"Bavê Kurdan" (Kürtlerin Babası) Abdülhamid’in Doğu politikası ve Hamidiye Alayları

Ruslara karşı Doğu bölgesinde Osmanlı için etten bir duvar örmüştü

"Bavê Kurdan" (Kürtlerin Babası) Abdülhamid’in Doğu politikası ve Hamidiye Alayları


Sultan Abdülhamid ile özdeşleşen Hamidiye Alayları, sultan tahttan düştüğü son saate kadar padişaha olan bağlılığını sürdürdü. Kürtler, gerek İran’a gerekse Ruslara karşı Doğu bölgesinde Osmanlı için etten bir duvar örmüştü

33 yıllık uzun iktidarında Sultan İkinci Abdülhamid’e yöneltilen eleştirilerden birisi de ‘Devleti Kürtleştirmesi’ idi.

Osmanlı’nın 18 eyaletinden birisi olan Kürdistan’da yaşayan Kürtler, o günlerde gruplar halinde payitahta akın ediyordu.

Muhtelif kaynaklara göre, çok geçmeden İstanbul’daki Kürt nüfusu 5 ila 30 bin arasına ulaşmıştı.

Sultan Abdülhamid, Kürdistan’dan gelen gençleri okutuyor, askere alıyor; hatta her Ramazan’da bir akşam iftarını mutlaka bu genç ve talebe Kürtlerle açıyordu.

Bölgede kurduğu Hamidiye Alayları ve İstanbul Kabataş’ta açtığı Mekteb-i Aşiret-i Hümayun ile Sultan Abdülhamid, Osmanlı Sultanları arasında Kürtlere en büyük iltifatı gösteren padişahtı.
 

Bu iltifatlar karşılıksız kalmayacak; Kürtler de kendisini "Bavê Kurdan" yani "Kürtlerin babası" olarak anacaktı. 

Sultan Hamid’in Kürtleri bu denli koruyup gözetmesi, kısa sürede İstanbul siyasetinde dedikoduları da beraberinde getirdi.

Bu söylentiler Sultan Abdülhamid’in kulağına kadar çalındığında, eleştirilere şöyle cevap verecekti:

Kürt ağalarından bazılarının çocuklarını, İstanbul'a getirip yerleştirdiğim için de tenkit edildiğimi biliyorum. Senelerdir Hıristiyan Ermeniler, nazır mevkilerini işgal etmişlerdir. Bundan sonra da kendi dinimizden olan Kürtleri kendimize yakınlaştırmakta ne gibi bir zarar olabilir?

(Alakom - Eski İstanbul Kürtleri)


Kürtler, babaları kabul ettikleri Sultan Abdülhamid’e tahttan indirileceği son saate kadar sadakatini sürdürdü. 

Abdülhamid’in Halifelik makamını kullanarak sıkı sıkıya imparatorluğa bağladığı Kürtler, ikinci bir Balkanlar trajedisinin Doğu Anadolu’da yaşanmasına müsaade etmedi ve Rusların bölgeye inmesine karşı etten bir duvar oldu. 
 

Abdulhamid
Sultan II. Abdulhamid/ Fotoğraf: Wikipedia 


Tarihte Kürtler ile Osmanlı’nın münasebeti, bir başka işgalci güç olan İran karşısında başlamıştı.

Reşat Kasaba, Dördüncü Murat’ın fermanlarından hareketle Osmanlı’nın Kürt politikasını şöyle özetleyecekti:

‘Allah Kürdistan'ı, imparatorluğumu, şeytani İran yecücünün fesatlarına karşı güçlü bir set ve demirden bir kale gibi korunması için yarattı.’

Başka bir fermanda ise Kürtlerin, Osmanlı Devleti için ne anlam ifade ettiğini şu ifadelerle açıklamıştır:

Kürt kumandanlar, Osmanlı devletinin sadık ve vefalı dostlarıdır ve büyük atalarımızın yüce zamanlarından bugüne kadar tahta, övgüye değer çeşitli hizmetlerde bulunmuşlar, hesapsız çabalar göstermişlerdir; dolayısıyla imparatorluğu koruma çabası onlara saygıyla ve özenle davranılmasını gerektirir.


