Bağımsız ve tarafsız yargı toplumsal huzurun teminatı

ADLİ SÜREÇLERİN İŞLEMESİ

Bağımsız ve tarafsız yargı toplumsal huzurun teminatı




Bağımsız ve tarafsız yargı toplumsal huzurun teminatı

Bağımsız araştırmacı Begüm Burak “AK Parti’nin son yıllarda AB söyleminden ve demokrasiden giderek daha fazla uzaklaşması ile yargı bağımsızlığının daha zayıf hale gelmesi tesadüf olarak değerlendirilemez’ değerlendirmesinde bulunuyor.

BEGÜM BURAK / KARAR

Montesquieu’ya göre, bir tek kişiye yapılan haksızlık, bütün topluluğa yönelmiş bir tehdittir. Yargı kurumlarında yaşanan sorunlar ile hukukun üstünlüğü ilkesinin giderek daha fazla erozyona uğramasının, ülkemizde toplumsal huzuru bozan temel nedenlerden biri olduğu söylenebilir. 1982 Anayasası, yargı bağımsızlığını “yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır” ifadesi ile mahkemelerin bağımsızlığı başlığı altında düzenlemiştir ancak siyasal iktidardan bağımsız bir yargı erki şu an için mevcudiyetini yitirmiştir demek abartı sayılmaz.

2002 yılında iktidara gelmesini takip eden yıllarda Avrupa Birliği’ne (AB) tam üyelik çabaları doğrultusunda reformlar yapan ve demokratikleşme yönünde adımlar atan AK Parti’nin, son yıllarda AB söyleminden ve demokrasiden giderek daha fazla uzaklaşması ile yargı bağımsızlığının daha zayıf hale gelmesi tesadüf olarak değerlendirilemez.

ADLİ SÜREÇLERİN İŞLEMESİ

Adli süreçlerin işleyişinde kişilere göre değişkenlik arz eden pratikler, yargı mekanizmasının temel sorunlarından biri. Suçlu olduğu iddia edilen kişi ya da kişilere soruşturma açılma hızı, davaların sonuçlanma süresi, ceza verilme sürecinin seyri ve cezaların niteliği, kişilere göre değişiyor. Bu durum ise yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunun kapsamlı bir şekilde ele alınması gerektiğini ve yargısal reformların elzem olduğunu gözler önüne sermekte.

Ülkemizde yargısal süreçlerdeki sorunlardan bir diğeri tutuklamanın kolay hale gelmesi. Tutuklama cezasının kimi zaman, toplum için tehdit oluşturanlara değil tutuklamanın şart olmadığı kişilere uygulandığı gözlemlenmekte. Tutuklama, yargılanırken zanlının kaçmasını önlemek, delil karartmasına engel olmak gibi amaçları olan hukuki bir tedbir olsa da yargı organları tarafından kimi zaman bir cezalandırma aracı olarak kullanılıyor. Tutuklama, ülkemizde zaman zaman haksız yere özgürlüğün kısıtlanmasına yol açtığı için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) gibi kurumlar tarafından da Türkiye’nin tazminat ödemek zorunda bırakıldığı bir husus.

Geçtiğimiz günlerde şarkıcı Gülşen’in konser çalışmalarında orkestra ekibinden bir arkadaşına şaka ile karışık bir dille “İmam Hatip’te okumuş kendisi, sapıklığı oradan geliyor” dediği görüntülerin gündeme gelmesinin ardından Gülşen 24 saat içinde ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama’ suçlamasıyla evinde gözaltına alındı. Gece saatlerinde ise çıkarıldığı Nöbetçi Sulh Ceza Hâkimliği tarafından tutuklandı. Dört gün sonra salıverilen Gülşen ev hapsi cezası aldı. Olayın ardından ise sosyal medya, adeta “jet” hızı ile hapis cezasına çarptırılan Gülşen hakkında ikiye bölündü. Bir tarafta Gülşen’i linç eden paylaşımlar, diğer tarafta ise Gülşen’in tutuklanmasını eleştirenlerin yaptığı paylaşımlar. Bunlardan sadece birini paylaşmak yargı kurumunda üstünde durulması gereken asıl meseleyi göstermesi açısından önemli. Şarkıcı Hadise sosyal medyada dile getirdiği ifadesinde ne kadar haklı: “Size soruyorum, kadınları vahşice цldьren, iki ay yatar зıkarım diyen adamları, зocuklarının yanında karısını dцven adamları bugьn Gьlşen’in tutuklandığı gibi tutuklasalardı kaз tane kadın bugьn hayatta olurdu?”

Adli süreçlerde kişilere göre değişkenlik arz eden vakalardan kanun önünde eşitlik ilkesinin de zaman zaman askıya alındığını gösteren bir güncel örnek THK Üniversitesi eski rektörü Profesör Ünsal Ban’ın gözaltına alınması olayı. Suç lideri Sedat Peker’in açıklamalarının ardından Ünsal Ban’ın çektiği ve ifşa ettiği iddia edilen boşanma sürecindeki eşi AK Parti vekillerinden Zehra Taşkesenlioğlu’nun görüntülerinin sosyal medyada yayılması sonrası Ban, özel hayatın gizliliğini ihlal suçlamasıyla açılan soruşturma kapsamında 24 saat geçmeden gözaltına alındı.

