Ayrıca günümüz yazarlarından Ece Temelkuran’ı çok seviyorum, hani gazetenin köşesini çiziktirse saklar okurum.
Son zamanlarda daha çok psikoloji kitapları, hukuk kitapları ve kadın çalışmaları okuyorum, roman okumaya ise pek vaktim olmuyor ama muhakkak eski bir romanı açıp sevdiğim bölümleri tekrar okurum.
‘OĞLANI GÖĞSÜME SARIP GİTTİM’
Türkiye sizi bebeğinizle duruşmaya girdiğinizde tanıdı desek çok yanlış olmaz herhalde. neydi o günün hikâyesi? Neden kucağınızda küçük bebeğinizle girdiniz duruşmaya?
O günü herkes ben adliyeye gidip basını çağırmışım gibi hatırlıyor ama öyle olmadı. O gün duruşmam vardı, davacı vekiliydim, iki kez mazeret sunmuştum, bakıcım yoktu, annem çalışıyordu ve ben duruşmaya gitmek zorundaydım.
Neyse, oğlanı göğsüme sarıp gittim. Duruşmaya girdim çıktım ve bir fotoğraf çekip Instagram hesabıma koydum, tabi altına politik bir metin yazdım. Öyle kendi halinde bir Instagramım vardı. İki üç gün içinde takipçi sayım artmaya ve insanlar paylaşımımı repost etmeye başladı.
Yaklaşık bir hafta sonra bir gazeteci aradı. Dedi ki “Ben bunu haber yapacağım söylemek istediğiniz bir şey var mı?” O kadar heyecanlıydı ki “Rızanız olmasa bile ben bunu haberleştireceğim” dedi gülerek.
Tamam dedim ve beyan verdim, üç çocuk isteyenler önce bir çocukla bize yaşam alanı tanımalı diye başlayan bir beyanda bulundum.
Sonra bu haber bütün gazetelerde çıktı ve bir kaç gün sonra bir haber kanalı aradı röportaj yapmak için, fotoğrafı koyuşumun neredeyse onuncu gününe gelmiştik ve olay durulmuyor daha da alevleniyordu. Sonra adliyeye gttim bir baktım en az yirmi kamera var karşımda, o gün adliyede bir konuşma yaptım biz çocuklarımızla yaşam alanı istiyoruz diye.
Sonra yurtdışından röportaj istekleri geldi vs şeklinde olay gelişti, sonra ben meclisi ziyaret ettim. O fotoğrafı koyarken Başsavcı kesin görür belki emzirme odası yapar diye düşünüyordum ama bütün ülkeye ve hatta başka ülkelere kadar konu yayıldı. Anlaşılan o ki çocuk bakımı tüm ülkelerde hala çözülememiş ve annelerin zorunluluğunda görülen ve kadınların işi bırakmasına sebep olan bir durum. Halbuki böyle olmamalı kadınlar çocuk doğurduklarında ya çocuklarından ya işlerinden vazgeçmek zorunda olmamalı
‘EN ÖNEMLİ SORUNLAR İŞSİZLİK, YOKSULLUK’
Birçok davada kadınların yaşadıklarıyla bizzat yüz yüze geldiniz. Gözlemlerinize göre Türkiye’de kadınların en önemli sorunları neler?
İşsizlik, yoksulluk . Çünkü ekonomik gücü olan kadınlar şiddete katlanmıyor. Erkek de onun çekip gidebileceğini bildiği zaman kendine çeki düzen veriyor. Hoş çalışan kadınlar da şiddet görüyor ama ekonomik güç var ise kadın bundan çakabiliyor. Çalışmayan çalışamayan kadınlar ise ev içinde kan kusup kızılcık şarabı içtim diyor maalesef çünkü nereye gideceklerini ne yapabileceklerini bilmiyorlar
Barolarla ilgili getirilmek istenen yeni düzenlemeye ne diyorsunuz? Bu durum örneğin, kadınları ilgilendiren davaları nasıl etkiler sizce?
Yani bu çoklu baro düzenlemesi kabul edilebilecek bir iş değil. AKP kazanamadığı kurumları bölerek işleyişini, kuvvetini bozarak bütünlüğünü parçalıyor. Şimdi oluşturulacak baroların kadın hareketine bakışıyla ilgili olarak davaların takip edilme şekli değişebilir. Muhafazakar bir baro aynı İstanbul Sözleşmesine saldıran bağnaz zihinler gibi kadının dert çekip evde oturup çocuk büyütmesini ister ve onaylarsa o davalar bugün takip edildiği gibi takip edilmeyebilir. Neler olacağını gelecekte hep beraber göreceğiz.
‘AŞIRI BİR ÖFKE HİSSETTİM’
Adınızı ‘tecavüz listesinde’ görmek nasıl bir duygu uyandırdı sizde?
