Çiçek Tahaoğlu: Erkekler rastgele değil, tasarlayarak öldürüyor
Hep tartışılan soruyla başlayalım: Kadın cinayetleri artıyor mu?
Bianet’in 11 yıldır sürdürdüğü erkek şiddeti çetelesini 7 yıl boyunca tutan gazeteci Çiçek Tahaoğlu’na göre mesele kadın cinayetlerinin artıp artmadığından ziyade, bu şiddet ve cinayetlerin toplumsal dinamikleri. Fakat Google’dan kadına karşı işkence ve cinayet yöntemlerini araştıranlardan, karısına molotof kokteyliyle saldıranlara kadar, erkeklerin her geçen gün daha korkunç yöntemlerle saldırmaya başladıkları açık. Tahaoğlu’na göre sosyal medyaya yansıyan toplumsal tepkiler hayati önemde. Fakat vak’alar arttıkça toplumun refleksleri köreliyor ve erkek şiddetinin cezasızlıkla teşviki artıyor…
Hukuk sisteminde kadınların lehine görünen yasalar eril zihniyetin süzgecinden geçerek karara bağlandığı için hükümsüz kalabiliyor. Ataerkil toplumun kodları egemen olduğu için sayısız kadının çığlığı yankı bile bulmayabiliyor.
Dolayısıyla tanıdığı veya tanımadığı erkeklerin şiddetine ve işkencesine maruz kalan bir kadının adalete erişimi veya saldırgan erkeğin kısmen de olsa durdurulabilmesi, cezalandırılabilmesi neredeyse “şansa” kalmış görünüyor.
Pek çok işkenceci veya katil erkek, ancak sosyal medyada görünür olan toplumsal tepkiler ve kadınların kahramanca mücadele ve dayanışması sonucunda cezalandırılabiliyor. Şule Çet’in katili Çağatay Aksu bu sayede müebbet hapis cezasına çarptırıldı mesela. Ne var ki bu davanın karar duruşmasından hemen önce, Ordu’da Özgür Arduç isimli bir katil, hiç tanımadığı ama öldürebileceğini bildiği üniversite öğrencisi Ceren Özdemir’i evinin önünde hunharca katletti. Aylarca Şule Çet için adalet arayan insanlar, benzer pek çok dava gibi şimdi de Ceren Özdemir için adalet arayışına girişecek. Uzun, bitmek bilmez bir yol…
Türkiye’nin en köklü haber sitelerinden bianet.org, 2008 yılından beri düzenli olarak kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri çeteleri tutup yayınlıyor. 2011-2018 yılları arasında bu çeteleyi tutan gazeteci Çiçek Tahaoğlu’ndan karanlık manzarayı dinleyelim…
Hep tartışılan soruyla başlayalım: Kadın cinayetleri artıyor mu?
7 yıl boyunca şiddet çetelesini tuttuğum halde, bunun yanıtını bilmiyorum. Çünkü devlet kolaylıkla yapabilecekken bu istatistiği tutmuyor. Fakat erkeklerin kadınları öldürmeye devam etmesi zaten sürekli bir alarm hali gerektiriyor. Dolayısıyla harekete geçmek için cinayetlerin artıp artmadığını tespit etmeye gerek yok. Ayrıca bu korkunç ve devasa sorunun çözümü için öncelikle boyutlarını, toplumsal dinamiklerini tespit etmek gerekiyor. Ne yazık ki erkeklerin gerçekleştirdiği bu cinayetler konusunda devletin ilgili kurumları tarafından cinsiyetlendirilmiş bir veri yok.
Cinsiyetlendirilmiş veriden kastınız ne?
