Bu defa Bahadır’ın yüreği dayanmadı

Amerika sonuç aldı Rahip Brunson’u götürdü, Almanya sonuç aldı, Deniz Yücel’i götürdü

Bu defa Bahadır’ın yüreği dayanmadı


Ahmet Taşgetiren

Ahmet Taşgetiren

Bu defa Bahadır’ın yüreği dayanmadı

Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan’ın açıklamasına göre 2021 yılında 66 bin 121 bireysel başvurunun 48 bin 180’inin “Adil yargılanmama” gerekçesine dayandığı bir ülkeyiz. Yargı yolları tükenmiş, “Adil yargılanmadıkları”na inanan insanlar çareyi AYM’ye başvurmakta bulmuşlar. Belki orada da tıkanıp, AİHM’e kadar gidecekler. Kavala ve Demirtaş, henüz AİHM kararlarıyla bile sonuç alamadılar. Amerika sonuç aldı Rahip Brunson’u götürdü, Almanya sonuç aldı, Deniz Yücel’i götürdü. Arkasında dünya gücü bulunmayanlar içerdeki “yargılanma kalitesi” ile yetinmek zorundalar. “Adil” olanını bulurlarsa öpüp başlarına koyacaklar.

1.5 milyon insanın terör soruşturmasına maruz kaldığı bir ülkeyiz. İrtibat – iltisaktan gitse, belki HDP’ye oy veren 6 milyon insan da bir şekilde “terör” soruşturmasına maruz kalacak.

FETÖ davaları… Türkiye hukuk tarihine irtibat - iltisaktan başlayıp, üye olmamakla birlikte terör örgütüne yardım etmeye kadar uzanan tamamı sorunlu gerekçelerle mahkumiyetler…. Mallara el koymalar, kayyım hikayeleri vs ile devam ediyor.

Bugün davaları yazmak değil niyetim. Babanın, annenin FETÖ iltisakı suçlaması ile cezaevlerine düştüğü ailelerdeki çocukları yazmak istiyorum.

Bir ara “İbadet – Ticaret – İhanet” ayrımı yapılmıştı. Sonra çabuk unutuldu ve kim nasıl irtibatlandı ise soruşturma, kovuşturma, yargılama, mahkumiyet, mağduriyetle tanıştı. KHK tırpanı vurdu geçti yüz binleri. Berat alsanız göreve geri dönemediniz. Çünkü “Devlet sadakatinizden emin olmadı.” Devlet kimdi ki?

Çocuklar… Anne – babalarının bir hizmet hareketi içinde yer aldığını düşünüyorlardı. İyi insandılar, iyiliksever insandılar. Onlardan kimseye kötülük gelmezdi.

Sonra bir gün darbe girişimi oldu. Bombalar patladı Ankara’da, İstanbul’da… Uçaklar uçtu. İnsanlar öldü. Böyle bir işe girişenler anne-babalarının içinde yer aldığı hareketin insanları olabilir miydi?

Sonra operasyonlar başladı. Operasyonlar, operasyonlar… Bir gün kapılarına dayandı, polisler. Aldılar götürdüler annelerini babalarını… Evde yapayalnız kaldılar. Babaannelerine sığındılar, dedelerine sığındılar. Onların göz yaşlarını gördüler. Bebeler vardı, küçük – büyük, kız - erkek kardeşler vardı. Her birinin duygu dünyası başka fırtınalar içeriyordu.

Gençtiler. Okullarında duyuldu anne - babalarının tutuklandığı… FETÖ iltisakı kahredici bir damga idi. Akrabalar mesafe koydu. Arkadaşlar mesafe koydu. Öğretmenler ilgilenmeye korktular.

Sandıklı’da Milli Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’nün düzenlediği bir toplantıya konuşmacı olarak davet edilmiştim. Fen Lisesi Din ve Ahlak Bilgisi öğretmenleri için düzenlenmiş bir toplantıydı. Öğretmenler Fen Lisesinde din konusunda öğrencilerle nasıl iletişim kuracaktı, bunu konuşacaktık.

Konuşmadan sonra söz verildi öğretmenlere. Bir öğretmen kalktı, “Sınıflarda anne-babası FETÖ’den tutuklu öğrenciler var, onlarla nasıl iletişim kurmalıyız?” diye bir soru sordu. Ben de “Onlar sizin öğrencileriniz, anne-babaları yüzünden dışlanmış hissetmemeleri gerekir” gibi şeyler söyledim. Bir başka öğretmen ayağa kalktı ve “Bunlar her şeyi hak ediyor, öyle acındırmamak lazım, Reis ne yapıyorsa haklıdır” gibi bir tepki gösterdi. Salonu teskin ettim, sonra çay molasında o tepkiyi veren öğretmen yanıma geldi ve “Aşırı tepki verdim özür dilerim” dedi.

Evet, binlerce insan, ibadet – ticaret - ihanet ayrımı yapılmaksızın soruşturmaya maruz kaldı. Değil mi ki, bir şekilde temas olmuştu o hareketle, en azından “mimlenme” gerekçesi sayıldı.

Çocuklar… Bu yükü nasıl taşısınlardı? Anne-babalarının suçu neydi? Darbenin neresinde yer almışlardı? Dava dosyalarında öyle bir şey var mıydı? Bir dönem ülkeyi yönetenlerin dibine kadar irtibatlı – iltisaklı oldukları yapının ucundan kıyısından geçmiş olmak neden suç haline gelmiş, herkesin dosyasına “terör” damgası vurulmasına yol açmıştı?

Çocuklar… Geleceğe bir yük taşıyorlar yüreklerinde. Birisi tahammül edemedi, apartman boşluğuna bıraktı kendisini. Adı Bahadır’dı. Can verdi oracıkta. Enes kadar yankılanmadı. Tıpkı annesinin kucağında Meriç’i geçerken boğulan kundaktaki bebeğin yankısının olmadığı gibi. Nemize lazım dedi herkes, sonra iltisak olur, irtibat olur…

Bu memlekette Bahadır’ın yürek yükünü taşıyan çok çocuk var, emin olun. Evlerinde dini bir atmosfer vardı anne-babaları evde iken, şimdi din ile bağlantılı bir kadro, anne-babalarını nasıl bir suç olduğu bilinmez bir ithamla cezaevinde tutuyor. Dünlerde, iltisak ne, irtibat ne, birlikte operasyon yaptıkları bilinen kimseler suyun başında ahkam kesiyor.

Çocuklar… Bu ülkede, anne-babalara yapılanlar yüzünden çocukların yüreğine ekilen tohumlar sebebiyle barış ötelenip duruyor. Denir ya, Diyarbakır Cezaevinde babalara yapılanlar, pek çok evladı dağa çıkardı. Sonrası kan, kan, kan. Yeni operasyonlar, yeni damgalamalar, yeni çocukların yüreklerini zehirliyor. Ne zaman gerçek barışı konuşacak bu ülke?

AHMET TAŞGETİREN / KARAR