AYM’deki bireysel başvuru yükü ve ‘bataklığı kurutma’ meselesi
BİREYSEL BAŞVURUNUN HEDEFİ SİNEKLER DEĞİL, BATAKLIK
AYM’deki bireysel başvuru yükü ve ‘bataklığı kurutma’ meselesi
Dünkü yazımızda Anayasa Mahkemesi (AYM) Başkanı Prof. Zühtü Arslan’ın açıklamalarından yola çıkarak şikâyetlerin sayısında meydana gelen büyük artış nedeniyle AYM’de bireysel başvuru mekanizmasının işleyişinin felç olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğuna dikkat çekmiştik.
Çarpıcı olması açısından rakamlarla göstermeye çalışalım. Mahkemeye 2020 yılında 40 bin 402 başvuru yapılmışken, geçen yıl bu sayı yüzde 65 oranındaki bir artışla 66 bin 121’e yükselmiştir. Gelgelelim yalnızca bu yılın ilk beş buçuk ayında başvuru sayısı önceki gün itibarıyla 62 bin 205’i bulmuştur. Bu yöneliş aynen devam ettiği takdirde yıl sonuna geldiğimizde başvuru toplamının geçen yılın toplamının iki katına çıkması şaşırtıcı olmamalıdır.
Buna karşılık mahkemenin başvuruları karşılama kapasitesi yıllık bazda genellikle 45 bini geçmemektedir. Sonuç, aradaki makasın sürekli açılmasıdır. Kontrol altına alınamadığı takdirde, birinci derece mahkemelerden kaynaklanan uzun yargılama sorununa ek olarak bu kez AYM’deki uzun bekleme sorunu gündemimize girecektir.
BİREYSEL BAŞVURUNUN HEDEFİ SİNEKLER DEĞİL, BATAKLIK
Sorunun çözümsüz kalması, mağdur edildiğini düşünen vatandaşların haklarını arayabilmek için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) gitmeden önce kendi ülkelerinde kapısını çalacakları son bir koruma mekanizmasının da zayıflamasına yol açacaktır.
Peki ne yapılabilir?
Prof. Arslan’ın beklentilerinden biri, ihlallerin doğrudan yasalardan kaynaklandığının tespit edildiği durumlarda yasama organının zaman kaybetmeden gerekli yasal değişiklikleri yaparak bu sorunu gidermesidir.
Bunun dışında başvuruları aşağı çekmenin en etkili yolu sorunun kaynağında önlenmesidir. AYM Başkanı Prof. Arslan, bu yolu muhtelif konuşmalarında “Bireysel başvurunun amacı tek tek sinekleri yok etmek değildir. Bireysel başvurunun amacı bataklığı kurutmaktır” benzetmesiyle açıklıyor ve bu bağlamda kararların “objektif etkisi” meselesine dikkat çekiyor.
“Objektif etki”den, AYM’nin verdiği ihlal kararlarında ortaya koyduğu esasların gerek mahkemeler gerek idari kurumlar tarafından önemsenerek, emsal alınarak hayata geçirilmesini anlıyoruz.
Oysa uygulamaya baktığımızda, Türkiye’de hem idarenin hem de yargının AYM kararlarını kuvvetli bir şekilde içselleştirmediğini, dolayısıyla bireysel başvuru mekanizmasının sistem üzerinde hedeflenen dönüştürücü etkiyi icra edemediği ortaya çıkıyor.
Aynı benzetmeyle devam edersek, bataklık kurutulamadığı için, sistem vatandaşların aleyhine işleyen hak ihlallerini üretmeye devam ediyor. Bu kısırdöngünün sonucu, AYM’ye gelen başvuruların sayısının artması oluyor.
Burada kritik bir noktanın altını çizmek gerekiyor. Bireysel başvurulardaki artışın hatırı sayılır bir kaynağı Prof. Arslan’ın da dikkat çektiği üzere uzun yargılamalarla ilgili şikâyetlerdir. Özellikle 2021 yılından itibaren gözlenen yükselişin en önemli nedeni, bu fasıldaki şikâyetlerin yoğunlaşmaya başlamasıdır.
AYM Başkanı, geçen pazartesi günü Bursa’da yargı mensuplarına hitaben yaptığı konuşmada sorunu şu şekilde ifade ediyor:
“Mevcut başvuruların yaklaşık yarısı makul sürede yargılanma hakkına ilişkindir. Başka bir ifadeyle yapısal bir sorun olan uzun yargılamalara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuru yoluyla doğrudan Anayasa Mahkemesi’ne taşınması iş yükünü vahim bir boyuta getirmiştir.”