Öfke. Aşırı bir öfke hissettim. Hala hissediyorum. Bu insanlar bir karışıklık halinde kimlere neler yapacaklarının listesini planını yapıyorlar. “Arınma Gecesi” diye bir film vardı, bu olaylar bana o filmi hatırlatıyor. Yılda bir gün 12 saat suç işlemek serbest ve insanlar suç işlemek için o günü bekliyor. Ama insanın yüreği daralıyor izlerken. İşte bizim hiçbir şeyden haberimiz yok. Ben ne cemaat bilirim ne tarikat; mevki, makam, ihale bunların hiçbiri ile işim yok, çıkar ilişkilerim yok ama bunların dibine batanlar geliyor kendi çatışmalarından dolayı çıkacak bir karışıklıkta bize zarar vermeyi planlıyor. Zavallılık.
Bu arada o şahıs hakkında herhangi bir işlem yapıldı mı?
Berna Laçin’in şikayetinde takipsizlik verildi. Benim dosyamda şu an gelişme yok. Onlar da itiraz etti zaten.
Twitter profilinize ilk önce “İnsan” maddesini eklemişsiniz. Bunu yazarken ne düşünüyordunuz? Hepimiz insan değil miyiz?
Ali Şeriati’nin çok güzel bir açıklaması var; bazıları beşerdir, yer içer yürür konuşur ama insan olmanın erdemlerinden mahrumdur, bazıları ise insandır insanlık vasıflarını kazanmıştır. Ben insan olmaya çalışıyorum. Anlamaya, öğrenmeye, hissetmeye, duygudaşlık kurmaya çalışıyorum. Beşer olarak kalmamaya çabalıyorum.
‘ATATÜRK’ÜN HANGİ DEĞERİNİN KIYMETİ BİLİNDİ Kİ?’
Atatürk’ün kadınlara birçok hakkı tanıyarak onların yolunu açtığı bir Türkiye’den bugün kadınların neredeyse tam anlamıyla ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördüğü Türkiye’ye nasıl geldik sizce? Nerede hata yapıldı?
Yani Atatürk’ün bu ülkede var etmeye çalıştığı hangi değerin kıymeti bilindi ki bu ülkede? İslamcılar ezelden beri nefret ediyorlar Atatürk’ten, laiklikten, moderniteden. Fakat biz de şurada hata yaptık, laiklik diyerek başka yaşam alanlarına izin vermedik; böyle olmamalıydı, insan hakları bağlamında bakılıp özgürlükler kabul edilebilmeliydi. Baskı siyasal İslamın yükselişine neden oldu diye düşünüyorum. Dinin devlet yönetiminde, eğitimde, hukukta referans alınması kabul edilmeden ortak bir yaşam kurmak mümkün olabilmeliydi diye düşünüyorum.
Kadına uygulanan şiddetin bir sınıfı, mezhebi, sosyoekonomik durumu var mı? Hangi kadınlar daha çok şiddet görüyor Türkiye’de?
İşte burada kesişimsel feminizm devreye giriyor ve şunu diyor; evet bizler kadın olmaktan dolayı eziliyor ve haksızlıklara maruz kalıyoruz ama bazı kadınlar bunu daha fazla yaşıyor; fiziksel engel, etnik köken, yaş, din, mezhep, eğitim seviyesi, cinsel yönelim, cinyiset kimliği gibi birçok faktör kadınların konumunu daha da zorlaştırıyor ya da diğerlerine göre kolaylaştırıyor. Örneğin eğitimli meslek sahibi orta sınıfa mensup bir kadın olarak benim yaşadığım güçlükler ile eğitimsiz bir çiftçi ya da kırsalda yaşayan kadın kardeşim arasında ya da eğitimli olsa dahi bir Kürt kadının yaşadığı güçlükler arasında farklar var. Alevi bir kadın sünni bir kadına göre daha çok önyargıyla ve dışlamayla uğraşmak zorunda. Teşbihte hata olmaz diyerek bu örnekleri verdim, bu gerçekliğin bilinmesi gerek, yok öyle bir şey demesin bana kimse. Var öyle bir şey maalesef.
Sonuçta Kadınların tek tip olmadığını bilmek ve her biricik kadının biricik hikayesiyle mücadeleyi büyütmek önemli.
Romanda da görüyoruz ki kadınla erkek arasındaki eşitsizlik, hegemonik hiyerarşi daha çocuklukta, aile içinde başlıyor. Ve üstelik yine romanda da görüldüğü gibi 1940’lı yıllardan bu yana (muhtemelen daha öncesini de katmak gerek) kadına yönelik şiddet zaman içinde hiç hızını kaybetmedem gidiyor. Bunları bir gün aşabilecek miyiz Türkiye’de sizce?
Umutsuzluk serpmek istemem kimsenin yüreğine ama siyasal İslam var olduğu sürece hayır. Siyasal İslam cehaletten, boyun eğmeden, biattan, baskıdan beslendiği için bir iktidar biçimi olan şiddet devam edecektir. Ama tabi özgürlüğüne düşkün baskıya gelemeyen müthiş bir nesil geliyor orada ümitlerim yaşarıyor. Yolumuz var ama daha. Mücadeleye devam...
CUMHURİYET