AYM’yi bekleyen kritik bir karar

AYM’NİN 'DENİZ KARADENİZ’ KARARI

AYM’yi bekleyen kritik bir karar




AYM’yi bekleyen kritik bir karar

Yargıtay’ın hakkındaki mahkûmiyet kararlarının bir bölümünü onayladığı CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun durumunu konu alan dünkü yazımız, dosyanın bundan sonraki aşamada Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) gideceğine ve son sözü yüksek mahkemenin vereceğine dikkat çekiyordu. Yazımız, AYM içtihatları çerçevesinde “Devlete katil diyebilir miyiz?” sorusuyla bitiyordu.

TCK’nin 301’inci maddesi, “Türk milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni ve devletin yargı organlarını alenen aşağılayan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” hükmünü taşıyor.

AYM’NİN 'DENİZ KARADENİZ’ KARARI

AYM’nin muhtelif kararlarına bakıldığında, siyasi partiler ve özelde iktidarda bulunan partiler açısından bu nitelendirmenin yapılmış olmasını ifade özgürlüğü içinde değerlendiren bir çizginin yerleşmiş olduğunu görüyoruz.

Bu çizgiye örnek olarak, AYM Genel Kurulu’un 2020 yılı şubat ayında 10’a 6 oyçokluğuyla aldığı “Deniz Karadeniz ve Diğerleri Başvurusu” kararı gösterilebilir.

AYM, bu dosyada 2014 yerel seçiminden önce Edirne’de Özgürlük ve Demokrasi Partisi (ÖDP) binasında “Katil, Hırsız AK Parti” pankartının asılması üzerine kolluk kuvvetleri tarafından yapılan tasarrufları ve bu eylemin sorumluları hakkında dava açılmasını ifade özgürlüğünün ihlali olarak görmüştür.

Mahkeme, bu ayrıntılı kararında siyasi partilerin, özellikle iktidarda bulunmanın imkânlarına sahip olanların, kendilerine dönük haksız sözel saldırılar söz konusu olduğunda şiddete teşvik içermedikçe “Kamu gücünü kullanan otoritelerin ceza soruşturma ve kovuşturmalarına başvurma konusunda kendilerini sınırlandırmaları gerektiğini” vurgulamıştır.

AYM, keza bundan iki ay önce aldığı içerik olarak benzer bir dosya olan “Ayhan Algül ve Diğerleri Başvurusu” kararında da aynı bakışı büyük ölçüde tekrarlamıştır.

FAİLİ MEÇHUL TARTIŞMALARINI HATIRLAMAK

Buna karşılık tespit edebildiğimiz kadarıyla AYM’nin bu nitelemenin doğrudan devlete yöneltildiği bir durum çerçevesinde önüne gelen bir şikâyet ve bunun sonucu aldığı bir karar yoktur. Dolayısıyla, mahkemenin siyasi partiler açısından yerleştirdiği bir içtihadı, aynı niteleme devlete yönelik kullanıldığında nasıl değerlendireceği sorusu gündeme geliyor.

Dolayısıyla siyaset alanı her zaman faili meçhul tartışmalarıyla geçmiş olan Türkiye’de AYM’nin bu başlıkta alacağı karar önem taşıyacaktır.

Muhtemeldir ki AYM de bu kararı değerlendirirken Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) içtihatlarını göz önünde bulunduracaktır.

AİHM’NİN ‘CASTELLS/İSPANYA’ İÇTİHADI

AİHM’nin devlete dönük eleştiriler karşısında ifade özgürlüğünün sınırlarını ne kadar geniş tuttuğu konusunda sayısız örnek vermek mümkün. Ancak bunlar içinde özellikle devleti faili meçhul cinayetlerle ilişkilendirme başlığında en önemli olanlarından biri, mahkemenin 1992 yılında verdiği “Castells/İspanya” kararıdır.

Bu suçlamaları, kendisinin “Hükümete hakaret ve iftira” suçlamasından yargılanmasına yol açmış ve senatör bir buçuk yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. Castells, bu cezanın ifade özgürlüğüne müdahale olduğunu belirterek AİHM’ye gitmiştir.

AİHM, 1992 yılında aldığı kararda, “İfade özgürlüğünün şoke edici ve rahatsız edici düşüncelerin açıklanmasını da içerdiğini” kayda geçirerek Castells’in hapis cezasına çarptırılması kararı için “ihlal” vermiştir. Mahkeme, yapılan müdahalenin demokratik toplum açısından zorunlu olmadığına kanaat getirmiştir.

HAK EKSENLİ Mİ GÜVENLİK ODAKLI MI?

AİHM kararları çerçevesinde baktığımızda karşımızdaki meselenin ana parametreleri bu şekilde özetlenebilir.

Bu aşamada AYM’nin ileride vereceği karar konusunda bu aşamada bir öngörüde bulunmaktan kaçınalım. Mahkemenin hak eksenli bir çizgide mi yoksa güvenlikçi bir bakışla mı hareket edeceği sorusunun yanıtı için biraz beklememiz gerekiyor.

SEDAT ERGİN / HÜRRİYET