AYM Başkanı Prof. Arslan tartışmalara nasıl bakıyor?

AYM’ye yöneltilen eleştirileri nasıl yanıtladığı soruları kuşkusuz önem taşıyor.

AYM Başkanı Prof. Arslan tartışmalara nasıl bakıyor?




AYM Başkanı Prof. Arslan tartışmalara nasıl bakıyor?

SEDAT ERGİN YAZDI

Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) TİP’ten Hatay milletvekili seçilen Can Atalay hakkında verdiği iki ayrı ihlal kararının uygulanmaması ve bu hükümlere rağmen kendisi hakkındaki Yargıtay kararının TBMM’de okunması suretiyle milletvekilliğinin düşürülmesi hadisesi, ciddi bir mesele olarak Türkiye’nin gündemine yerleşmiştir.

Mahkemenin başkanı Prof. Zühtü Arslan’ın, söz konusu ihlal kararlarının uygulanmamasına nasıl baktığı ve AYM’ye yöneltilen eleştirileri nasıl yanıtladığı soruları kuşkusuz önem taşıyor.

Kamuoyundaki tartışmanın sağlıklı bir zeminde yürütülebilmesi bakımından AYM Başkanı’nın görüşlerinin da kayda geçmesinde yarar var.

Bu çerçevede yakın bir zamanda yaptığı ve sınırlı bir bölümü dışında kamuoyuna yeterince yansımadığını düşündüğüm bir konuşmasından aktaracağım bazı alıntılar üzerinden Prof. Arslan’ın tutumunu değerlendirmek istiyorum bugünkü yazımda.

*

Bu alıntılar kendisinin geçen 12 Ocak’ta AYM’de kış döneminde staj yapan hukuk fakültesi öğrencilerinin sertifika törenindeki konuşmasından geliyor. AYM’nin web sitesinde yer alan bu konuşma metni “Hukuk Fakültesi Öğrencileriyle Hasbihal” başlığını taşıyor. Ancak bu paylaşımı Türk kamuoyuyla bir hasbihal olarak da pekâlâ okuyabiliriz.

Konuşmanın ağırlıklı olarak bireysel başvuru mekanizmasının işleyişi ve mahkemenin verdiği ihlal kararlarının uygulanmamasının yarattığı sorunlara ilişkin bölümlerine odaklanacağız.

Prof. Arslan, önce bireysel başvurunun 2010 yılındaki referandumda hangi gerekçelerle getirildiğini hatırlatıyor. İlkesel gerekçe, temel hak ve özgürlüklerin daha iyi korunması, bu konudaki standartların yükseltilmesiydi. Bu konudaki anayasa değişikliğinin gerekçesinde düzenlemenin “kamu organlarını Anayasaya ve kanunlara daha uygun davranma konusunda zorlayacağı” hedefine de yer verilmişti.

Bir diğer gerekçe, atılacak adımın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) Türkiye aleyhine başvuruları ve mahkemeden çıkan ihlallerin sayısını azaltacak olmasıydı.

AYM Başkanı, bu iki hedefin önemli ölçüde gerçekleştirildiğini “memnuniyetle” söylüyor. Geçen 12 yıla yaklaşan uygulamada mahkeme yaklaşık 74 bin ihlal kararı vermiştir.

*

Ardından ihlal kararlarının “uygulanması” faslına geçiyor Prof. Arslan. Önce ihlal kararlarının etkili bir şekilde uygulanmasının “bireysel başvuru hakkının ayrılmaz bir parçası olduğunu” anlatıyor.

Başkan’ın buradaki ilginç bir ifadesi, “Esasen AYM’nin ihlal kararlarının uygulanması konusunda genel olarak bir sorun bulunmamaktadır” diye konuşmasıdır. Bununla birlikte, “zaman zaman istisnai de olsa bazı kararlara uyulmadığını”, bu durumun bireysel başvuru hakkını “zedelediğini” ifade ediyor. Örneğin, Can Atalay’la ilgili kararların uygulanmamasını bu grupta değerlendirmeliyiz.

Bu ifadeden sonra genç hukukçulara şöyle sesleniyor:

“Bu noktada yaşanan bazı olumsuzluklar, sizin anayasa hukuku ya da insan hakları derslerinde öğrendiklerinizin doğru olmadığı, dolayısıyla size öğretilenlerin geçersiz olduğu anlamına gelmez.”

Tersinden okunursa galiba “Yanlış olan, tanıklık ettiğiniz olumsuzluklardır. Siz yine de derste öğrendiklerinizden şaşmayın” mesajını vermiş oluyor AYM Başkanı.

*

Bu noktada “AYM’nin ihlal kararlarına uyulmamasının gerekçesi olarak sunulan iki hususa da değinmek istediğini” belirterek, hukuk fakültesi öğrencilerine “Size öğretilenlerin doğru olduğunu göstermek isterim” diye konuşuyor.

Bu gerekçelerden birincisinde, adli ve idari yargı sisteminde nihai ve bağlayıcı karar verme yetkisinin ilgili yüksek mahkemelere ait olduğu, dolayısıyla AYM’nin kesinleşmiş kararları ortadan kaldırmaya yönelik ihlal kararları alamayacağı öne sürülüyor. Bunu, Yargıtay’daki temyiz aşamasından geçmiş kararlar hakkında AYM’nin ihlal kararı veremeyeceği gibi de okuyabilirsiniz.

Prof. Arslan bu görüşe şu yanıtı veriyor: “Açıkçası, bu görüşün anayasal ve yasal hiçbir dayanağı olmadığı gibi bireysel başvuru kurumunun doğasıyla da bağdaştığı söylenemez.”

Bu noktada, Anayasa’nın 148’inci maddesinde bireysel başvurunun kural olarak “kanun yolları tüketildikten, yani nihai karardan sonra kullanılabilen bir hak arama yolu” şeklinde tanımlandığını hatırlatıyor.

