Bugün bir film üzerinden eski bir olayı yazdım
Kennedy mutlak bir savaşı önledi, istediğini de elde ederek
Bugün bir film üzerinden eski bir olayı yazdım; ama bana bunları Suriye harekatı yazdırdı…
Bir yandan Suriye’ye yönelik ‘Barış Pınarı’ harekatını izlerken bir yandan da en fazla merak ettiğim konu şu: Acaba Tayyip Erdoğan, başbakan ve cumhurbaşkanı olmamışken, yeni bir parti kurma telaşı içerisinde bulunduğu siyasi yasaklı günlerinde izlediği ‘13 Gün’ (Thirteen Days) adlı filmi hatırlıyor mudur?
ABD ile Rusya (o zamanki adıyla Sovyetler Birliği) arasında yaşanmış ve Türkiye’nin de adının dolaylı olarak karıştığı ‘Küba füze krizi’ ile ilgiliydi o film.
Karı-koca meslektaş bir çiftle izlemeye gitmiştim filmi ve bizden bir önceki seanstan tam ortalarında Tayyip Bey’in bulunduğu kalabalık bir grubun çıktığını görünce ayak üstü olsa da kendisiyle konuşmuş ve filmi çok beğendiğini öğrenmiştik.
[O gün o grup içerisinde bulunanlardan, Tayyip Erdoğan’ın biyografisini yazmış, bir dönem AK Parti’den milletvekilliği de yapmış Hüseyin Besli, geçen gün, Akşam gazetesindeki köşesinde, karşılaşmamızı ve ardından kendisiyle yaptığım görüşmeyi hatırlattı. Bir noktayı yanlış hatırlıyor: Ben başarılı olma konusunda tereddüdümü Tayyip Erdoğan için değil, sonradan herbirini Meclis’e taşıdığı, bir bölümü bakanlık da yapan, o gün filmi birlikte izlediği ekibi hakkında ifade etmiştim. Öngörü özürlüsü olabilirim, ama Tayyip Erdoğan’ın başarılı olacağını öngöremeyecek kadar değilim.]
Kennedy mutlak bir savaşı önledi, istediğini de elde ederek
Film iki süpergüç arasında savaşa da yol açabilecek olağanüstü önemde bir krizle ilgili.
Birinci Dünya Savaşı Avusturya Veliahtı’nın suikasta uğramasından 37 gün sonra çıkmıştı. Küba krizi ise 13 gün sürdü. O süre içerisinde ABD başkanı John F. Kennedy’nin kendisine sürekli Sovyetler’le savaşa girmekten başka bir yol olmadığını telkin eden askerlere karşı direnişinde, yakın zamanda okuduğu Barbara W. Tuchman’ın Birinci Dünya Savaşı’na giden günleri anlattığı ‘Guns of August’ kitabının etkisi olduğunu öğreniyoruz.
[Çevrildiği dönemde (2000) üzerindeki ‘gizli’ damgası yeni kaldırılmış belgelere dayanarak yazılmış Ernest May ve Philip Zelikow imzalarını taşıyan ‘The Kennedy Tapes: Inside the White House During the Cuban Crisis’ adlı kitaptan yararlanılmıştı filmin senaryosunda. Oyuncuların canlandırdığı tarihi kişiliklerin ağzından çıkan sözcükler kasetlerin deşifre edilmesi ile elde edilmiş gerçek konuşmalardır.]
ABD’nin U-2 casus uçakları, 1962 Ekim ayında, Sovyetler Birliği’nin Küba’ya orta menzilli nükleer füzeler yerleştirme sürecinde olduğunu fotoğraflarla tespit eder. Miami’nin karşısındaki adada kendisine yönelmiş füzelerin varlığından rahatsız olur ve bunu savaş açmayı bile göze alacak kadar ciddi bir güvenlik sorunu sayar ABD. Kennedy krizi tersini tekrarlayıp duran askerlere rağmen savaşsız çözmek istemektedir. “Peki adayı ablukaya alalım” der askerler; bu defa bunu Sovyetler’in savaş sebebi sayacağını düşünen Kennedy farklı bir yaptırım uygulatır: Amerikan donanması Küba’ya doğru yol alan bütün gemileri durduracak ve ancak silah taşımadığını tespit ettiklerine geçit verecektir.
Moskova bunu protesto eder, ama Sovyet gemileri yaptırıma uyarlar.
Film 13 günlük kriz sürecinde Beyaz Saray’da yaşananları gün gün yansıtır.
Kriz şöyle çözülür: Ruslar bir gazeteci aracılığıyla ABD’nin Küba’yı asla işgal etmeyeceğine garanti verilmesi karşılığında füzelerini Küba’dan kaldırabileceklerini iletirler. Beyaz Saray bu mesajın bizzat Kruşçev’den geldiği kanaatine varır. Bir ikinci istek olarak da Türkiye’deki Jüpiter füzelerinin kaldırılması vardır mesajda; Beyaz Saray bunun Rus genelkurmayının talebi olduğunu düşünür. İlkine “Evet” demeye, ikinciyi reddetmeye karar verirler. Kennedy adalet bakanı yaptığı kardeşi Robert’i Sovyetler’in Washington büyükelçisi Dobrynin’e mesajı iletmesi için gönderir.
Kısaca özetlediğim aslında Hollywood’un uluslararası ihtilafların nasıl çözüleceğini öğrenmek isteyenlere hizmeti olarak görülebilecek filmde kriz, Kruşçev’in füzeleri Küba’dan kaldıracakları açıklamasıyla biter.
İki devletin elinde de nükleer füzeler bulunduğu için bütün dünya açısından tehlikeli sonuçlar doğurabilecek vahim bir kriz böylece önlenmiş olur.
Neden bu filmi ve ABD ile Rusya arasında 1962 yılında yaşanmış krizi bugün hatırladığımı herhalde anlamışsınızdır.
‘13 Gün’ü kendisiyle birlikte değilse de bir seans arayla aynı sinemada izlediğimiz için Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın da filmi görüp beğendiğini biliyorum. “Çok etkilendim” demişti sıcağı sıcağına bize.
Küba krizinde ABD, Rusya (Sovyetler Birliği) ve Türkiye’nin adları geçiyordu; bugünlerde de dünya yine aynı üç ülkenin adlarının geçtiği bir krizle karşı karşıya; ancak bu defa kriz savaşa dönüşmüş durumda.
Belki ileride ‘Barış Pınarı’ harekatı öncesinden başlayıp sonrasına kadar geçen süreci gerçeklere dayanarak anlatan kitaplar yazılır, bakarsınız bugünlerin bir filmi de çekilir.
Filmini bilmem ama ‘13 Gün’ gibi olacaksa kitabı çok okunacaktır.
[Filminden emin olamıyorum, çünkü eleştirmenlerden hep iyi notlar almasına rağmen çekimi için 80 milyon dolar harcanmış olan ‘13 Gün’ filmi sinemada iş yapmamış ve yapımcılarını zarara uğratmıştı.]