BİR OSMANLI HANEDAN REİSİ DAHA GÖÇTÜ

*Garip doğdu. Garip yaşadı. Garip vefat etti. Gariplere müjdeler olsun!

BİR OSMANLI HANEDAN REİSİ DAHA GÖÇTÜ


BİR OSMANLI HANEDAN REİSİ DAHA GÖÇTÜ

Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci
 
*Garip doğdu. Garip yaşadı. Garip vefat etti. Gariplere müjdeler olsun!
 
*Osmanlı hanedanının reisi, yani hanedanın en yaşlı erkek ferdi, Sultan II. Abdülhamid’in torunu 90 yaşındaki Dündar Efendi, Şam’da tek başına vefat etti.
 
Saltanat ve halifelik kaldırıldıktan sonra Osmanlı hanedanının en yaşlı şehzâdesine, Avrupa monarşi an’anesine uygun olarak Hanedan Reisi deniyor. Dündar Efendi, 1923 doğumlu Osman Bayezid Efendi’nin New York’ta vefatı üzerine 2010’da hanedan reisi olmuştu.
Bayezid Efendi’nin anne ve babası, memlekette evlenmişti. Hatta Bayezid Efendi, sürgüne annesinin karnında gitmiş ve sürgünde doğmuş ilk şehzâde idi. Dündar Efendi ise, sürgünde evlenen bir anne babadan doğmuş ilk hanedan reisidir. Şimdiki hanedan reisi, Dündar Efendi’nin 88 yaşındaki kardeşi Harun Efendi İstanbul’da yaşamaktadır.
 
Beyrut Sultanı
 
Saltanat ve halifelik kaldırılıp, 1924 senesinde Osmanlı hanedanı yedisinden yetmişine sınır dışı edildiğinde, Sultan Abdülhamid’in büyük oğlu Selim Efendi, memlekete yakın diye Haleb’e yerleşmişti. Fakat Ankara hükûmeti, bundan rahatsız olup o zaman Suriye’yi elinde tutan Fransa’ya bir nota verince, Şehzâde Haleb’den çıkmak zorunda kaldı. Beyrut’un Cünye semtine yerleşti.
Burada halkın çok hürmet ettiği Selim Efendi, sıkıntılar içinde yaşadı. Kirayı ödeyemeyecek hâle gelince, ev sahibi Ermeni, 1937’deki vefatına kadar kira almadı. Ailesinin, yağma edilen mirasını kurtarabilmek için çok uğraştı ise de, muvaffak olamadı. Kuzguncuk’taki yalısı, hanedanın sürgününden sonra, Selânikli bir tütün tüccarına satıldı ve tütün deposuna çevrildi.
 
Uygur Tahtında Bir Şehzâde
 
Selim Efendi’nin yegâne oğlu Abdülkerim Efendi, sürgüne gönderildiğinde 18 yaşında bir zâbit namzedi idi. Sevimli, sosyal bir şahsiyet olan Abdülkerim Efendi, tarihte benzerine az rastlanır bir cesaretle, kendisini felâkete sürükleyecek bir maceranın içine girdi.
Çin’i işgal eden Japonlar, kendisini Uygur hükümdarı yapmayı vadettiler. Bu sebeple Japonya’ya giden Şehzâde, işlerin rast gitmemesi sebebiyle yarı yolda bırakıldı. Bunun üzerine Şarkî Türkistan’a gelerek yerli halkı teşkilatlandırmaya girişti. Ancak kendi imkânlarıyla kurduğu derme çatma birlikler Çinliler karşısında yenilince canını zor kurtararak siyasî mülteci sıfatıyla 1935’te Amerika’ya gelebildi.
New York’ta bir otel odasında ölü bulundu. İntihar süsü verilen cinayetin, Japonya projesinden rahatsızlık duyan Çin veya Rusya’nın ajanları tarafından işlendiği tahmin edilmektedir. [Bunu daha evvelki bir yazımızda anlatmıştık.]
 
Göreceğimi Gördüm
 
Abdülkerim Efendi, ailesinden bir sultan ile evlenmek istediyse de, mümkün olmadı. Bunun üzerine Beyrut’ta komşusu olan Maruni bir kıza âşık oldu. Babası razı gelmediği hâlde evlenip Şam’a yerleşti. Müslüman olarak Nimet adını alan bu hanım Türkçe; Abdülkerim Efendi de Arapça bilmediği için, genç evliler aralarında Fransızca konuşurlardı.
Babalarının müessif vefatı üzerine rikkate gelen dede, torunlarını kabul etti. Ancak kısa bir zaman sonra yüreğini dağlayan evlad acısı yüzünden, o da vefat etti. Biri 7, diğeri 5 yaşındaki iki çocuk, genç ve çaresiz bir annenin ümidine kaldılar. Nimet Hanım, kendisine yapılan parlak evlilik tekliflerini hep geri çevirdi. “Ben bir prensle evlendim. Göreceğimi gördüm. Artık evlenmem” derdi. Muhâcirîn semtinde bir kira evinde yaşadılar.
Nimet Hanım, çok dirayetli bir hanımdı. Dindardı; peçesini indirmeden sokağa çıkmazdı. Oğullarının bir Osmanlı şehzâdesi haysiyetiyle yetişmesi için gayret etti; bu şuuru onlara aşılamaya çalıştı. Bu sebeple hem dinlerini, hem de ana dilleri olmadığı hâlde Türkçe’yi öğrenmelerine uğraştı.
Zevcinin şâibeli vefatından sonra, çocukları hakkında devamlı tetikte yaşadı. Öyle ki kapıyı hep arkadan kilitler; eli altında silah ve bekçi düdüğü bulundururdu. Fazla kimseyle de görüşmez, kapıyı, pencereyi açtırmazdı.
 