Yani bir cinayetin motivasyonunun toplumsal cinsiyet temelli olup olmadığına dair tespit barındıran veriler tutulmuyor. Dolayısıyla sivil toplum örgütleri yıllardır, çoğunlukla muhalefet milletvekillerinin hükümetten soru önergeleri yoluyla elde ettiği yanıtlar üzerinden öldürülen veya şiddete uğrayan kadınlarla ilgili sayılar elde etmeye çalışıyor. Doğum, boşanma, evlilik istatistiklerini düzenli olarak tutup kamuoyuna açıklayan devlet bu konuda veri tutmuyor.
‘İKTİDAR, KADINA YÖNELİK ŞİDDETTEKİ ARTIŞIN KONUŞULMASINDAN RAHATSIZ’
Sizce neden bu veriler tutulmuyor?
Bu bilinçli bir tercih gibi görünüyor. İktidar, kadına yönelik şiddetteki artışın konuşulmasından rahatsızlık duyduğunu biliyoruz. Oysa İstanbul Sözleşmesi kapsamında hükümetin bir yükümlülüğü de kadına yönelik şiddetle ilgili istatistiki veri toplamak. Fatma Şahin’in Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı olduğu dönemde bu verilerin tutulması için çalışma başlatılacağına dair duyumlar da almıştık. Ama ortada hiçbir şey yok. Bu nedenle 2008 yılında, Bianet’in o dönemki kadın haberleri editörü Emine Özcan, medyaya yansıyan, yani haber olabilen şiddet vakalarının verisini tutmaya başladı. 2011-2018 yılı sonuna kadar da ben sürdürdüm çalışmayı. Şimdi de gazeteci Evrim Kepenek bu çalışmayı devam ettiriyor.
Peki hemen her gün kadına yönelik şiddet haberlerini tararken karşılaştığınız tablo size ne anlatıyordu?
Korkunç! Ulusal basına ama özellikle yerel gazetelere yansıyan tek tek haberleri bir tabloda birleştirebilsek, karşımızda korkunç bir tablo görürüz. Bianet tam da bu tabloyu oluşturmaya çalışıyor. Daha sonra çeşitli sivil toplum kuruluşları da benzer çalışmalar yürüttü. Fakat dediğim gibi, bizim tuttuğumuz ve sadece medyaya yansıyabilen haberlerden elde ettiğimiz veriler dışında, ortada resmi bir rakam yok. Dolayısıyla kadına yönelik şiddetin oranına ilişkin gerçeği tamamen yansıtan bir bilgiye sahip değiliz.
Neden “Şiddetin çetelesinde esas mesele başlığa çekilen sayılar, rakamlar olmamalı” diyorsunuz?
Çünkü rakamlara bakarken şiddet dinamiklerini gözardı etmemeliyiz. Elde ettiğimiz eksik veriler bile bu konuda acil tedbir almak için ziyadesiyle yeterli sebep. Bir kere kadınları kimler, neden, hangi bahanelerle öldürüyor? Kadınları öldürenlerin yüzde 60’tan fazlası kocaları, boşanmak istedikleri kocaları veya eski kocaları. Bakın, 2011 yılından 2018 Kasım ayına kadar şiddet çetelesini tutarken sürekli yeni başlıklar eklemek durumunda kaldım.
‘AKP BU KORKUNÇ TABLOYLA ANILMAK İSTEMİYOR’
Ne gibi başlıklar?
Örneğin ilk başlarda “boşanma” başlıklı bir veri görmüyordum. Fakat zamanla veri de kendi kategorisini oluşturuyor ve bilgileri topladığım Excel tablosuna her sene bir şiddet kategorisi daha eklemem gerekiyordu. Elbette daha önce de erkekler, boşanmak istediği için kadınları öldürüyordu ama olayların medyaya yansıma biçimi, aktarılan bilgiler bu kategoriyi görmemizi engelliyordu. Dolayısıyla bir cinayetin nasıl haberleştirildiği de genel tabloyu nasıl göreceğimizi şekillendirebiliyor. 2017-2018 yılından itibaren mülteci kadınlara yönelik şiddet ve cinayet haberleri de yeni bir başlık olarak kara tabloya eklendi. Eskiden de katledilen göçmen ya da mülteci kadınlar oluyordu ama son iki-üç senede bu sayı da ayrı bir kategori olarak ele alınacak kadar artmış durumda. 2011 yılından beri erkeklerin öldürdüğü kadın sayısı hiçbir yıl 265’in altında olmadı. Fakat dediğim gibi, topladığımız verilerden, ortaya çıkan rakamlardan ziyade şiddetin dinamiklerine bakmamız, erkek şiddetinin kaynaklarına inmemizde daha fazla yol gösterici olabilir.