Burada aktardığı kayda değer bir bilgi var Prof. Arslan’ın. “AYM’nin makul süre yargılamaları dışında verdiği 17 bin civarındaki ihlal kararının çok büyük bir kısmını, yaklaşık yüzde 60’ını temyizden (Yargıtay ve Danıştay) geçerek kesinleşen kararların oluşturduğunu” açıklıyor.

*

Gelelim ikinci sıradaki “yorum farklılığı” gerekçesine...

Prof. Arslan, öncelikle yüksek mahkemelerin Anayasa’yı yorumlama yetkisine sahip olduklarını söylüyor. Ancak bu yorumların yol açtığı uyuşmazlıklar norm denetimi veya bireysel başvuru yoluyla AYM’ye taşındığında, “Anayasa’yı nihai ve bağlayıcı şekilde yorumlayarak uyuşmazlığı karara bağlama yetkisinin AYM’ye verildiğini” vurguluyor.

Bu noktada Anayasa’nın 153’üncü maddesinin “AYM kararları kesindir ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar” şeklindeki hükmüne dikkat çekiyor, “kısacası herkesi ve her kurumu bağlar” diye ekliyor.

Prof. Arslan, ilgili Anayasa hükmünü kayda geçirdikten sonra şöyle diyor:

“Anayasa Mahkemesi, bir konuda karar verdikten ve son sözü söyledikten sonra katılmasak da buna uymak zorundayız. Bir yargı kararına katılmamak farklı, ona uymamak farklıdır. Birincisi meşru, ikincisi ise meşru değildir. Unutmayalım ki mahkeme kararları hatasız veya doğru olduğu yahut beğendiğimiz için değil, mahkeme kararı olduğu için uygulanmak zorundadır.”

*

Dolayısıyla, Anayasa Mahkemesi’nin nihai ve bağlayıcı kararından sonra artık mahkemeler ya da anayasal organlar arasında ortaya çıkabilecek görüş, yorum veya yaklaşım farklılıklarının “sadece eleştiri konusu olabileceğini” vurguluyor Prof. Arslan. “Ancak bu farklılıklar Anayasa Mahkemesi kararının icra edilmemesinin hiçbir şekilde gerekçesi olamaz” AYM Başkanı’na göre.

Ayrıca, anayasa ve kanunlarda uyuşmazlıkların nasıl karara bağlanacağı da belirtilmiştir. Prof. Arslan’a göre, bu çerçevede anayasal uyuşmazlıklar söz konusu olduğunda Anayasa Mahkemesi’nin konumu “uyuşmazlığı çözen karar mercii”dir. Diğer kamu makamlarının konumu ise “uyuşmazlığın tarafı” olmaktan ibarettir.”

Prof. Arslan, “Anayasa ve kanunların açık hükümleri karşısında AYM kararlarına uyulmamasının hiçbir gerekçesi olamaz” şeklinde konuşuyor.

*

Şimdi meselenin bir başka boyutuna geçelim. AYM Başkanı’na göre, ihlal kararlarına uyulmamasının yol açtığı zarar sadece başvurucuların haklarından mahrum kalmasıyla sınırlı kalmıyor. “İhlal kararlarının icra edilmemesi, aynı zamanda ülkemiz için büyük bir kazanım olan bireysel başvuru yolunu etkisiz kılabilecek nitelikte vahim bir olaydır” diyor Prof. Arslan.

Burada AİHM’nin 2018 yılında Türkiye ile ilgili aldığı bir kararını (Mehmet Altan) da hatırlatıyor. AİHM, bu kararında “Bir mahkemenin bireysel başvurulara ilişkin olarak nihai ve bağlayıcı karar verme yetkileriyle donatılmış bir anayasa mahkemesinin yetkilerini sorgulamasının, hukuk devleti ve hukuki güvenlik temel ilkelerine aykırı olduğunu” belirtmiş.

Altı çizilmesi gereken bir nokta, AİHM’nin bu kararında AYM’ye bireysel başvuru sisteminin etkililiğini inceleme hakkını saklı tuttuğunu da kaydetmiş olmasıdır. AİHM’nin yapacağı bir incelemede AYM’nin etkililiği konusunda olumsuz bir kanaate varması ihtimalinin taşıyacağı mahzurları, yol açabileceği sonuçları sıralamaya gerek yoktur.

Prof. Arslan, bu hatırlatmadan sonra “Dolayısıyla, 2012 yılından bu yana etkili ve başarılı bir hak arama yolu olarak uygulanan bireysel başvurunun etkililiğini kaybetmesi ihtimali bile başta yargı mensupları olmak üzere hepimizi teyakkuza geçirmelidir” diye konuşuyor.

*

Galiba AYM Başkanı’nın en kuvvetli tespiti de konuşmasının sonundaki şu sözlerinde geliyor:

“Anayasa’ya aykırı her türlü tutum ve davranışın toplumun hukuka ve devlete olan güvenini sarsacağı, devlet organlarının kullandıkları gücün meşruiyetini zedeleyeceği açıktır... Anayasa’nın 6. maddesine göre hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz.”

Ve bir hassas mesaj: “Anayasal kurumların meşruiyetini zedeleyecek, ülkeyi hukuktan uzaklaştırıp kuralsızlık girdabına sürükleyecek ve her açıdan hepimize zarar verecek keyfî tutum ve davranışlardan kaçınmak ortak sorumluluğumuzdur.”

Prof. Arslan, “aklıselimle hareket ederek”, tüm meselelerin “sadece hukuk zemininde kalınarak çözülmesi” çağrısıyla sözlerini bitiriyor.

SEDAT ERGİN / HÜRRİYET