Basın Özgürlüğü Günü’nde Türkiye’de Durum Ne?

Marc Behrendt’e göre Kavala davası hükümlerini açıklayabilecek bir yasa veya mevzuat yok.

Basın Özgürlüğü Günü’nde Türkiye’de Durum Ne?




Basın Özgürlüğü Günü’nde Türkiye’de Durum Ne? 

Türkiye, 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde açıklanan Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütü endeksinin 2021 değerlendirmesinde bu yıl 149’uncu sırada yer aldı. Ülke, bir önceki yıla göre beş basamak tırmansa da sadece RSF’in değil birçok uluslararası hak grubunun basın ve ifade özgürlüğü listelerinde son sıralarda yer alıyor.

Merkezi Washington’da bulunan düşünce kuruluşu Freedom House’un (Özgürlük Evi), her yıl açıkladığı Dünyada Özgürlükler raporunda Türkiye son 10 yılda 31 puan geriledi. “Avrupa’nın en az özgür ülkesi” olan Türkiye, son dört yıldır Freedom House’un ‘’Özgür Olmayan Ülkeler’’ kategorisinde. Üstelik geçen Şubat ayında VOA Türkçe’ye son raporu değerlendiren kuruluş, bu gerilemenin sürmesini beklediğini bildirdi.

2022 yılı özgürlüklerinin değerlendirileceği uluslararası yayınlar için çalışmalar da başladı. Kuruluşlar, bu çerçevede Türkiye’deki gelişmeleri de raporluyor. Son dört yıldır Freedom House raporlarında da konu edilen Gezi Parkı davalarında işadamı Osman Kavala’nın sadece iki hafta önce ömür boyu hapisle cezalandırılmasının ise Türkiye’nin karnesini etkileyecek konulardan biri olacağı belirtiliyor.

3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü öncesinde Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğünün durumunu VOA Türkçe’ye değerlendiren Freedom House Avrupa ve Avrasya Programları Direktörü Marc Behrendt’e göre Kavala davası hükümlerini açıklayabilecek bir yasa veya mevzuat yok.

Marc Behrendt
Marc Behrendt

Protesto hakkının Türk anayasasında yer aldığını hatırlatan Behrendt, ‘’Gezi protestolarının bir nevi darbe girişimi olarak nitelendirilmesi, protestoların bitmesinden ancak yıllar sonra bu insanlara ve özellikle Osman Kavala’ya saldırmak için bir yol aradıklarını gösteriyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi çok net bir şekilde bunun siyasi amaçlı bir saldırı olduğuna ve Türkiye'nin Kavala'yı serbest bırakması gerektiğine karar verdi. Karar, özellikle diğer sanıklar için de trajik. Birçok gözlemci, bir hukuki nedenden dolayı değil, sadece siyasi olarak başlatılmış bu saldırı nedeniyle kararın Sayın Kavala’nın lehine olmayacağından endişeliydi, Ancak bunun diğer tüm sanıkları kapsayacak şekilde genişletilmesi ve cezaların ciddiyeti gerçekten şok edici’’ dedi.

Freedom House 26 Nisan’da RSF, ifade özgürlüğü kuruluşu PEN Amerika ve Ortadoğu Demokrasi Projesi (POMED) ile ortak yayınladığı basın açıklamasında, Gezi davası kararını bir ‘’adalet saçmalığı’’ olarak nitelenmiş, ‘’Türk makamlarını bu korkunç mahkumiyetleri düzeltmeye ve tüm sanıkları hukukun üstünlüğü uyarınca derhal ve koşulsuz olarak serbest bırakmaya çağırıyoruz. Türkiye, uluslararası yükümlülüklerini yerine getirmeli ve siyasi nedenlerle barışçı sivil toplum aktivistleri, muhalefet üyeleri, gazeteciler, akademisyenlerin hukuksuz ve haksız kovuşturmalarını acilen durdurmalıdır’’ denilmişti.

Uluslararası hak gruplarının Türkiye’de takip ettiği konularda bir diğeri de sosyal medya yasaları. 1 Ekim 2020’de yürürlüğe giren ‘’İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’’a Freedom House’un son raporunda kısıtlayıcı olarak nitelenmişti. Çalışmaları devam eden bir diğer sosyal medya yasasında da çalışmaların sonuna gelindi. AKP yönetiminin ‘’dezenformasyon yasası’’ olarak tanımlamayı tercih ettiği düzenlemenin bu yıl TBMM’ye gelmesi bekleniyor.

Marc Behrendt’e göre yeni çalışma muhakkak daha fazla sansür anlamına gelecek. ‘’Yapılanların, yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde muhalefeti ve eleştirel sesleri bastırmaya yönelik farklı girişimler olduğundan şüphem yok. Bu yasanın hakiki bir dezenformasyon sorunuyla uğraşmaya yönelik iyi niyetli bir girişim olduğuna inanmamız için gerçekten fazla neden olduğunu düşünmüyorum’’ diyen Behrendt, dünya çapında otoriter rejimlerin dezenformasyon bahanesini eleştirel sesleri bastırmanın bir yolu olarak kullandığına dikkat çekiyor.