Erkeklerin öldürdüğü kadınlarla ilgili verileri tutmayan iktidar neden bu cinayetlerdeki korkunç tablonun gösterilmesinden rahatsız?
Uluslararası alanda erkek şiddetine karşı en gelişmiş metinlerden biri olan İstanbul Sözleşmesi’nin de ilk imzacısı elbette bu korkunç tabloyla anılmak istemiyor. Türkiye, AB uyum sürecinde bu sözleşmeyi imzalamışken, son birkaç yıldır bu sözleşmenin iptal edilip edilmeyeceği tartışmalarına kadar geriledi. Kadını birey olarak kabul eden sözleşmenin aile bütünlüğünü bozduğu iddiasıyla yayınlar yapan, sözleşmenin iptalini savunan çok sayıda hükümet yanlısı gazete var. Çünkü bu çevreler kadınların bağımsız birer birey değil, ailenin, bütünün bir parçası, toplumsal cinsiyet rollerini kabullenmiş bir unsur olarak yaşaması yönünde bir saldırı içindeler.
‘BUNLAR MECZUP DEĞİL, HAYLİ YAYGIN BİR SÖYLEMİN TAŞIYICILARI’
Yani kadın karşıtı bu çevreler, “kadının boşanmamasını, kendisine biçilen rolü kabullenmesini sağlarsak ölmesini de engelleriz” mi diyor?
Tam olarak öyle! Birkaç ay önce, Boşanmış Mağdur Babalar Derneği’nin başkanıyla nafaka tartışmaları bağlamında röportaj yaptığımda, onun savunusu da böyleydi. Adam tam olarak şöyle diyor röportajımızda: “Aile Bakanlığı kadına avukat veriyor, erkeğe vermiyor. Kadına her şeyi veriyorsun, sonra cinayetler patlıyor. Eğer bu cinayetlerin bitmesini istiyorsan yasalar önünde ve Yargıtay içtihatlarında her türlü pozitif ayrımcılık kaldırılmalıdır”.
Açık açık tehdit değil mi bu?
“Bunlar olursa, cinayet olur” diyor adam! Ve bunlar meczup değil, bir hayli yaygın bir söylemin taşıyıcıları, propagandistleri. 2016 yılında TBMM’de oluşturulan ve daha sonra 479 sayfalık bir rapor hazırlayan “Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Unsurlar İle Boşanma Olaylarının Araştırılması Ve Aile Kurumunun Güçlendirilmesi İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyon” da en çok bu çevrelerin, erkeklerin görüşlerini aldığı için yoğun eleştiriler almıştı. Ama sonuçta kadınlar boşanmak istedikleri, nafaka aldıkları, telefonda biriyle mesajlaştıkları, eve geç geldikleri, sokağa çıktıkları, sokaktan eve döndükleri için öldürülüyor. Kadınlar o kadar sudan veya ilkel sebeplerle öldürülüyor ki, akıl alır gibi değil! Dahası, bazı çevreler hâlâ kadın katilleri için hiç çekinmeden gerekçeler sunabiliyor ve bu gerekçeler dikkate alınabiliyor.
‘KATİLLER ‘ÖLDÜRMEYE GELİYORUM’ DİYE BAS BAS BAĞIRIYOR AMA ENGELLENMİYOR’
Öldürülen her kadını “kadın cinayeti” kategorisine almak mümkün mü?