Sultan Abdülhamid’in büyük çoğunluğu Kürtlerden oluşan Hamidiye Alayları; devleti, Rus belasından korumuş, Kürtlere ise bölgedeki en büyük rakibi Ermenilere karşı üstün konuma getirmişti; ama zaman içerisinde Hamidiye Alayları'nın kendisi bir probleme dönüşmüştü.

Bu alaya en büyük muhalefet gösterenlerden birisi Kürt molla Said-i Nursi’ydi.

O, bu yapıyı ve Sultan Abdülhamid’i adeta yerden yere vuracaktı:

Evet, ‘Mûtû kable en temûtû’ (Daha ölmeden ölmek) sırrına, şunun sâye-i muzlimânesinde mazhar oldunuz.

İşte her köye böyle ilâç göndermek, hattâ dâü’l-cû ile karın ağrısına müptelâ olan emsâlinize hazım ilâcı hükmünde olan iâne toplamak, yahut eşkiyâlık ve husûmet derdiyle mültehap bulunan o vücuda, iltihâbı tezyid eden Hamidîlik icrâ etmek ve ilâ âhir, acaba tedâvi mi, yoksa tesmîm midir, melekü’l-mevte yardım etmek midir?

İşte mâhiyet-i istibdâdın timsâli budur. Zîrâ, sâbıkta, Padişah kendi yerinde mahpus gibi oturuyordu, bîçare milletin hâlini anlamıyordu, yahut zaaf-ı kalb ve kuvvet-i vehim ile anlamak istemiyordu, yahut mütehevvisâne ve mütekeyyifâne ve mütekalkıl olan tabiatı, anlattırmaya müsâit değildi.

İşte hükümetteki istibdâda, her şeydeki istibdâdı kıyas ediniz. Hattâ, taklidi tevlid eden ilmin istibdâdı dahi böyledir.

(Münâzarât, s. 25-26)


Said Nursi, 'istibdat rejiminin ileri karakolu' olarak gördüğü Hamidiye Alayları'nı sıkıntıları çözmekten öte, sorunun kendisine dönüştüğünü iddia ediyordu. 

Tüm bu gelişmeleri doğru okuyabilmek adına filmin şeridini geriye sarıp ayrıntıları yakından izlememiz gerekecek.


Yavuz Sultan Selim’in en büyük müttefikleri: Kürtler

Yavuz Sultan Selim şehzadeliği döneminde Şah İsmail’in Anadolu’da yürüttüğü yıkıcı propagandayı yakından gözlemlemişti.

Tahta geçtiğinde ise ülkenin stratejisini Doğu bölgelerinin güvenliğini sağlamaya yöneltti. 

Osmanlı Ordusu, yabancısı olduğu bir coğrafyada başarılı olabilmek için yerel güçlerden destek almak zorundaydı. Bu anlamda ittifak kurabileceği tek halk Kürtlerdi.

Yavuz Sultan Selim, Çaldıran Ovası'nda Şah İsmail’e karşı Kürtlerle ittifak yaptı.
 

Savaş sırasında Kürtlerin mücadelesine hayran kalan Yavuz, Tebriz düştükten sonra İdris-i Bitlisi’ye (Bitlisli İdris) tam yetki vererek kalan şehirlerin İranlıların elinden kurtarılması görevini Kürtlere verdi. 

Yaklaşık 10 bin kişilik bir Kürt Ordusu kuran Bitlisi; Mardin ve Diyarbakır gibi büyük vilayetleri tek tek fethederek Osmanlı egemenliğine soktu. 