Behrendt, Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK) aralarında Amerika’nın Sesi’nin (VOA) de bulunduğu yabancı haber kuruluşlarının Türkçe yayın bölümlerine lisans zorunluluğu getirmesiyle ilgili kararını da özgür düşünceyi kontrol etme girişimi olarak değerlendirdi.

Amerika'nın Sesi, DW veya Euronews gibi yayın kuruluşlarını lisans almaya zorlamak için gerçekten haklı bir neden göremediğini kaydeden Freedom House yetkilisi, ‘’Çünkü her şeyden önce lisanslar sınırlı bir kaynağı düzenlemeye yöneliktir ve bu internet portalları için geçerli değildir. Medya kuruluşlarının sayısını düzenlemede devlet çıkarı yok. Bu yüzden hem DW'nin hem de Amerika'nın Sesi'nin lisans başvurusu yapmamasını, buna boyun eğmemeyi seçmesinin iyi olduğunu düşünüyorum çünkü buna karşı çıkmak önemli. Aynı şekilde, Facebook, Twitter ve YouTube gibi sosyal medya şirketlerinin de Türk hükümetinin yerel tescilli ofisleri ve yerel müdürleri olması yönünde yaptığı baskıya direnmesinin önemli olduğu kanaatindeyim. Bu, sadece bağımsız düşünce üzerindeki kontrol baskısını arttırmanın yolu’’ diye konuştu.

RTÜK geçen Şubat ayında, VOA, Deutsche Welle ve Euronews’un Türkçe yayınlarının lisans başvurusu yapmasını istemiş, aksi takdirde internet yayınlarının engellenmesi yönünde mahkemeye başvuru yapma kararı almıştı. 2018 yılı Mart ayında çıkan kanuni düzenleme ve daha sonra 1 Ağustos 2019’da Resmi Gazete’de yayınlanan genişletilmiş ‘‘Radyo, Televizyon ve İsteğe Bağlı Yayınların İnternet Ortamından Sunumu Hakkında Yönetmelik’’ RTÜK’e internet ortamını denetleme yetkisi veriyor.

VOA Türkçe ve DW Türkçe’ye Türkiye’den erişim hala mümkün; ancak yasak gelirse bu kararın, uluslararası özgürlük raporlarında yer alması kaçınılmaz görülüyor.

Marc Behrendt, Türk Ceza Kanunu’nun 299. maddesinde düzenlenen ve son olarak gazeteci Sedef Kabaş’ın tahliye edilmesine rağmen 28 ay hapis cezasına çarptırılmasına neden olan cumhurbaşkanına hakaret suçlamasının ise, tedirgin edici bir yasa olduğunu vurguladı.

Behrendt, ‘’Baktığım istatistiklere göre Cumhurbaşkanı Erdoğan iktidara geldiğinden bu yana yaklaşık 160 bin kişi hakkında soruşturma açılmış ve 35 binden fazla kişi sadece cumhurbaşkanına hakaretten hüküm giydi. Herhangi bir demokraside, liderlerin gerçekten eleştiriyle karşılaşabileceği umulur ve herhangi bir eleştirinin hakaret olarak kabul edilmesi temelde bir sorundur’’ ifadelerini kullandı.

Behrendt, Türk basınının geleceği içinse umutlu konuşmadı. Türk medyasının gerçekten çok karışık olduğunu söyleyen Freedom House Avrupa ve Avrasya Programları Direktörü, ‘’Türkiye çok canlı bir medyaya sahipti ve bu çok üzücü, çünkü uzun bir güçlü gazetecilik geleneği vardı. Medya kuruluşları satın alınıyor ve devralınıyor ve adım adım bağımsız, güçlü medya kuruluşları hükümete daha sadık şirketler tarafından ele geçiriliyor. Bir yanda, eleştirel gazetecileri işe almaya istekli olan yayın kuruluşlarının sayısı gün geçtikçe azalıyor, diğer yanda muhalif gazeteciler saldırıya uğruyor’’ dedi.

‘’Türkiye’yi sadece hapis cezası değil, fiziksel şiddet de kullanan dünyanın en büyük gazeteci hapishanelerinden biri olarak görüyoruz’’ şeklinde konuşan Behrendt, Dicle Fırat Gazeteciler Cemiyeti'nin bir raporuna atıfta bulunarak geçen yıl 65 gazetecinin cezaevinde bulunduğu, 55 gazetecinin fiziksel şiddete maruz kaldığını söyledi. Ses Kocaeli gazetesi sahibi Güngör Arslan ile Bursa Rahmet FM çalışanı Hazım Özsu’nun öldürülmelerini de hatırlatan Behrendt, ‘’Bu, bağımsız olan, eleştirel olan her gazetecinin Türkiye'de karşılaşmayı bekleyebileceği çok sert bir muamele ve elbette bu muamele, kamunun edinebileceği bilgiler üzerinde korkunç bir etki yapacaktır’’ dedi.