Bianet, erkek şiddetinin çetelesini tutarken, toplumsal cinsiyet temelli işlenmiş cinayetlere bakıyor. Dolayısıyla bir erkeğin trafik kazasında bir kadını öldürmesi mesela bu kategoriye girmiyor. Ama harsızlık olayları da bazen erkek cinayetine, evdeki kadının öldürülmesine varabiliyor.
Toplumda zaman zaman kadın cinayetlerine yönelik tepki çok yükselirken, bazen de bir cinayet sıradan bir haber olarak görülüp unutulabiliyor. Tepki ve tepkisizlikleri belirleyen unsurlar neler?
Yıllarca kadına yönelik sayısız şiddet ve cinayet haberleri okuyunca, insanda olağan bir yılgınlık oluşuyor. Çetele tutarken bir ayın raporunda şiddet gören kategorisinde yazdığım kadının ismini, birkaç ay veya yıl sonra cinayet kategorisine yazmak zorunda kalabiliyordum. Yani savcının, polisin yapabileceği bir şiddet takibini sen gazete haberlerinden yapıyorsun aslında. Katiller bazen bas bas bağırıyor, “öldürmeye geliyorum” diyor, kadın “öldürmeye geliyor” diyor ama engellenmiyor. Öte yandan zaten cinayete giden yolu döşeyen toplumsal cinsiyet rollerinin, kadın cinayetlerine yönelik tepkiler sırasında yeniden üretildiğini görmek de insanda umutsuzluk yaratıyor. Fakat her şeye rağmen, bir kadın cinayetinde toplumun ayağa kalkması beni çok heyecanlandırıyor, ayakta durma gücü veriyor.
Bu tepkilerin toplumda dönüştürücü bir etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?
Bence son zamanlardaki kitlesel tepkiler ve kadın cinayeti davalarının büyük bir ilgiyle takip edilmesi o etkinin bir yansıması. Ayrıca dikkat edin, cinayet sanıklarının avukatları giderek “sosyal medya olmasa davanın seyri böyle olmazdı” gibi sözlerle ceza veren mahkemelere tepki göstermeye başladı. Evet, olmazdı; pek çok davada sanıklar belki ceza bile almazdı.
‘ŞİDDETİN FAİLLERİ, TWEET’LERİN ARKASI KESİLDİĞİ ANDA SERBEST KALABİLİYOR’
Şule Çet’in katili Çağatay Aksu da karar duruşmasında “sosyal medya baskısı yüzünden tutuklandık” demişti…
Maalesef insanlar ancak sosyal medya tepkisi üzerinden hukuku işletebiliyorlar. Kitlesel sosyal medya tepkileri adalet arayanlar açısından temel bir merci haline geldi. Sosyal medya tepkisi dolayısıyla kadına yönelik şiddetten tutuklanan failler, ne yazık ki bu tepki düştüğü, Tweet’lerin arkası kesildiği anda serbest bırakılabiliyor. Öte yandan insanların sosyal medyada tepki göstermemeye başlamasını da anlıyorum. Çünkü şiddet vakaları o kadar yaygınlaştı ki, insanlar bir davaya odaklanırken bir başkası ve bir başkası ortaya çıkıyor. Sabah Twitter hesabını açan insanlar dehşet videolarıyla, haberleriyle sarsılıyor ve bunlar gün boyunca devam ediyor. Bu da bir süre sonra ruh sağlıklarını korumak isteyen insanları görmemeye, bakmamaya itiyor. Bu yüzden giderek daha fazla insandan “artık haber okumuyorum”, “artık televizyon izlemiyorum”, “artık sosyal medya kullanmıyorum” cümleleri duyuyoruz. Şiddet, ona doğrudan maruz kalanlar kadar onu öğrenen, izleyen, ona tepki gösterdiği halde bu tepkinin sonucunu göremeyen insanlarda da çaresizlik ve yılgınlık yaratıyor. Aylarca bir kadın katilinin tutuklanması için tweet atıyorsunuz ve eğer toplu bir tepkiye dönüşürse fail yakalanıyor, tutuklanıyor, zorlu bir hukuki mücadele sonucunda ceza da alıyor ama daha buna sevinemeden bir başka cinayet haberiyle sarsılıyorsunuz.
