Beyrut’ta Türk ve Türkmen de var, Anadolu’dan gitme başkaları da.. Benim Beyrut’um…

Bir zamanlar dünyanın en iyi parti verilen 10 kentinden biriydi Beyrut..

Beyrut’ta Türk ve Türkmen de var, Anadolu’dan gitme başkaları da.. Benim Beyrut’um…


Bir zamanlar dünyanın en iyi parti verilen 10 kentinden biriydi Beyrut..

Yaralı Beyrut’a yardım götüren Türkiye heyeti, bayrağımızı açmış, sokaklarında dolaşırken bir de vaatte bulunmuş: “Türk ve Türkmen olduğunu söyleyene vatandaşlık veririz.”

Lübnan’da Türk ve Türkmen var mıdır? 

Dünyanın dört bir tarafına dağılmış bir millet olduğumuza göre orada da bizden uzantılar mutlaka vardır.  

Orada Anadolu’dan gitmiş başka bir kitle olduğunu ise biliyorum.

Bir gençlik toplantısına katılmak üzere, MTTB adına, o zaman henüz başkent olmamış Suudi Arabistan’ın Riyad kentine gitmiştim, 1973 yılının sonunda. Ardından Cidde ile Mekke’ye uğramak ve ilk kez hac yapmak da nasip olmuştu.

[CHP-MSP hükümetinde bakan olmuş Korkut Özal da hac için oradaydı. Birlikte bulunduğumuz ortamda biri “İsmet İnönü vefat etmiş” haberini verince, Korkut Bey‘in, “Her hacda böyle balon rivayetler çıkar” dediğini hatırlıyorum. İsmet Paşa bu defa gerçekten vefat etmişti (25 Aralık 1973).]

Dönüşte Beyrut’ta birkaç gün geçirmek istedim ve bunu yaptım da…

“Hastalık var, sağlık var”

Kemik ısıtan sıcaklıktaki Cidde’den o sıcağa göre ayarlanmış giysilerimle yağmur serinliği yaşanan Beyrut’a indiğimde, ilk işim, üzerime koruyucu bir şeyler almak üzere çarşıya uğramak olmuştu.

Vitrinine biraz göz gezdirdikten sonra işimi görecek montlar da satan bir mağazaya girmeye karar verdim. Tezgahın arkasında gençten bir kadın rafları düzeltiyor, önde duran bir erkek satıcı da müşteri mi dost mu olduğunu kestiremediğim biriyle Arapça konuşuyordu.

Arapça konuşuyorlardı, ama araya “Hastalık var sağlık var” gibi Türkçe cümleler de sıkıştırarak…

Satıcının benimle ilgilenmeye başladığı Arapça cümlesine, ben, “Türkçe bildiğiniz anlaşılıyor” girişiyle mukabele ettim. Üçünün birden dikkati üzerimde yoğunlaşıverdi.

Dükkandakiler 1900’lü yılların başlarında Adana’dan Beyrut’a göç etmek zorunda kalmış iki ailenin fertleriydi. Kadın da dükkan sahibinin kızıydı. Her üçü de hayatlarından bir günü bile Türkiye’de geçirmedikleri halde çok düzgün Türkçe konuşuyorlardı.

Bir zamanlar başka bir dil bilmenin fazla önemli olmadığını ifade etmek için “Beyrut’taki hamallar da yedi dil konuşuyor” denirdi. “Şark’ın Paris’i” bilinen Beyrut’un kozmopolitliğini bundan daha iyi anlatan bir cümle olamaz. Arapça da konuşulan illerimizden pek çok kişi, daha iyi bir kazanç kapısı olduğu için, yolunu oraya düşürmüştü.

Fakat muhatap olduğum kişiler onlardan değildi.

Tahmininiz doğru: Ermeni’ydi üçü de…

Kötü kaderli Lübnan

Paris kadar canlıydı o dönemde Beyrut. 

Sonradan değişik zamanlarda bir çok kez gazeteci olarak yolum Lübnan’a ve Beyrut’a düştü. Her seferinde birbiriyle çelişik duyguların esiri olduğumu iyi hatırlıyorum.

