Babacan’ın dönüşü ikiye böldü

Konuştukça daha da küçülüyorsunuz...

Babacan’ın dönüşü ikiye böldü




Ahmet Müfit yazdı

Ali Babacan’ın, geçen günlerde Fatih Altaylı’nın programında yapmış olduğu açıklamalar sonrasında Davutoğlu cephesinden, parti kuruluşuna ilişkin açıklamalar gelmekte gecikmediyse de Babacanın açıklamaları kadar yankı uyandırmadı. “Niye öyle oldu” sorusunun yanıtını bir başka yazıya bırakıp, bu yazıda Babacan’ın açıklamalarına verilen tepkileri tartışacağım. Babacan’ın açıklamaları sonrası gelen tepkilere baktığımda, kişisel olarak gördüğüm en önemli husus, kamuoyunun Babacan’ın dönüşünü olumlu bulanlar ve olumsuz değerlendirenler olarak ikiye bölünmüş olması.

“KONUŞTUKÇA DAHA DA KÜÇÜLÜYORSUNUZ”

Babacan’ın konuşmasını olumsuz değerlendirenlerin başında, halen AKP’nin yönetimini oluşturan ve destekleyenler geliyor. Twitter hesabından, "O makamların adamı değildiniz... Şimdi Reis’in size sağladığı o makamlar üzerinden tafra yapıyorsunuz. Küçüktünüz... Konuştukça daha da küçülüyorsunuz... İhanetinizde boğulacaksınız..." şeklinde paylaşımda bulunan ancak “madem o makamların adamları değildiler, niçin o makamlarda bu denli uzun görev yapmalarına müsaade edildi” sorusunu yanıtlamayan, eski milletvekili-gazeteci Mehmet Metiner bunlardan biri. Partisinin İstanbul’da düzenlediği bir toplantıda konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Şehir Üniversitesi’ni gerekçe yaparak ve oldukça ağır sözlerle, geçmişte birlikte yol aldığı arkadaşlarını hedef almış olması, Metiner’in tepkisinin kişisel olmadığını, aynı tabana yönelik yeni parti arayışları bağlamında sürecin dikkatle izlenmesi gerektiğini ortaya koydu.

BABACAN’IN KONUŞMASINI OLUMSUZ OLARAK DEĞERLENDİRENLER

Babacan’ın konuşmasını olumsuz olarak değerlendiren diğer kesim, 2002’de iktidara geldikleri günden bu yana, son derece tutarlı bir biçimde AKP’ye ve uyguladığı politikalara karşı çıkanlar. Kendilerini laik, ulusalcı, vb. olarak tanımlayan bu kesim, Babacan’ın, ülkenin özellikle laiklik ve borçlanmaya dayalı ekonomik bağımlılık politikaları ekseninde, ülkenin bu günlere gelişindeki büyük sorumluluğuna işaret edip, şimdilerde partisine isyan bayrağı açmış olmasını samimi bulmadılar. Daha da öte, başka mahfillerin sözcüsü olmak, başka mahfillerin çıkarları doğrultusunda davranmak olarak değerlendirdiler. İhsanoğlu’nun ve Gül’ün Cumhurbaşkanı adaylıklarına da karşı çıkan bu kesim, Altaylı’nın “…siz İslamcı bir gelenekten geliyorsunuz. Atatürk’e bakışınız nedir” sorusuna vermiş olduğu ikircikli, net olmayan, herkesi idare etmeye yönelik yanıtını, Babacan’ın Atatürk ilke ve devrimleri konusundaki tutumunda en ufak bir değişiklik olmadığının göstergesi olarak değerlendirdiğini de ilave edelim.

KONUŞMAYI OLUMLU BULANLAR

Gelelim açıklamayı olumlu bulanlara. AKP’nin iktidara gelmesini kendi siyasi ve ekonomik hedeflerine ulaşmak için uygun bir araç olarak gören bu kesim de iki farklı gruptan oluşuyor -kuruluşundan itibaren AKP’nin doğrudan içerisinde yer alanlar ile AKP’yi dışarıdan destekleyenler-. Bu iki gurubun ortak özelliği, 2001 Derviş “reformlarından” başlayarak, demokratikleşme paketi, uyum yasaları, vb. adlar altında gerçekleştirilen ekonomik ve siyasi bağımlılık yaratıcı mevzuat düzenlemelerini sorgusuz desteklemeleri. ABD ve batının siyasi ve ekonomik taleplerinin kamuoyu nezdinde meşrulaştırılması konusunda başat bir rol üstlenmiş olmaları.