Adli kontrol şartıyla serbest bırakılan Ünsal Ban ve ev hapsi cezası ile serbest bırakılan Gülşen vakalarında çok hızlı çalışan yargı mekanizmasının eşit hızda çalışmadığını gösteren bir örnek olarak Halil Güneş vakası verilebilir. Uzun yıllardır akciğer ve kemik kanseri hastalığıyla savaşan Güneş’in yaşam mücadelesi 2021 yılında hapishanede son bulmuştu. Tutukluluğuna yapılan itirazların sonuçlanması belki aylar aldı ve bu da hayatına mal oldu.

Başka bir örnek ise 2021 yılı Ocak ayında Cumhurbaşkanı kararıyla Prof. Dr. Melih Bulu’nun Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atanmasıyla başlayan protestolara katıldıkları gerekçesiyle ev hapsi alan ve ayak bileklerine elektronik kelepçe takılan öğrenciler. Öğrencilere verilen elektronik kelepçe cezası, eşlerini tehdit edip darp edenlere uygulansaydı belki yüzlerce kadın ölmeyecekti.

SİYASALLAŞAN YARGI SORUNU

Liberal demokrasilerin başat unsurlarından olan kuvvetler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü (rule of law) ilkesinin güç kaybetmesi, askeri darbeler ile malul olan Türk demokrasisini günümüzde daha kırılgan hale getiren bir gelişme olarak uzun süredir gözlemlenmekte. İktidarın baskı ve cezalandırma aracı olarak işlev görmeye başlayan mahkemelerin varlığı Prof. Ergün Özbudun tarafından 2015 yılında kaleme alınan bir makalede dile getirilmiştir. Özbudun’a göre, yürütme erkinin yargı üzerindeki gücünü artıran yasal değişikliklerle “bağımlı ve işbirlikçi bir yargı” oluşturulmuştur ve bu da yargı sisteminin siyasallaşmasının açık bir tezahürü olarak görülebilir.

2016’da yaşanan başarısız darbe girişiminden bu yana hızlı bir dönüşüm yaşayan Türkiye’de, başkanlık sistemine geçilmesinin ardından iktidarın tekelleşmesi, kuvvetler ayrılığı ilkesini bloke etmiş ve yargı bağımsızlığını giderek zayıf hale getirmiştir. Türkiye, 2021 yılında yayımlanan Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde 139 ülke arasında 117’nci sırada yer almıştır. Türkiye’nin tarafı olduğu uluslararası sözleşme hükümleri ile AİHM ve AYM kararlarını zaman zaman ihlal ettiği de bilinmektedir.

Sosyal Demokrasi Vakfı’nın (SODEV) 2019 yılında yaptığı “Yargı Bağımsızlığı ve Yargıya Gьven Araştırması”na göre yargı kurumuna olan güven oranının yüzde 38 olduğu görülmektedir. Aynı araştırmaya göre, Türkiye’de yargının tarafsız olduğunu düşünenlerinin oranı yüzde 37,7’dir.

Yargının siyasallaşmasının nedenlerinden biri Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun (HSK) yapısıdır. HSK, 13 üyeden oluşmaktadır. Kurulun üyelerinin yaklaşık üçte biri Cumhurbaşkanı tarafından atanırken, yedi üye, TBMM tarafından nitelikli çoğunlukla atanmaktadır. Geriye kalan iki koltuk ise, Adalet Bakanına ve Müsteşarına re’sen hasredilmiştir. Ayrıca, HSK üyeliğine aday olan bazı kişilerin iktidar partisi ile yakın bağlara sahip olduğu da bilinmektedir. Bu yapısı ile HSK’nın siyasallaşmaması mümkün değildir.

Öte yandan, yargıda liyakatin gerekli düzeyde olmadığı ve yargının siyasallaştığını gösteren bir diğer gelişme ise iktidar partisinde yer almış bazı kişilerin hâkim ve savcılık görevlerine atanmalarıdır. Özellikle avukatlıktan hâkim-savcılığa geçiş sınavlarında bu durumun daha yaygın olduğu biliniyor.

Yargı sistemi siyasallaşmış bir yapıda ise akademi, medya ve parlamentoda muhalifleri cezalandırmak için bir araç olarak kullanılabilir, maalesef günümüzde ülkemizde gözlemlenen de tam olarak bu. Kanun önünde eşit olduğu ifade edilen bireylerin faili oldukları iddia edilen suçlara karşı gördükleri hukuki muamele kişiye göre tamamen tezat bir nitelikte olabiliyor. Gülşen bir cümlesi ile anında demir parmaklıklar ardına gönderilirken; tehdit, darp gibi somut suçları olanlar belki bir cinayet işlemeden hapse girmiyor. Toplumsal huzur için acil yargısal reformlar şart.

BEGÜM BURAK NEDİR?

Bağımsız araştırmacı Begüm Burak lisans derecesini, Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler (İngilizce) bölümünden aldı. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde tamamladığı 28 Şubat Süreci’ni ele alan tezi ile yüksek lisans eğitimini tamamladı. 2015 yılında Fatih Üniversitesi’nde tamamladığı “The Image of the Undesired Citizens in Turkey: A Comparative Critical Discourse Analysis of the Hürriyet and Zaman Newspapers” adlı çalışması ile de doktor unvanını kazandı. Aynı çalışması kitap olarak basıldı. 2010-2015 yılları arasında araştırma görevliliği yaparken İtalya, İspanya, İngiltere ve Bosna’da kısa süreli akademik faaliyetlerde bulundu.

BEGÜM BURAK / KARAR