Bu fetihlerden sonra Kürtlerin Osmanlı’ya katılımı konusunda Yavuz, baskıcı bir politika izlememiş ve Bitlisi’ye Kürtlerin nasıl idare olunmak istediğini sormuştu. İdris-i Bitlisi, Sultana Kürt Beylerinin onuruna düşkün insanlar olduğunu söyleyerek kimsenin kimseye üstünlük sağlamayacağını bildirdi.

Bu sebeple İstanbul’dan gönderilecek bir yönetici tarafından yönetilmenin daha doğru olacağına karar verildi.
 

Yavuz Sultan Selim
Yavuz Sultan Selim/ Fotoğraf: Portrenin aslı Topkapı Sarayı Müzayedesindedir


Yavuz Sultan Selim, bunun üzerine Bıyıklı Mehmet Paşa’yı Osmanlı adına Kürtlere Beylerbeyi kılmışsa da Kürtlerin kendi iç işlerinde büyük oranda serbest olmasına rıza göstermişti.

Osmanlı’daki en büyük Kürt isyanı: Mir Bedirhan Vakası

İkinci Mahmut iktidarı Osmanlı Devleti’nin hızla merkezileştiği bir dönem oldu. Yönetim modelinin yeniden yapılanması Kürtlerin, Yavuz’dan beri sahip olduğu serbestiyeti büyük oranda ortadan kaldırmıştı. 

Öte yandan Mir Bedirhan ismindeki Kürt Beyi, desteğe geldiği Osmanlı ordusunun Nizip Savaşı'ndan Kavalalı Mehmet Ali Paşa’ya karşı yaşadığı büyük mağlubiyeti gözleriyle gördü.

Osmanlı’nın bölgede artık fiili bir gücü kalmadığına inanan Bedirhan, başına buyruk hareket etmeye başladı. 

Mir Bedirhan, üzerindeki Osmanlı baskısı kalkar kalkmaz tarihin görüp göremeyeceği en büyük vahşet planlarından birisini devreye sokmaya karar verdi.
 

Mir Bedirhan.jpg
Mir Bedirhan / Görsel: Wikipedia


Bölgedeki Nesturilere karşı harekete geçen Bedirhan, binlerce masum insanı kılıçtan geçirmiş, kadınları köle yapmış, mallarını ise yağmalamıştı. 

Tüm dünya katliam karşısında ayağa kalkmış, Bedirhan’ın kendi aşiretinden birçok kimse de bu vahşete karşı çıkmıştı.

Bedirhan’ı durdurmak için harekete geçen Osmanlı Ordusu 1847 yılında Mir Bedirhan ve Mahmud Han’ı mağlup ederek esir aldı.

Bedirhan’a oldukça iyi muamele eden Osmanlı, İstanbul’a getirdiği bu asiyi bir devlet başkanıymışcasına ağırladı.

Mir Bedirhan idam edilmediği gibi günlerce Osmanlı sarayında misafir edildi. Kendisi de böyle bir konukseverliği beklemeyen Mir, Takvim-i Vekayi’ye (Osmanlı’nın resmi gazetesi) şöyle konuşacaktı:

Meydana gelen isyan, kaderin garip cilvesidir. Zira hiçbir zaman isyan etme düşüncesine kapılmadım. Canıma ve malıma kast edileceğinden korktuğum için daha önce teslim olmadım. Şimdiki gibi saygı göreceğimi bilsem bir yolunu bulup kaçar, doğruca buraya gelirdim.

Daha önce de padişahımızın şefkati sayesinde can ve mal güvenliği olduğunu duyar, dağ adamı olduğumdan inanmazdım. Şimdi dağlarda koşup bu yüce makama geldiğime şükrediyorum.

Bundan sonra dağlar hatırıma bile gelmez, 'Gidin' deseler gitmem. Ben Reşid Paşa merhumun ve sairlerinin zamanlarını gördüm. O zaman böyle muamele olunmazdı. Yapılan şey şunu kesin, bunun malını alından ibaretti.

Evlatlarımı askere vereceğim. İçlerinden hiç olmazsa biri adam olursa ömrüm boyunca sultanıma duacı olacağım. Olmayacak bir iş oldu, elden ne gelir.