“Siz şehzâdesiniz!”
 
Nasıl geçindiler?.. 5 kuruşları yoktu. Abdülkerim Efendi’nin sadık dostlarından eski bir Osmanlı zâbiti olan Gürcü Nizameddin Bey, eski devrin adamı olduğu için memleketine dönmemiş; hayatını bu aileye hizmete adamıştı. Hububat ofisinde muhasebecilik yapar, bekâr olduğu için eline geçen 500 liranın 400’ünü aileye verirdi.
Ana dili Türkçe olmayan genç şehzâdelere Türkçe öğretti. İstikbali düşünerek, Suriye vakıflarından aileye cüz’i bir maaş bağlattı. Gençlere devamlı “Siz şehzâdesiniz, şöyle yapmayınız, böyle yapmayınız” diye ikaz eder, dost ve düşmanı onlara tanıtırdı. Dündar Efendi haysiyetine çok düşkündü. Hatta çocukken bayram gibi vesilelerle kendisine verilen bahşişi, çıkarken gizlice vestiyere koyar veya muhtaç birine verirdi.
 
Mükerrem ve Müreffeh
 
Mektep çağı gelince, Dündar ve Harun Efendiler bir Amerikan mektebine yazıldı. Sonra Fransız Freres Mektebi’ni; ardından da devlet lisesini bitirdiler. Dedelerinin ismi sayesinde Dündar Efendi’nin tabiriyle “mükerrem ve müreffeh” yaşadılar.
Dündar Efendi, Şam’da askerî bir fabrikanın muhasebeciliğini yaptı. Şam’ın meşhur ailelerinden Kuseybatîlerden Yüsrâ Hanım ile evlendi. Çocukları olmadı. Çok sevdiği zevcesi birkaç sene yatalak yaşadıktan sonra, 2016’da 90 yaşında vefat etti.
Sürgün kararının kaldırıldığı 1974 senesinden sonra Türk vatandaşlığı alınca Osmanoğlu değil, Arapça “Osmanlı ailesi” manasına gelen Âliosman soyismini tercih etti. Askeriyede memur olarak çalışan biraderi Harun Efendi ise ailesiyle İstanbul’a yerleşti. Nimet Hanım da yanına gelerek burada 1981’de vefat etti.
Saltanat devam ediyor olsaydı, Dündar Efendi, padişah olacaktı. Sıhhati iyi iken zaman zaman İstanbul’a gelirdi. Kendisiyle dâhilî harbden evvel, Şam’da Muhâcirîn semtinde de çiçeklerle süslü mütevâzı evinde; birkaç defa İstanbul’da görüşmek şerefine eriştim.
 
Unutulmayan Türkçe
 
Az konuşur, çok düşünür, mütevazı, kibar ve ince düşünceli şehzâde, dinine bağlıydı, beş vakit namazını bırakmazdı. Çok sosyal değildi. Gezmeyi, fazla kimseyle görüşmeyi sevmezdi. Konuşacak kimse bulamadığı için Türkçe’yi unutmaktan şikâyetçi idi. Türk radyo ve televizyonlarını dinler; Türkçe gazeteleri takip etmeye çalışırdı.
Zevcesinin vefatından sonra, ayakları ağrıdığı ve düştüğü için evinden çıkamıyor; gözleri az görüyor; kulakları duymuyordu. Zevcesinin ailesinden akrabaları arada bir kendisini yokluyordu. İstanbul’da yaşayan yeğenleri binbir zorlukla kendisini Beyrut üzerinden İstanbul’a getirdiler. Burada biraderinin evinde bir müddet ihtimamla bakıldı.
Ancak ne resmî, ne de sivilden alaka gördü. Eskimiş vatandaşlık muamelelerini yeniletmek maksadıyla “şahsen gelmeniz lazım” dendiği için koltuk değneklerine tutunarak birkaç defa devlet dairelerine gidip gelmek mecburiyetinde bırakıldı.
Bir yandan da Suriye hükûmetinin gareze gelip, kendisini mütevâzı kira evinden çıkaracağı ve üç beş kuruşluk tekaüt maaşına el koyacağı, hatta vatandaşlıktan tard edeceği endişesiyle, 3 ay sonra geldiği gibi sessiz sedasız Şam’a döndü. Sultan Abdülhamid’in bu muhterem torununun hâli, padişahın mirasına hakikatte ne kadar sahip çıkıldığının da hazin bir nişânesidir.
Nihayet son günlerini mahrumiyet içinde yaşadığı dünyadan 18 Ocak 2021 Pazar günü göç etti. Şam’da dedesi Selim Efendi ve Sultan Vahidüddin ile sürgünde vefat eden hanedan efradının defnedildiği Süleymaniye Camii haziresine defnine, hükûmet, Türkiye ile kötü münasebetler sebebiyle müsaade etmedi. İstanbul’a da getirilemedi. Şehzade, Şam’ın 25 km dışında Necha kabristanına üç-beş kişilik bir cemaat refakatinde defnedildi. Allah rahmet eylesin.
“Âşe gariben ve mâte gariben fetûbâ li’l-gurabâ,
Gitdi şehzâde Dündar vâsıl oldu ecdâdü eslâfına” (1442)