İsrail yanlısı bilinen Hıristiyan Falanjistler, Filistinli mültecilerin yaşadığı Sabra ve Şatilla mülteci kamplarını basıp binlercesini öldürdüler (Eylül 1982). Onun öncesinde, sonradan başbakanlık da yapmış olan İsrail’in o sıradaki savunma bakanı Ariel Şaron’un kendisine ‘Beyrut kasabı’ unvanını kazandıracak Lübnan’a yönelik saldırıları var.

[Falanjistleri Filistinli mültecilere saldırtanın da Şaron olduğu ardından başlatılan soruşturmalar sonunda ortaya çıkmıştır.]

Tabii bir de Lübnan iç savaşı var. 1991 yılına kadar 15 yıl 6 ay boyunca süren iç savaşta en az 120 bin kişinin hayatını kaybettiği biliniyor. İç savaş yüzünden onbinlerce insan yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kaldı, bir milyonun üzerinde Lübnanlı başka ülkelere göç etti.

Hafız Esad’ın Suriyesi de iç savaşı bahane edip Lübnan’ı işgal etti ve 2005 yılına kadar işgalini sürdürdü.

İşgalin sona ermesi, dönemin Lübnan başbakanı Refik Hariri’ye düzenlenen suikastın arkasında Suriye ve Hafız Esad’ın bulunduğunun ortaya çıkması sonucu gerçekleşti.

Refik Hariri’yi üç gün öncekine yakın bir patlamayla otomobili içerisinde öldürdüler.

[2005’te meydana gelen suikastın soruşturması halen devam ediyor. Konu şu günlerde bir mahkemede yeniden ele alınacaktı. Şimdi yeni patlamanın sorumlularının kim olduğu soruşturuluyor. Bakalım bu soruşturma kaç yıl sürecek?]

Kötü kaderli bir ülke Lübnan.

Suriye işgali sırasında Lübnan’ın Bekaa bölgesi terör örgütlerinin eğitim alanı haline dönüşmüştü. PKK’nın da orada ‘akademi’ adını verdikleri bir eğitim merkezi bulunuyordu.

Abdullah Öcalan’ın Suriye dışına çıkartılmasını sağlayacak sürecin ilk adımı olarak, DYP-SHP hükümetinin içişleri bakanı İsmet Sezgin’in bir Şam seyahati vardır. Sezgin orada görüştüğü Hafız Esad’a, “Türkiye’nin dostluğu daha değerlidir” anlamına gelen cümleler sarf etmişti.

Suriyeliler, “Bakın biz teröristleri barındırmıyoruz, sizdeki bilgiler yanlış” diyebilmek için bakanın yanında Şam’a gelmiş gazeteci kafilesini Bekaa Vadisi’ne götürmüşlerdi. Oraya vardığımızda, ‘Mahsum Korkmaz Akademisi’nin levhasının indirilip yıkıma uğratıldığı halini görmüştük.

Gariptir, Beyrut’un 30 km doğusunda yer alan Bekaa’ya 1993 yılında hala Suriye hakimdi.

Bir daha da gün yüzü görmedi “Şark’ın Paris’i” unvanlı Beyrut.

Politikacıları Lübnan’a ihanet ettiler.

Üç gün önceki patlama kentin yarısını havaya uçurdu, diğer yarısını yaraladı, ülkeyi yasa boğdu.

Çin bir ay kadar önce, yeni güvenlik yasasıyla Hong Kong üzerinde baskı uygulayınca, İngiltere orada yaşayanlara, “Gelin, size vatandaşlık verelim” davetinde bulunmuştu (1 Temmuz 2020). Hong Kong 20 yıl öncesine kadar İngiliz sömürgesiydi; Hong Kongluların çoğu İngiliz vatandaşı zaten.

Şimdi biz Lübnan’da “Türkler ve Türkmenler başvursun, vatandaşlık verelim” davetinde bulunuyoruz.

Herhalde başvuranlar olacaktır.

FEHMI KORU / FEHMIKORU.COM