Bedirhan İsyanı'ndan sonra bölgede hâkimiyetini artırmak isteyen Osmanlı, iç işlerinde serbest bıraktığı Kürdistan’ın bu niteliğini ortadan kaldırarak Kürdistan Eyaleti’ni resmen kurdu ve bu kanun Takvim-i Vekayi’de şöyle yer aldı:

Hıtta-i Kürdistan'ın hüsn-i zabıta ve rabıta-i umur ve mülkiyye ve istihsal-i menazım-ı da'imesiyle te'sisiyle asayiş-i ahali kaziyye-i matlubesine bakılması yani oraların bir idare-i mahsusa ve müstak ile tahtına konularak dirayetli bir zata ihalesiyle Diyarbakır eyaleti ve Van ve Muş ve Hakkari sancakları ile Cizre ve Bohtan ve Mardin kazaları birleştirilüb cümlesinin bir eyalet add ve i'tibar olun ması ve işbu eyalete Kürdistan eyaleti tesmiye kılınması iktiza-yı hale muvafık ve cesban olarak ...


Sultan Abdülhamid, doğrudan kendisine bağlı orduyu kuruyor

Sultan Abdülhamid tahta oturduğunda meşrutiyeti ilan ederek meclisi açtı; fakat 1878 yılında meydana gelen Rus Savaşı'nda ülke topraklarının yüzde yirmisinin bir anda kaybedildiğini gördü. 
 

Sonrasında toplanan Berlin Konferansı'nda Ermenilerin ayrılıkçı hareketleri, genç sultanı tedbir almaya sevk etti; çünkü Berlin Antlaşması'nın 61'nci maddesi yeni bir Balkan bunalımının adresi Doğu Anadolu olacağını gösteriyordu:

Bab-ı Ali, Ermenilerle meskûn vilâyetlerde mahalli ihtiyaçların lüzum gösterdiği düzenlemeleri ve ıslahatları vakit geçirmeksizin tatbik etmeyi ve Çerkezlerle Kürtlere karşı onların güvenliğini temin etmeyi taahhüt eder. Bu yolda alacağı tedbirleri, onların tatbikini denetleyecek olan Büyük Devletlere muayyen zamanlarda bildirecektir.

(61'nci madde)


Yabancı sefirlere “Başımı keserim Doğu Anadolu’yu vermem!” diyerek harekete geçen Sultan Hamid, komutanlarından gelen raporlar doğrusunda en doğru hamlenin Hamidiye Alaylarının kurulması olduğuna karar verdi.
 

hamidye alayları 2.jpg
Hamidiye Alayları / Fotoğraf: Twitter


Alayların kuruluşu Takbir Hattı-ı Hümayun'da şöyle ilan edildi:

Memleketin, teaddiyat ve tecavüzat-ı ecanibten muhafazası zımnında tertibi muk tezi olan heyet-i ask eriyenin terkibi ol memleket ahalisinin nüfus-i umumiyesine ait mükellefiyet cümlesinden olup, bu mükellefiyetten ahaliden bir kısmının istisnası kuvve-i umumiyenin noksanını icab edeceği derkar bulunduğuna ve bu kaide -i meşruanın Memalik -i Mahruse-i Şahanede bi-hakkın mer'i tutulmasıyla kuvve-i umumiye-i Osmaniye'nin tezyid ve teksir olunması maksad-ı meşruasına binaen hususiyet-i halleri hasebiyle şimdiye kadar tamamıyla intizam-ı askeri altında olarak hizmet-i askeriyede bulunamayan ve cundilik ile meşhur ve me'luf oldukları halde haymenişin (çadırda oturan) olan Efrad -ı aşairden müceddeten 'Asakir-i Hamidiye' namı celiliyle Süvari Alayları teşk ili muk teza -yı irade-i seniyye-i hilafetpenahidir.


Önceleri 20 alay olarak düşünülen Hamidiye Alayları'nın sayısı, Kürtlerin yoğun ilgisi sonucu 100’e yaklaşmıştı.

