Bir şarkının hikayesi bu kadar mı hüzünlü olur

Kimseye etmem şikayet ağlarım ben halime

Bir şarkının hikayesi bu kadar mı hüzünlü olur




Bir şarkının hikayesi bu kadar mı hüzünlü olur

Bir genelleme yapmak elbette mümkün değil ama her şarkının bir hikayesi vardır. Şu günlerde Türk sanat müziğinin ölümsüz şarkılarını dinliyorum ve kelimenin tam anlamıyla rüzgara tutulmuş gibiyim…

Hele de dinlediğiniz o şarkıyı Müzeyyen Senar gibi muhteşem bir ses söylüyorsa. İşte o şarkının adı: Kimseye etmem şikayet ağlarım ben halime…

Bu şarkının sözleri, 1800’lü yıllarda her sabah Boğaziçi’nin o bitmeyen şarkısının yankılandığı bir taş konakta hayata gözlerini açmış zarif bir Osmanlı hanımefendisi olan İhsan Raif’e ait. Aslında bu şarkının sözleri, İhsan Raif hanımın, henüz 13 yaşındayken babası yaşında birisiyle zoraki evlendirilmesiyle başlayan acılı bir hayatın hikayesini anlatır bize.

Epey bir süredir zihnimde şarkının hikayesi ile ilgili kırık-dökük birtakım bilgiler vardı, bu yüzden de hep bir merak içindeydim. İki gün önce şarkıyı yeniden dinlerken, bir taraftan da kitaplığımda küçük bir arayış yolculuğuna çıktım. Ve sonunda buldum, “Ömürlük Şarkılar, Şarkılaşan Ömürler”… Kitap Ömür Ceylan’a ait.

Kitapta yer alan bilgilere göre, 14 yıllık bir zoraki evliliğin ardından 28 yaşında üç çocuğu ile birlikte yeniden konağa dönen İhsan Raif Hanım, sonrasında bir başka evlilik yapar. Hasta kocasını Davos’ta tedaviye gören Raif Hanım, hastalıktan kurtulamayarak hayata veda eden kocasını buraya defneder.

Artık yapayalnızdır, acılar, hüzünler ve gözyaşları… Ancak bu kimsesiz günlerinde içinde küçük bir ateş başlamıştır. Kocasının hastanede yattığı süre içinde tanıştığı Mösyö Bell, İhsan Hanım’ın hayata tutunmasında adeta bir ışık olmuştur.

Bir süre sonra Mösyö Bell Müslüman olur ve evlenirler, ancak dedikodular yüzünden İsviçre’ye taşınmak zorunda kalırlar. Hayatlarının üç-dört yılı adeta bir rüya gibi geçer, aşk rüzgarıyla el ele bütün Avrupa’yı dolaşırlar. Ama bu rüya uzun sürmez, bir gün karın ağrısıyla Paris’e giderler ve İhsan Raif Hanım burada vefat eder. Vasiyeti Aşiyan mezarlığına defnedilmektir.

Raif Hanım, uzun geceler boyunca hayatının acılarını, hüzünlerini, şiirlerini, bestelerini ve siyasi mücadelelerini anlatır Mösyö Bell’e. Ama o meşhur şiirin sırrını kimselere anlatmaz. O şiir babası tarafından babası yaşında bir adamın zalim kollarına terk edilmiş on üç yaşında bir kız çocuğunun feryadıdır aslında.

Kendi eliyle yazdığı bu şiiri kıyıp yakamadığını belirten İhsan Raif Hanım o şiirin hikayesini şöyle anlatıyor: “Ben ölene dek saklanıp, öldükten sonra da çocuklarıma verilmek üzere o yıllarda en yakın dostum ve sırdaşım Kemani Sarkis Efendi’ye emanet ettim. Şiirden çok etkilenen Sarkis Efendi, iki beytini bestelemekte ısrarcı olunca onu kıramadım. Hala şarkıyı her duyduğumda, karanlık geleceğine bakıp bir suçlu gibi titreyen o kimsesiz kız çocuğu gelir aklıma…” (Ömürlük Şarkılar, s.28)

Aşiyan’daki defin sırasında Raif Hanım’ın çocuklarıyla bir süre sohbet edip onları teselli etmeye çalışan Sarkis Efendi, yıllarca bir sır gibi sakladığı kağıdı cebinden çıkarıp kızlarına teslim eder.

İşte yıllarca hüzünlenerek dinlediğimiz ve Sarkis Efendi tarafından bestelenen Nihavent makamındaki İhsan Raif Hanım’ın o meşhur şiirinin sözleri:

/Kimseye etmem şikayet ağlarım
ben halime
Titrerim mücrim gibi baktıkça
istikbalime

Gülmedim dünyada bir kez doğduğum günden beri
İbret olsun bu benim çektiklerim
emsalime.

Hiç tereddüt etmeden sunmuş ya
İsmail başın
Bu sadakat remz olur ancak benim ahvalime.

Halimi arz eylesem ağlar Mesih gökten inip
Her gece girmekteyim ben sine-i
Deccalime.


Kesmedim ümmidimi kesmem de asla beklerim
Belki Azrail bakar işbu sefil halime.

Perde-i zulmet çekilmiş korkarım ikbalime
Titrerim mücrim gibi bastıkça
istikbalime./

MEHMET OCAKTAN / KARAR