Bu kesimi oluşturan iki guruptan ilki, başından itibaren, AKP’nin organik olarak dışında kalıp, süreci oldukça etkin bir şekilde dışarıdan yönlendirip, rakip siyasi partiler dahil laik, üniter devlet yanlısı kamuoyunu, AKP’ye laiklik ekseninde tepki göstermesi muhtemel batı ülkeleri kamuoylarını ikna görevi üstlenen, “batıcılar”. Sürecin sonunda, başta birlikte yürüdükleri AKP’nin tasfiye olacağını, ekonomi ve siyasetin kontrolünün bütünüyle kendilerine kalacağını düşünen bu kesimin ana omurgasını; büyük sermaye, büyük sermayenin kontrolünde olup kendilerini merkez ya da ana akım medya olarak tanımlayan medya gruplarının, bu gurupların yayınlarında yazıp çizen “gazetecilerin” oluşturduğu bir büyük koalisyondan söz ediyorum.

Ekonomik ve siyasi bağımlılığı kurumsallaştıran mevzuat düzenlemelerine, “reform” ya da AB’ye uyum adı altında koşulsuz destek olan, ekonomik ve siyasi bağımlılığı “demokratikleşme” ve dünyayla bütünleşme olarak tanımlayan bu kesimi oluşturan diğer gurup, geçmişte AKP içerisinde oldukça aktif görevler üstelenmiş olanlar. Özellikle laiklik ilkesi konusunda, şu an AKP’nin yönetimini oluşturan, destekleyen kadrolardan farklı düşünmeyen bu grubu oluşturanlar, halihazırda Davutoğlu, Babacan, Gül gibilerle beraber davranıyor, bir dönem kendilerini “yetmez ama evetci”, sonrasında “kandırılmış” olarak niteleyenlerle birlikte, günümüzde kendilerini en hızlı AKP karşıtı, en hızlı “demokrasi savunucusu” olarak tanımlıyorlar.

40 YILLIK EZBERLER TEKRAR EDİLDİ

Babacan’ın açıklamaları sonrasında gelen tepkiler aşağı yukarı yukarıda yazılanlarla sınırlı kaldı. Siyaseti, fikirlerin/politikaların değil, makamları işgal eden kişilerin değişikliğine indirgeyip, aynı fikirlerden/politikalardan kişilerin değişikliğine bağlı olarak farklı sonuç bekleyen körleşmemizin sonucu olarak;

Bırakın son 40 yılı, son 20 yılı, son 10 yılda dünya çapında yaşanan çatışmalar, yıkımlar, altüst oluşlar, insanlık dramları, bunlara karşı dünyanın dört bir yanında ortaya çıkan, artarak çıkmaya devam eden başkaldırılar görmezden gelinerek ya da görmek istenmeyerek, 40 yıllık ezberler tekrar edildi.

Herkes kendi pozisyonu/çıkarı ne gerektiriyorsa yine o şekilde konuşmaya o şekilde davranmaya devam etti. Ancak, bırakın sıradan vatandaşları, akademi ve siyaset dahil hiçbir kesim, 1980’den bu yana faturası doğrudan vatandaşa ödetilen ekonomik krizlerle kesilen ancak2001 sonrasında ucuz ve bol krediyle yani borç parayla sağlanan ödünç refah sayesinde topluma yutturulabilen neoliberal küreselleşmecilik hapının, borç musluklarının büyük ölçüde kesildiği günümüz dünyasında halen geçerli olup olamayacağını sorgulamadı.

Neoliberal küreselleşmeciliğin merkez üssü olan gelişmiş ülkeler dahi, uzun yıllardır kibirle savundukları politikaların kendi dünyalarını altüst ettiğini, geç de olsa fark ederek yeniden kamu ve sosyal devlet diyerek, 40 yıl önce küreselleşme uğruna terk ettikleri sisteme dönme olasılığını ciddi ciddi tartışırken, bizde kimsenin aklına ülkeyi defalarca krize sokan, yoksullaştıran, yabancının parasına, teknolojisine, fabrikasına muhtaç, siyaseti yabancıların karar ve isteklerine mahkum eden sistemi tartışmak gelmedi.

Sonuç olarak, bu gün yaşanan sıkıntıların nedeni olan, ekonomik ve siyasi bağımsızlık karşıtlığında şekillenen neoliberal küreselleşmecilik çizgisinin, yeni isimler piyasaya sürülerek bir kez daha umut olarak diriltilmeye çalışılıyor olması hiç kimseyi şaşırtmadı.

Ahmet Müfit

Odatv.com