Van, Urfa ve Diyarbakır gibi bölgelere konuşlandırılan bu yerel kuvvetler Doğu’da Rus, Güney’de ise İngilizlerin hareket alanını büyük oranda kısıtladı.

Kürtler de bu sayede hem doğrudan halife ile ilişki kurmuştu hem de Ermenilerin yabancı güçlerin desteği ile kendilerine karşı silahlanmasını beklemeden kendileri silahlanmıştı.  


Alayların ortadan kaldırılması ve zararlı etkileri

Sultan Abdülhamid ile özdeşleşen Hamidiye Alayları, sultan tahttan düştüğü son saate kadar padişaha olan bağlılığını sürdürdü.

İttihat ve Terakki, Sultan Abdülhamid’in diğer tüm mirası gibi bu alaylara da büyük bir düşmanlık içerisindeydi.

Buna rağmen bu alayların tamamen ortadan kaldırılması yerine “Aşiret Alayları” olarak yeniden düzenlenmesine karar verildi ve 1912’de Sultan Abdülhamid dönemindeki fonksiyonunu tamamen kaybetti.
 


Hamidiye Alayları, doğrudan Sultan Abdülhamid’in himayesinde olması sebebiyle zaman içerisinde yozlaşmış ve bir takım istenmeyen olayların içerisinde de yer aldı.

Ermenilerin yurtlarından göç edilmesine zorlanılması ve aşiretler arasındaki çıkar çatışmalarında bu ordu yanlış işlere bulaşmıştı. 

Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi’nde yer alan bazı belgelerde Hamidiye mezalimleri şöyle geçmektedir:

Diyarbekir Serkomiserliği’nden Zabtiye Nezareti’ne gönderilen şifreli telgrafta; Cizre Kazası’nın Miran Aşireti Reisi Mustafa Paşa ile damadı Tahir Ağa’nın tahrikiyle Miran ve Geçan(?) aşiretlerinden iki yüz atlı ve üç yüz yayan yani beş yüz aşiret mensubu, Cizre’ye yarım saat mesafede bulunan dört köye hücum etmişler, mallarını, koyun, öküz ve diğer hayvanlarını gasp ettikleri gibi, evlerini de yıkmışlardır. Bu arada açtıkları ateşin isabet etmesi sonucu, çocuğunu emzirmekte olan bir kadın hayatını kaybetmiştir.

(Osmanlı Arşivi, Y. MTV. nr. 221/43, 7
Cemaziyelahir 1319 - Mehmet Salim Yardım)


Henüz 17 yaşında olan Nur Cemaati lideri Said Nursi'nin, eşkıyalığı ve zulmü ile halkı bıktıran Hamidiye Alayı komutanı Mustafa Paşa’nın karşısına dikilerek tevbeye çağırması, anlatıla gelen meşhur hikayelerdendir.

Nursi’nin cesareti ve ilminden etkilenerek tevbe eden Mustafa Paşa’nın kısa süre sonra yine Ermeni köylerini basıp tecavüz ve cinayetlerini sürdürmesi bu alayların dejenerasyonu hakkında önemli bilgiler vermektedir.

Kürtler, gerek İran’a gerekse de Ruslara karşı Doğu bölgesinde Osmanlı için etten bir duvar örmüştü.

Yavuz Sultan Selim ile başlayan bu ittifak, Sultan İkinci Abdülhamid döneminde doruk noktasına ulaşmıştı.

Sultan Abdülhamid kurduğu Hamidiye Alayları ile Kürtlere öylesine yetki ve haklar tanımıştı ki bu yapı zaman içerisinde Kürtlerin kendi içerisinde de büyük rahatsızlık nedeni olmuştu.

 

 

*Daha ayrıntılı bir okuma için Orhan Örs’ün detaylı çalışması “2.Abdülhamid’in Kürt Politikası” incelenebilir. 


*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve SEHITLEROLMEZ.COM VE Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish