Bir film (‘Irishman’) ve bizdeki derin devlet konusuna ışık tutan iki kitap…
1960’lar Amerikası ile 1990’lar Türkiyesi
Geçtiğimiz günlerde masama konan iki kitabı okurken “Bu malzemeden ilgiyle izlenecek birkaç film çıkar” diye düşündüğümü hatırlıyorum.
Biri Mehmet Eymür’ün ‘De-Şifre: Casusluk Hikayeleri’ kitabıydı (Eftalya Yayınları) ve Eymür orada kendisinin istihbarat örgütünde önemli görevlerde bulunduğu günlerde tanığı olduğu casusluk hikayeleriyle birlikte, son zamanlarda yaşanan olaylarla ilgili gözlemlerini de paylaşıyordu.
15 Temmuz hain darbe girişimi sonrasında Adil Öksüz gibi adları dillere pelesenk olan pek çok kişiyle ilgili kanaatleri gözden geçirmeyi gerektirecek ayrıntılara da yer veriyor kitabında Eymür. Bazılarının istihbaratçıların kendilerine verdiği ‘kod adlarına’ kadar…
Okunmaya değer.
İkinci kitap Sabahattin Önkibar imzasını taşıyor. Kitabın adı ‘Derin ve Gizli Devlet Gazetecisi Olarak İtiraflarım’ (Kırmızı Kedi Yayınları).
Kitap 1990’ların başında Genelkurmay Başkanlığı’nda geçen bir devleti dizayn hikayesiyle başlıyor. Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Muhittin Fisunoğlu emekli olması beklenen Org. Doğan Güreş’in yerini almaya hazırlanıyor ve daha o göreve gelmeden Turgut Özal’ın ani vefatıyla taşları yerinden oynayan sivil siyasi hayatı da dizayn etmeye karar veriyor.
Özal’ın yerine Süleyman Demirel cumhurbaşkanı seçilmiş ve başbakanlık makamı boşalmıştır. Fisunoğlu oraya kimin geleceğini belirleyen kişi olmak niyetindedir. Başbakanlık için adları geçen Tansu Çiller ve İsmet Sezgin’i çeşitli sebeplerle göreve uygun görmemekte, siyasete tesadüfen girmiş sessiz sakin bir bakanı başbakan yapmak istemektedir. O kişiyi karargaha çağırır ve “Kongrede sen aday olacak ve genel başkan seçileceksin” direktifini verir; adamın “Ben tanınmıyorum bile” itirazına da “Mesele tanınmak ve kongreyi kazanmak ise biz onu hallederiz” der.
Tanınmayı medyayla ayarlayacakları bellidir (“Basın biz ne dersek onu yapar” der Fisunoğlu); kongreyi nasıl halledeceğini ise söylemez.
Sadece siyaseti dizaynda başarısızlık yaşamakla kalmaz Fisunoğlu, Genelkurmay başkanı da olamaz. Kongrede seçilen Tansu Çiller başbakan olur ve Doğan Güreş‘in süresini uzatır.
İlginç bir hikayedir bu ve Önkibar hem bunu hem de benzer birkaç ‘derin devlet’ hikayesini daha, isimler de vererek, anlatmaktadır kitabında.
Aslında bu iki kitaptan öyle filmler çıkar ki…
1960’lar Amerikası ile 1990’lar Türkiyesi
Konu Netflix’in dünya gösterimini bu hafta başlattığı ‘The Irishman’ (İrlandalı) filmini izlerken aklıma geldi.
ABD’nin en muhataralı dönemlerinden biri sayılan 1960’lar ve 1970’lerde yaşanan Mafya hikayelerini hayattaki en önemli usta yönetmenlerden Martin Scorsese son teknolojiyi de uygulayarak beyaz perdeye aktarmış, filmde ülkesinin İtalyan asıllı en ünlü oyuncularını kullanarak hem de…
Film bir yönüyle Amerikan devleti ile Mafya arasındaki derin ilişkilere ve çatışmalara ışık tutarken, bir yönüyle de sınır tanımayan yasadışı bir gücün bir ülkeyi nasıl parmağında oynatacak hale gelebildiğini de sergilemekte.
Mafya’nın, elindeki yasadışı işlerden kazanılmış muazzam para kaynağını siyasete yönelterek başkanlık seçimlerini etkilediğini, onların desteğiyle seçilmeyi başarmış başkan verdiği sözleri tutmayınca onu ortadan kaldıracak denli zıvanadan çıkabildiğini izleriz filmde.
Devlet üzerlerine bütün gücüyle gitmeye başlayınca Mafya içi çatışmalar da baş gösterir. Faili hala meçhul cinayetler birbiri ardına işlenir o dönemde. Kimi kimin öldürdüğünün hala bilinemediği cinayetler…
Scorsese’nin Robert De Niro, Al Pacino ve Joe Pesci’ye başrolleri paylaştırdığı film o cinayetlerin failini de deşifre etme iddiasında.
Yalnız filmi izlemekle kalmadım, ardından De Niro, Pacino ve Pesci ile Scorsese’nin sahneye yansıttıkları dönem ve filmde kullanılan artistleri gençleştirip yaşlı hale getirmeyi sağlayan teknoloji üzerine yaptıkları sohbete de kulak verdim.
80’li yaşlarına yaklaşmış bu üçlüyü 30’lu yaşlarında göstermeyi sağlayan bir bilgisayar programı galiba ilk kez bu filmde kullanılmış. Bayağı başarılı.
‘I heard you paint houses’ (Duyduğuma gore evleri boyuyormuşsun) adını taşıyan bir kitaptan yararlanılmış filmin senaryosunda. Kitabın adı Mafya içi bir deyimden alınma; o cümleyi kuran, muhatabına, “Sen adam öldürmeyi biliyormuşsun” demek istiyormuş. Kitapta hayatı anlatılan kişi anlattıklarını bilebilecek biri, ancak anlattıklarının doğru olduğu hayli iddialı.
Zaten, Scorsese sıkıştırıldığında, “Ben bütün hikayeyi değil, kendi hikayemizi anlattım” demekte.
Filmi izleyenler bana hak vereceklerdir: Bizde ‘Irishman’i sollayacak tarzda gerçek hikayeler az değildir ve o hikayeleri anlatanlar yanında biraz teşvikle dahasını da aktarmaya yarayacak ayrıntılara vakıf olan pek çok bilgi sahibi de vardır.
Yeter ki, birileri iyi bir yönetmenle yetenekli oyuncuları bir araya getirip bir çoğu zaten kitaplara da geçmiş olanların yanına bilgi sahiplerinin aktaracaklarını da ekleyerek dört başı mamur bir senaryoyu filme dönüştürmeye meram etsin…
Bizim 1990’lı yıllarımız bu anlamda hayli renklidir.
Sabahattin Önkibar’ın belli konuları daha iyi görmesini engelleyen bazı saplantıları var, ama bildiklerinin bir bölümü de herkesin bilmesi gereken şeyler. İçinde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, Külliye’nin, CHP’nin ve pek çok CHP’linin adı geçen son kumpas sırasında da adı bir ara işitilen şimdilerde siyasetçi kimliği bulunan (milletvekili) eskinin bir gazetecisinin, yıllar önce MİT’in başına getirilecek kişiyi zamanın başbakanına telkin ettiğini de yazıyor kitabında.
Aynı kişinin PKK’nın MİT tarafından el konulmuş parasıyla bir televizyon kanalı kurduğu iddiası de kitapta gündeme taşınıyor.
Bizde ‘Irishman’i gölgede bırakacak çok daha iyi senaryolar yazılır, emin olun.
https://fehmikoru.com/bir-film-irishman-ve-bizdeki-derin-devlet-konusuna-isik-tutan-iki-kitap/