Oranladığımızda, AYM’den geçen on yıl zarfında çıkan ihlallerin yüzde 58.2’sinin uzun yargılama sorunundan kaynaklandığını söyleyebiliriz. Uzun yargılama da adil yargılanma hakkı kapsamında görülen bir ihlal kategorisidir. Adil yargılanma hakkı başlığından verilen ihlaller toplam ihlal kararlarının yüzde 70.2’sidir.
İNSAN HAKLARI TAZMİNAT KOMİSYONU YENİDEN DEVREYE GİRER Mİ?
Peki özellikle uzun yargılamalarla ilgili sorunun çözümü konusunda ne yapılabilir? Prof. Arslan, yine pazartesi günkü konuşmasında çözümü “Uzun yargılamalara ilişkin şikâyetlerin Anayasa Mahkemesi’nden önce bir idari merci tarafından ele alınmasının sağlanması” olarak gösteriyor.
Bu öneri, aslında yeni bir yöntem değil. Daha önce uygulanan bir yöntemin yeniden devreye sokulması talebini içeriyor. Şöyle ki...
AİHM, geçmişte Türkiye’den uzun yargılamayla ilgili gelen başvuruların yığılması üzerine 2012 yılında aldığı bir pilot kararla bu şikâyetlerin Türkiye’de idari bir itiraz mekanizması tarafından ele alınmasını istemişti.
Bunun üzerine 9 Ocak 2013 tarihinde 6384 sayılı “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne Yapılmış Olan Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun” çıkartılmıştı. Söz konusu yasayla Adalet Bakanlığı bünyesinde bu işlevi görmek üzere “İnsan Hakları Tazminat Komisyonu” oluşturulmuştu. Halen faaliyette olan komisyon, uzun sürmüş yargılamalarda belirlenmiş kriterlere göre belli tazminatlara hükmediyor.
Daha sonra 25 Temmuz 2018 tarihinde yapılan bir yasal düzenlemeyle bu tarihe kadar AYM’de derdest edilmiş olan uzun yargılamalarla ilgili bireysel başvurulara da Adalet Bakanlığı’nda AİHM dosyaları nedeniyle kurulmuş olan tazminat komisyonu tarafından bakılması öngörülmüştü. Ancak getirilen düzenleme 2018 sonrasını içermediği için bu tarihten sonraki uzun yargılama başvuruları yeniden AYM’de birikmeye başlamıştır.
Öğrendiğime göre, 6 Haziran 2022 tarihi itibarıyla mahkemede derdest edilmiş olan 110 bin dolayındaki başvurunun 50 bin 812’si uzun yargılama şikâyetiyle yöneltilmiş.
Bu durumda Prof. Arslan’ın istediği şekilde bir yasal düzenleme yapıldığı takdirde 51 bine yaklaşan bu kategorideki başvuruların yeniden Adalet Bakanlığı’ndaki İnsan Hakları Tazminat Komisyonu’na havale edilmesinin kapısı açılabilecek, bu da AYM’yi önemli bir iş yükünden kurtaracaktır.
TAZMİNATI ÖDEMEK SORUNU NE KADAR ÇÖZÜYOR Kİ?
Tabii meselenin düşündürücü olan tarafı, yaşanan mağduriyetler nedeniyle işler bireysel başvuru noktasına geldiğinde hangi adım atılırsa atılsın, özellikle birinci derece mahkemelerde uzun yargılama sorununun hiçbir şey olmamışçasına devam etmesidir.
Bu arada, uzun yargılama sorununda dosyaları komisyona havale edip tazminatları Hazine’den ödeyerek meseleyi çözüme kavuşturmak ne ölçüde geçerli bir çözümdür ki? Başka vatandaşların bundan sonra göz göre göre aynı mağduriyeti yaşamaları nasıl önlenecektir?
Ayrıca, uzun yargılama dosyaları komisyona gitse de, AYM’de diğer ihlal kategorilerinden bekleyen 60 bine yakın başvuru sayısı yine de azımsanacak bir rakam değildir. Kalıcı çözüm, Prof. Arslan’ın dediği gibi ihlallerin kaynağının kurutulmasından geçiyor. Ne yazık ki Türkiye hak ihlalleri sicilinde o noktadan çok uzakta bulunuyor bugün. Kaynaklar, ihlalleri üretmeye devam ediyor.
SEDAT ERGİN / HÜRRİYET