‘KAMUOYU YORULDUĞU, YILDIĞI AN ADALETİN TECELLİ ETMEMESİ SÖZ KONUSU’
Şule Çet davasının karar duruşmasından saatler önce, Ordu’da Ceren Özdemir katledildi. Katil zanlısı “güvenlik” gerekçesiyle Şırnak cezaevine gönderilirken, itiraz edince Van’a götürüldü…
Tabii, dolayısıyla Şule Çet davasında ortaya çıkan sonuç, insanlarda bir iyileşme yaratmıyor. Aylardır Çet davasındaki korkunç sürecin takipçisi olan insanlar şimdi Ceren Özdemir davası için mücadele edecek. Ve bu kamuoyu yıldığı, yorulduğu an, adaletin tecelli etmemesi söz konusu olabiliyor. Özellikle şiddet davalarında, fail gözaltına alındıktan sonra serbest bırakılıyor. Tutuklanması ancak kamuoyu tepkisiyle mümkün olabiliyor ama her şiddet davası için kamuoylarının oluşması mümkün değil. Kaldı ki tepki dindiği an, kadına şiddet uygulayan ve sosyal medya tepkisi sayesinde tutuklanmış olan fail serbest kalabiliyor. Dolayısıyla burada adaletin sağlanması ve bunun istisnasız bir biçimde yerine getirilmesi için yargıda ve kollukta, yasalara uygun bir sürecin işletilmesi gerekiyor. Ne yazık ki Türkiye bundan yoksun.
Şiddet çetelesini tutmak üzere her gün taradığınız ulusal ve yerel medyanın kadına yönelik şiddet konusundaki yaklaşımında bir dönüşüm gözlemliyor musunuz?
Medya da aslında tıpkı yargı ve kolluk gibi, ancak toplumsal bir tepki yükseldiğinde genel yaklaşımını değiştiriyor. Mesela Milliyet gazetesi, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü dolayısıyla, öldürülen kadınların küçük fotoğraflarının kolajından oluşan bir Şule Çet fotoğrafını manşet yaptı ve “Boyun Eğme” başlığı attı. Fakat aynı Milliyet, Şule Çet’in öldürülme haberini “iki erkekle lüks plazaya girdi, sonrası…” başlığıyla vermişti. Alt başlıkta da “babadan bomba iddia” duyurusu yapılmıştı. Bu iki haberi yan yana koyduğumuzda, toplumsal tepkinin medyayı da nereden nereye getirdiğini çok iyi görürüz. Dolayısıyla biz toplum olarak ne diyorsak medya da onu diyor. Şule Çet cinayeti bu kadar sembol bir dava haline gelince, daha önce “iki erkekle lüks plazaya girdi” diye başlık atmış olan Milliyet, “Boyun Eğme” diye manşet atıyor. Öte yandan medyada kadına ve LGBTİ+’lara dair nasıl bir bakış varsa, toplumda da o bakış meşrulaşıyor.
‘KADINA KARŞI GOOGLE’DAN CİNAYET YÖNTEMLERİ ARAŞTIRAN ERKEKLER VAR’
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele gününde de, 8 Haziran arefelerinde de şiddet karşıtı kampanyalar yapılıyor. Bu kampanyalarda çoğunlukla yüzü-gözü morartılmış kadın görselleri kullanılıyor. Sizce bu tür kampanyalar şiddeti önleme konusunda ne kadar etkili?
Açıkçası kadınları çaresiz ve güçsüz mağdurlar olarak resmeden bu kampanyaların, şiddet eğilimi olan veya şiddet uygulayan erkekler üzerinde nasıl bir etki yarattığını ben de çok merak ediyorum. Eğer şiddetin failine “şiddet uygulama” diyorsak, bunu zaten hedef aldığı kadını daha da güçsüz göstererek yapamayız. Kaldı ki, kadına karşı Google’dan cinayet yöntemleri araştıran erkekler var.
Nasıl yani?
Tabii, cinayet veya şiddet yöntemlerini, bunların cezalarını, yargılanırlarsa benzer davalardan çıkmış sonuçları inceliyorlar. Erkekler rastgele değil, tasarlayarak öldürüyor.
”SENİ ÖZGECEN ASLAN GİBİ YAPARIM’ TEHDİTLERİ YAYGIN’
Böylesi incelemeler yaptıklarını nereden biliyoruz?
Hem davalardan hem de bu alanda çalışan sivil toplum kuruluşlarının araştırmalarından biliyoruz. Mor Çatı’ya başvuran bir kadın, akşam eve gittiğinde, kendisini sürekli döven ve öldürmekle tehdit eden kocasının, gazetelerdeki kadın cinayetleri haberlerini kesip yerlere serdiğini gördüğünü anlatmış mesela. Kadın eve bir giriyor ki, her yerde kadın cinayeti haberleri… Yani erkekler, kendilerinden önceki katillerin cinayetlerini de kadına karşı bir silah olarak kullanıyor. Şiddet uygulayan erkeklerin “Seni Ayşe Paşalı gibi yaparım”, “Seni Özgecan Aslan gibi yaparım” gibi tehditleri çok kullandıklarını, basına yansıyan şiddet haberlerinden de biliyoruz. Dolayısıyla kadınların ne kampanyalarda kullanılan görsellerdeki ne de gerçekteki mağduriyetleri, şiddet uygulayan fail açısından caydırıcı olabiliyor. Birleşmiş Milletler’in, 25 Kasım dolayısıyla yaptığı bir afiş yarışmasında birinci seçilen fotoğrafta, gayet duru yüzlü, kendinden emin, güçlü duran, herhangi bir yara-beresi görünmeyen bir kadın var. Fotoğrafın hemen yanında “şiddet her zaman görünür değildir” diye bir slogan var. Alta da yüzünde hiçbir yara-bere olmayan kadının üç kaburgasının ve dişlerinin kırık olduğu, bacağında beş tane sigara izi bulunduğu bilgileri yer alıyor.
Kadın hakları savunucuları, erkeklerin şiddet yöntemlerinin de değiştiğini söylüyor…
Tabii, işkence yöntemleri uygulanıyor. Eski karısını kaçırıp bir evde bağlayan ve günlerce işkence uygulayan adamlar var. Şiddet çetelesinde şiddet veya cinayet aletlerini not ettiğimiz bir kategori var. Molotof kokteyliyle saldıran adamlar, kadının evini buldozerle yıkan, profesyonel işkence aletleri kullanan adamlar var ve bunlar son yıllarda görünür olacak kadar artmaya başladı. Siyasetçilerin şiddetli açıklamalar yaptıkları aylarda, kadına yönelik şiddet vakalarının da arttığını gözlemlediğimi de söylemeliyim.
İrfan Aktan kimdir?
Gazeteciliğe 2000 yılında Bianet’te başladı. Sırasıyla Express, BirGün, Nokta, Yeni Aktüel, Newsweek Türkiye, Birikim, Radikal ve birdirbir.org ile zete.com web sitelerinde muhabirlik, editörlük veya yazarlık yaptı. Bir süre İMC TV Ankara Temsilciliği’ni yürüttü. "Nazê/Bir Göçüş Öyküsü" ile "Zehir ve Panzehir: Kürt Sorunu" isimli kitapların yazarı. Halen Express, Al Monitor ve Duvar'da yazıyor.
GAZETE DUVAR